Özetle AKP’nin sığınacağı limanlar bize çaresizliğimizi anlatmamalı, suskunlukla onaylanmamalıdır. Biz o limanları ateşe vermeliyiz.

Sokağın sağı, solu

Geçen akşam çeşitli kentlerde İsrail protesto edildi. AKP medyası dışında kalan bir dizi mecrada bu eylemler birbiriyle bağlantılı iki açıdan eleştirildi. Birincisi pandemi yasaklarının ihlal edilmesiydi. Salgının kontrol altına alınması için alınan kararlar rafa kaldırılmıştı, şimdi virüse gün doğmuştu! Bir nevi lebalep kongre vakası…

İkinci olarak da kırda bayırda yalnız yakaladığına cezayı kesen, 1 Mayıs’ta kapanma kararının arkasında sapasağlam duran devlet, nasıl olmuştu da binlerce kişinin konvoy oluşturmasını görmezden gelmişti! Eylemciler AKP’liydi, hükümet de çifte standartçıydı. 

Peki… Bu eleştirileri, en azından durdukları yerden alıp bayağı sola çekmek gerek. 

Bir; kalabalıkların bir araya gelmesiyle virüsün bulaşması arasında bir bağ olduğu doğrudur, ama politik amaçla sokağa çıkmayı bu açıdan eleştirmek abestir. Adamlar camide gerekli mesafe ve hijyen önlemlerini aldıklarını iddia ediyorken, açık havada bu eleştiriyi güle oynaya geri püskürtürler. Dönüp bakmazlar bile.

Pek haksız da olmazlar aslında... Bulaşın şu anda iki merkez üssü büyük işyerleri ve toplu ulaşım. Kısa süre önce şampiyonluğu zorlayan hastanelerin, vaka sayısında iddia edilen kadar olmasa da yaşanan gerileme ve insanların hastanelerden mümkün olduğunca uzak durma duyarlılığına dönmesi nedeniyle sıralamada geri düştüğü tahmin edilebilir. Büyük işyerleri ve toplu ulaşım işçi sınıfının mekânlarıdır. Pandeminin emekçilere doğru ittirilmesinin kapitalizmin “toplum sağlığı” stratejisinin özü olduğunu gölgeleyecek her akıl yürütme yanlıştır. İsrail temsilciliklerinin önündeki açık hava alanlar bu açıdan solda sıfır kalır.

Sonra; “kapanma”nın, kendi çıkarı söz konusu olduğunda doğrudan iktidar tarafından ihlalinin alternatifi de “yasağın titizlikle uygulanması” olamaz. Aklı başında yurttaşlara, sola, ilericilere, emekçilere düşen, siyasal örgütlenmenin ve toplumsal yaşamın baskı altına alınmasına, her tür sosyalleşmenin tasfiyesine karşı çıkış yolu aramak ve bulmaktır. Yani “madem öyle kimse çıkmasın” değil; doğrusu “asıl biz çıkacağız” demek ve çıkmanın yolunu bulmaktır. Bir ölçüde 1 Mayıs’ta yaptığımız gibi.

Geçen yıl dünya ölçeğinde sokak kısıtlarının nasıl delindiğini, ABD’den başlayıp yayılan ırkçılık karşıtı eylemleri hatırlayalım. Bulaş olmasın diye ırkçı polislerin siyahları katletmesi sineye çekilebilir mi?

AKP’nin Filistin eylemininse 2020 yazı örneğiyle alakası yok. İkiyüzlülük memleketinde düzen partileri istisnasız biçimde Filistin’den ziyade İsrail’e yakın konumlanıyorken, Filistin konusu tabulaştırılıyor olabilir. Ama verili ele alınış biçimiyle bu gündem halka ve ilericilere yaramaz. İsrail protestosu ya bu devletle ekonomik ve askeri bağlantıları da topa tutar, ya da bunu yapmadığı ölçüde hızla Yahudi düşmanlığına oturur. Böyle bir eylem çizgisi, Siyonist-emperyalist merkezleri asla rahatsız etmemekte, tersine Yahudi düşmanlığını körüklediği için İsrail devletine kendini aklama, saldırganlığına mazeret uydurma fırsatını hediye etmektedir. Geçen akşam sokaklara dökülen güruhun işlevi Filistinlilere “eksiğiyle fazlasıyla” sahip çıkmak değil, İsrail’in ırkçı faşizmine koruma sağlamaktı!

Bunlar alenen çözülmekte olan AKP’nin beyhude puan toplama çabalarıdır. Kriz derinleştikçe ve belki seçim olasılığı güncellendikçe milliyetçi, dinci limanlara daha çok sığınacaklar. Bana sorarsanız sınıfsal adaletsizliğin belli bir derecenin üstüne çıktığı koşullarda bu demagoji bekledikleri sonucu biraz zor verir. Ama yine de sırtımızı “bir şey çıkmaz”a yaslamak yerine cesur davranmanın zamanı çoktan gelmiş bulunuyor.

Örneğin bugün Filistin’deki yangına ırkçı Siyonizm kadar İslamcı dinci gericilik de benzin dökmektedir. Bunu açıkça söyleyeceğiz. Filistin Direnişi ya laiktir ve halkçıdır, ya da yoktur. Şeriatçı direniş, dinci kurtuluş olmaz! 

Veya bir başka demagojik liman olan Kıbrıs’a “iki devlet” teziyle bölücülük dayatmak şoven bir seçim yatırımından başka kapıya çıkmaz. Bir dönem kumarhaneye çevirdikleri Kuzey Kıbrıs’ı şimdi de bir tarikatın tekine emanet edilmiş Sünni Anadolu kasabalarından biri haline getirme fikrini reddederiz. 

Özetle AKP’nin sığınacağı limanlar bize çaresizliğimizi anlatmamalı, suskunlukla onaylanmamalıdır. Biz o limanları ateşe vermeliyiz.

Lafa sokaktan başlamıştık… AKP’nin çok zorladığı, ama en tutmayacak şey sokak hâkimiyetidir. Kimse kusura bakmasın, sokak geleneksel olarak halkındır, solundur. Türkiye’de egemen güçler zaman zaman buna meydan okumaya kalkışmışlarsa da, tez zamanda sokağı yasaklamayı daha güvenli bulmuşlardır. Durumun belli ölçülerde farklı olduğu, genel doğrudan saptığı zamanlar ve ülkeler olabilir; ama bugün Türkiye onlardan biri değil. Bizde sokağın sağı yoktur, çünkü dincisiyle, faşistiyle sağcılık, devlet garantisi olmadan sokağa çıkmaz. 

Sol yeterince cüretli davrandığında yine çıkamaz hale gelecekler.