Soma’da özelleştirilen madende 301 işçi yanarak ve boğularak can verdi. Çankaya şişmanı Özal’la başlayan Beştepe’nin Uzun’u ile devam eden neoliberalizmin, özelleştirmeciliğin en somut başarısıdır!

Şişman’dan Uzun’a işçi sınıfı tarihi

Patronların adamlığından Cumhurbaşkanlığına terfi eden Turgut Özal'ın Özel Kalem Müdürü Engin Güner, üç yüz odalı yazlık saraya bakıp iç geçirdi geçen gün, “Okluk Koyu'nda yıkılan ev 3 nohut oda, 1 bakla salondu” dedi.

E daha cuntanın yaralı ele geçirdiği Cumhuriyet ayaktaydı. Öyle aklı esen koyları işgal edip saray falan yaptıramıyordu. Haliyle mütevazı “devlet konukevi”ne sığmaya çalışıyordu “koca” cumhurbaşkanları. 

Yalnız oda sayısı esasa ilişkin değildir. Oralarda her durumda patronların adamları oturur. Turgut Özal Okluk Koyundaki üç oda bir salonda yatıp kıyısında gövdesini serin sularda dinlendirirken patlak verdi madenci direnişi… Özetle hikayesi şöyle; Özal madenleri özelleştirmek istiyordu ama kamuoyu buna henüz hazır değildi. Tek çıkar yol madenleri zarar ediyormuş gibi göstermekti. Ocakları kapattılar ve üretimi düşürürler. Öyle olunca kârlılık da azaldı. “Zengin sever” -kendi sözüdür- Turgut Özal ite kaka gelinen durumu şöyle ifade ediyordu:

“Zonguldak kömür havzasında işçiye verilen ücret, sattığınız kömürün bedelini karşılamıyor… Zararı 500-600 milyarı buluyorsa yarın yüzde 60 zam verdiğiniz zaman bu açık, bu zarar 1 trilyonun üstüne çıkar. Kim ödeyecek bu parayı? Devlet baba ver bakalım diyecekler. Devlet nasıl verecek? Ya vergileri arttıracak ya da para basacak…Üretim olmayan yere haddinden fazla para verirseniz enflasyonu körüklersiniz.” Ününü patron örgütü MESS’de yöneticiliği sırasında yapmıştı, haliyle böylesine militan bir patroncuydu Özal. 

Bu kararlılık karşısında çıkar yol bulamayan madenciler grevi gitti. İktidar da lokavt ilan etti buna karşılık. Fakat Özal’ın ummadığı bir tepki oluştu. Genel Maden- İş'e bağlı 48 bin işçi eksiksiz greve katıldı. Çevre il ve ilçelerdeki emekçiler de Zonguldak'a yığılınca ülke tarihinin en büyük işçi hareketlerinden birinin başlama vuruşu yapılmış oldu. Bu öyle büyük bir sarsıntıya yol açtı ki “sarı” Türk-İş genel grev ilan etmek zorunda kaldı. Ertesi gün 100 bin emekçi yollara düştü, Ankara’ya yürüyeceklerdi.

Ülke o yürüyüşte duydu o sloganı ilk. 100 bin işçi “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” diyerek yürüyordu Zonguldak’tan Ankara’ya doğru. 

O büyük işçi yürüyüşünden sonra, 3 Mart 1992 tarihinde, Zonguldak’ın Kozlu ilçesinde ülke tarihinin en büyük grizu patlamalarından biri meydana geldi. 263 Madenci öldü. Madenler hem verimsiz hem tehlikeliydi artık. Çankaya’nın şişmanının istediği olmuştu, madenler özelleşmişti…

***

Madenlerin özelleştirilmesi aslında “görece” yeni bir akım. Neoliberal dalganın uzantısı olarak 1970’li yıllarda İngiltere ve ABD’de başladı. Patronlar ve adamları “Devlet yönetimi etkisiz, her şeyi özelleştirirsek, üretim ve karlılık artar” diye haykırıyordu. Her şeyi özelleştirdiler, patronların kârlılığı arttı, gerisi eski hikâye!

Bu vahşetin bizde kabul görebilmesi için Cuntanın her türlü örgütlülüğü dağıtması, solu silmesi gerekiyordu. Alanı düzleyince ilk adımı Soma’da attılar, başarısız oldular. 2000’li yılların başında yeniden denediler. Madeni olmasa bile işleri büyük ölçüde özelleştirdiler ancak sonuç neoliberal tezlerin tam tersini gösteriyor, üretim ve karlılık düşüyordu. Nihayet üretim artmaya başladı ancak bunun ne pahasına olduğu da az zamanda anlaşıldı. Patronlar işçileri köle gibi çalıştırıyor, alınması gerekli önlemlerin tamamı ihmal ediliyordu. 2014’te gerçekleşen ülkenin en büyük madencilik faciasının yolu da böyle döşendi. Soma’da özelleştirilen madende 301 işçi yanarak ve boğularak can verdi. Çankaya şişmanı Özal’la başlayan Beştepe’nin Uzun’u ile devam eden neoliberalizmin, özelleştirmeciliğin en somut başarısıdır!

Soma’da özelleştirme ile başlayan insanlık dramları devam ediyor hâlâ. Uyar Maden'de çalışan işçilerinin tazminat hakları verilen tüm sözlere rağmen yıllardır ödenmeyince işçiler direnişlerini yine Soma'dan Ankara'ya taşıdı geçtiğimiz günlerde. Yürüyüşleri Ankara girişinde polisler tarafından durduruldu. İktidarla görüşmeyi onlar adına Bağımsız Maden İş Başkanı Tahir Çetin yapacaktı. 

AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş da görüşülecek, maruzat bildirilecek muktedirler arasındaydı. Görüşme sırasında "hakkımızı ödeyeceksiniz" diyen madenciye Elitaş “Bana ne? Bana mı çalıştınız?” diyerek yanıt verdi. Madencilerden biri size oy verdik diyecek oldu, vermeseydiniz diye cevapladı.

Alan aldı, satan sattı, çalan çaldı. Madencinin verdiği ve vereceği oy artık karşılıksızdır. AKP’li Elitaş’ın özgüveni bundan kaynaklanıyor.

Madenciler çaresiz düştüler dönüş yoluna. Günlerin yorgunuydular. Bağımsız Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin ve madenci Ali Faik İnter dönüş yolunda geçirdikleri trafik kazasında öldü...

Zengin sever muktedirler ve acımasız patronların arasına sıkışmış işçinin payına ya açlık ya ölüm düşer. Köşklere, saraylara işçi düşmanlarının yerleştirilmesi de işte bunun içindir. Üstelik işçinin, madencinin oyuyla ve onayıyla yaparlar bunu. Onlar köşkün şişmanı ve sarayın uzununa inandığı için kesintisiz sürer bu zulüm…. 

***

1992’de Zonguldak’ta 263 madencinin ölmesiyle 2014’te Soma’da 301 madencinin ölmesi arasında geçen sürede patronlara yeni patronlar eklendi. Eski patronlar kârlarını her yıl katlayarak büyüttü. İşçilerin lokmaları ise sistematik olarak küçüldü. Okluk’taki üç odalı devlet konuk evi de 300 odalı devasa “Şahsım Sarayı”na dönüştü.

Ankara’da 1150 odalı bir tane daha var. Ahlat’ta oda sayısını bilmediğimiz birinin inşaatı sürüyor. Bu sırada Osmanlı bakiyesi ne kadar saray, köşk varsa çalışma ofisi yaptılar. İktidarları saraylara sığmıyor. On bir uçağının savunmasını yapıyordu önceki gün. “Satacaklarmış, dünyayı nasıl dolaşacaksınız” diyerek yapıyordu bunu. Osmanlı hayali peşinde düşman olmadıkları ülke kalmadı halbuki. On bir uçağı var ama 11 ülke yok kapısını çalabileceği. 

O kadar yağmaladılar ve o kadar semirdiler ki ekonomik kriz kapıyı çalınca Saraydan emekçilere seslendi tuzu kuru “först leydi”, “porsiyonlarınızı küçültün az yiyin” dedi. 

Kriz varsa emekçinin porsiyonları küçülür. Ama kriz olsa da olmasa da zenginlerin ve adamlarının porsiyonları büyür. O kadar öyledir ki Çankaya’nın şişmanı ölçüsüz yemekten değiştirmiştir dünyasını.

***

Böyledir, devlet her daim emirlerindedir. Önce devlete dayanarak semirirler, sonra devletin elindekini yağmalayarak semirirler. Zenginlikleri devlet aracılığıyla veya doğrudan bizden, emekçiden, madenciden, çiftçiden çaldıklarıdır. Yoksuldan çalarak, doğayı yağmalayarak semirirler.

Bir avuç asalaktan ibarettir aslında toplamı. Urfalı tütün işçilerinin deyişiyle “tırşıkçı kapitalistler”dir nihayetinde. Kanımızı emerek besleniyorlarsa biz sırtımızdan atmıyoruz diyedir.

Demek ki vermeyeceksiniz oyunuzu. Örgütlenip kanınızı da emdirmeyeceksiniz. İşte o zaman bizden çaldıkları ne varsa geri alabiliriz. Yazlık-kışlık saraylarında keyif çatarız hep birlikte. Hepsi anamızın ak sütü gibi helaldir…