Savaş Suçları Mahkemesi’nin kararından sonra sivilleri kim koruyacak?

İki hafta kadar önce, Lahey’de bulunan Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi iki Hırvat general hakkında daha önce verilen mahkumiyet kararını bozdu ve generalleri serbest bıraktı. Generaller Ante Gotovina ve Mladen Markač, 1995 yılında ‘Fırtına Harekatı’ esnasında savaş suçu işlemek ve sivilleri göçe zorlamakla suçlanıyorlardı.

Fırtına Harekatı, Hırvatistan ordusunun Bosna Hersek ordusu ve NATO’yla işbirliği içinde, Hırvatistan’ın Krayina bölgesinde tek taraflı olarak ilan edilmiş bulunan Sırp Cumhuriyeti’ne karşı 1995 Ağustos’unda giriştiği saldırıdır. Kısa bir süre devam eden saldırı sonucu binlerce Sırp sivil öldürülmüş ve 200.000 kadarı Hırvatistan’dan kaçmak zorunda kalmıştı. Harekat o kadar ‘başarılı’ olmuştu ki zamanın AB özel temsilcisi Carl Bildt tarafından “Balkanlar’da gördüğümüz en etkili etnik temizlik” olarak nitelendirilmişti. Etnik temizlik planlamasından uygulanışına ve verilen koşulsuz diplomatik desteğe kadar Amerika Birleşik Devletleri damgası taşıyordu. Katılan Hırvat birlikleri bir ABD şirketi tarafından eğitilmişlerdi. Dahası, Hırvat birlikleri kara harekatına başlar başlamaz, ABD-NATO uçakları Sırp hava savunma bataryalarını, radar sistemlerini ve iç haberleşme mekanizmalarını hedef alarak etkisiz hale getirdiler. Hırvat ordusu, ‘gitmek isteyen’ siviller için koridorlar açıp gitmek istemeyenleri öldürdü. Harekat sonrası Hırvat polisi bölgede Sırp evlerine ve mallarına yönelik sistematik ve planlı bir tahribe girişti.

Lahey Mahkemesi 2001’de generaller aleyhine yakalama emir çıkardı. Markač 2004’te teslim olurken, Gotovina 2005’de Kanarya Adaları’nda yakalandı. Gotovina ve Markač 2011’de mahkeme tarafından 24 ve 18 yıl hapse mahkum edildi. Yapılan temyiz başvurusu sanıklar lehine sonuçlandı ve geçtiğimiz günlerde mahkeme sanıklar hakkındaki tüm suçlamaları ortadan kaldırdı.

Aslında mahkemenin verdiği karar bir açıdan şaşırtıcı değil. Zira Eski Yugoslavya için Savaş Suçları Mahkemesi’nin Sırp sanıklara karşı önyargılı olduğu ve Washington ve Brüksel kaynaklı etkilere kayıtsız kalamadığı eleştirileri sıklıkla yapılıyor. Zaten şimdiye kadarki mahkumiyet ve beraat kararlarına bakıldığında da, mahkemenin Yugoslavya’nın dağılmasının suçunu özelde Slobodan Miloşeviç’in ve genelde Sırpların üzerine yıkan ‘resmi’ görüşü destekleme işlevi üstlendiği görülüyor.

Yine de son kararın özgün yönleri var. Bir kere karar, Hırvatistan'ın AB üyeliğiyle doğrudan ilgili. Zira Lahey mahkemesi Hırvat generalleri suçlu bulurken, Fırtına Harekatı'nı da planlı bir savaş suçu olarak mahkum etmişti. Gotovina'ya ülkesinde yapılan kahraman muamelesi bir yana, etnik temizlik Hırvatistan’da milli bayram olarak kutlanıyor. Yani temyizden önce şöyle bir durum ortaya çıkmıştı: Lahey’de savaş suçu olarak tescil edilen bir olayı bayram olarak kutlayan bir ülke AB'ye tam üye olacaktı. Bu mümkün olamayacağından ya Hırvatistan ‘bağımsızlık savaşı’ esnasında işlenen savaş suçlarıyla yüzleşecek ya da generaller temyiz tarafından aklanacaktı. İşte mahkeme Brüksel’den esen rüzgara bir kez daha dayanamadı ve 3-2 çoğunlukla beraat kararını verdi.

Muhalefet şerhi yazan hakimlerden birinin “grotesk”, diğerinin “herhangi bir adalet anlayışına aykırı” olarak nitelendirdiği kararın bir boyutu daha var. Karar bundan sonra savaş durumlarında sivillerin hedeflenmesini çok kolaylaştıracak bir noktaya dayanıyor. İlk mahkumiyet kararı Hırvat lider Franjo Tuđman’ın kimi demeçleri, operasyon kararının verildiği toplantının tutanakları (‘Brioni tutanakları’), etnik temizlik sonrası Hırvat hükumetinin Sırpların geri dönüşünü engellemek için aldığı yasal ve pratik önlemler, Hırvatistan’daki Sırp azınlık karşıtlığı ve operasyon esnasında açılan topçu ateşinin vurduğu hedefler gibi bir dizi etmen göz önünde bulundurulup verilmişti. Örneğin Brioni toplantısında Tuđman generallere “Sırplar’a öyle bir darbe vurun ki neredeyse tamamen yok olsunlar” derken, Gotovina ise (Hırvatistan’daki Sırp kenti) “Knin’i bir kaç saat içinde imha edebiliriz” diyordu.

Temyiz kararını veren biri Amerikan, biri Jamaikalı ve biri Türk (Mehmet Güney) üç hakim mahkumiyet kararının diğer dayanaklarını yok sayıp tamamen teknik bir noktaya odaklandılar: topçu ateşi askeri hedeften 200 metreden fazla sapıp sivillere isabet ederse bu kötü niyet göstergesi sayılır mı sayılmaz mı? O dönem Hırvatistan’ı yöneten parti alenen faşistmiş, Hırvat lider defalarca Sırp karşıtı konuşmalar yapmış, Hırvat ordusu sivillere ‘yardımcı olmak için’ Belgrad’a doğru koridorlar açmış, gitmeyi reddedenler Hırvat polisi tarafında öldürülmüş, bölgedeki 4 Sırp evinden 3’ü geri dönmesinler diye yıkılmış, ne gam! Yargıçlar 200 metreden fazla sapmanın sivillere yönelik saldırı sayılamayacağına hükmettiler bir kere.

Karardaki asıl tehlikeli nokta, mahkemenin askeri hedeflere yönelik saldırılara dair yeni bir sınır tesis etmemesi. Mahkeme eski kararı iptal ederken mesela ‘200 değil de 400 metre savaş suçu sayılır’ demedi ve bir dizi başka kanıtı da görmezden geldi. Yugoslavya Savaş Suçları mahkemesinin öncü rolü ve içtihat oluşturucu niteliği düşünüldüğünde kararın diğer uluslararası ceza mahkemelerini, başta Roma Antlaşması’na göre kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni etkilemesi muhtemel. Şimdi Kosova’da Arnavut rejiminin baskısı altında yaşayan Sırp azınlığın başına benzer bir şeyin gelmesini ne engelleyecektir? Mesela artık Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üye olabilecek olan Filistin yönetimi İsrail’i sivillere yönelik katliamlar için şikayet etse, İsrail bu kararı rahatlıkça kullanmayacak mıdır? Suriye’ye ya da İran’a yönelik bir saldırıda ABD ordusu sivil bölgelerde artık çok daha rahat davranmayacak mıdır?

Birleşmiş Milletler’e bağlı Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi Hırvatistan’ın AB üyeliğini kolaylaştırmak ve Yugoslavya’nın dağılmasının suçunu bir kez daha bir halkın sırtına yüklemek için hem Balkanlar’daki hem de genel olarak dünyadaki siviller için çok tehlikeli bir karar verdi.