Oyların bölünmesinden söz etmek için komünistlerin ve tarikat üyesi olmayan hırsızların yan yana duruyor olması gerekir. Biz hiç yan yana gelmedik ki! 

Oyları bölmenin farklı renkleri

Seçim tartışmalarının başında gelen bir argümandır, bir tarafın diğerlerini oyları bölmekle suçlaması… Kural olarak bir “baş düşman” olması gerekir. Baş düşmanın karşısında da, üçüncü taraflar suyu bulandırmazsa kazanacağı öngörülen bir temsilci. Buna da “baş temsilci” diyelim. Baş düşman ile baş temsilci’nin dışında kalan seçenekler, mesele seçim olduğunda teferruat sayılmaktadır.

O halde şu saptamayı yapabiliriz: “Oyları bölme” suçlaması veya tartışması iki alternatifli bir sistemi varsaymaktadır. 

Peki, iki alternatifli veya iki partili sistemi kabul etmiyorsanız, ne olacak? Hani, çok partili demokrasi, düşünce özgürlüğü, siyasal haklar… Suçlayıcı hükmünü vermiştir: Her şeyin bir zamanı vardır! Herkes istediği siyaseti güdebilir, ama seçim bunun zamanı değildir! Seçimden sonra istediğini yapabilirsin, ama şimdi olmaz!

Bana kalsa, saptamalara devam ederek, bu tutumun antidemokratik olduğunu ortaya atmazdım. Zira siyasette demokrasi sözcüğünü on cümlede kullansanız, dokuzunun özü yalandır! Ne çare ki, kendi siyasetinin dışındaki seçeneklerin gündeme getirilmemesini savunan “baş temsilci” bunu elbette demokrasi adına yapmaktadır. Baş düşmanın demokrasiyi yok ettiği ve edeceği o kadar kesindir ki, baş temsilci de diğer tezleri, seçim döneminde gayrimeşru ilan etme hakkını kendinde görür!

Aslında seçimin siyasal mücadelenin en önemli anı olduğu da yalandır. Ama burada önemli olan “oyları bölme” diye efelenenlerin, siyasetin en önemli saydıkları alanını sola yasaklamalarıdır!

Peki, ya çizilen siyasal tablo temelden yalansa, baş düşman ile baş temsilcinin birçok konuda aslında kardeş oldukları gerçeğin ta kendisiyse? 

Örneğin belediyelerin bütün işlerini kâr için çalışan özel şirketlere yaptırmaları konusunda baş düşman ile baş temsilci aynı saftaysa… 

Belediyenin işlerinin ihale edilmesi ve bunun ötesinde faaliyetlerin taşeronlara aktarılması çalışanları bölüyorsa, halkın oylarıyla şekillenen bir kurum halkın çocuklarına haksızlık yapıyorsa… 

Veya her iki “baş” belediyeleri şirket gibi yönetiyor veya bir dizi şirketi bünyesinde barındıran bir holdinge dönüştürüyorlarsa, ama biz bunu kökten yanlış buluyorsak… 

Ya iş tercihlerinin kriteri ve hatta başarının ölçütü kâr oluyor ve hikmetinden sual olunmayan efendimiz olarak “Kâr” yeri geldiğinde yeşil alanı, yeri geldiğinde tarihsel mirası, hatta yaşam alanlarını ezip geçiyorsa ve bu konuda iki politik alternatif arasında ilkesel bir tutum farkı yoksa… 

Baş düşman ile baş temsilci halkı veya seçmeni müşteri derecesine indiriyorsa ve istenmeyen üçüncü taraf olarak biz belediye hizmetlerini ortak kolektif yaşamın vazgeçilmez unsuru sayıyor, toplumsal dayanışma ve kamusallık kavramlarının merkeze konmasını savunuyorsak… 

Özetle, oyları bölmeyin lafı, halkın yararına olmanın ötesinde halkın gerçek çıkarını temsil eden bir seçeneğin serpilip boy atmasını önlemenin en etkili aracı olarak karşımıza çıkmakta, çıkartılmaktadır.

Buraya kadar kimleri kast ettiğim anlaşılmış olmalıdır: Türkiye’de ortalama sol duyulara göre AKP-MHP baş düşman ve CHP ile müttefikleri baş temsilcidir. Genel başkanlık kariyerine laikliğin tehlikede olmadığını söyleyerek başlayan Kılıçdaroğlu döneminde, CHP adına sola dönüp “oyları bölmeyin” diyenlerin en büyük dayanağının “laiklik elden giderse nice oluruz” olması, komedi midir trajedi mi; siz karar verin. Ama ortada laikliğin kalmadığı ve bugünkü CHP yöneticilerinin de bu yakın tarihin sorumlusu olduğu kesindir.

Haksızlık etmeyelim, başka dayanakları da var. En önemlisi AKP’nin, belediyeler aracılığıyla kamu kaynaklarını “götürüyor” olmasıdır. “Bu soygun mutlaka önlenmelidir.” 

Peki, CHP’li belediye başkanları bir araya getirilse ucu bucağı görülmeyen bir hırsızlar konvoyu kurulabilir, dersem hakaret suçu işlemiş olur muyum? Madem öyle, toptancılığın her zaman yanlış olacağını ekleyeyim. Niyetim insanları haksız yere karalamak değil asla. Kuşkusuz memleketimiz namuslu belediyeciler görmüştür! Kesinlikle vardır. Hatta namuslu eylemini ve elindeki erki, kamusal alanı genişletmek, yağmaya taş koymak, laikliği toplumsal yaşamın merkezinde tutmak, emekçilerin hakkına sahip çıkmak, sanatı, kadınları, çocukları savunmak için kullananlar olmuştur. Sayıları çok olmadığı için bu değerli insanları tek tek saymak bile mümkündür! Sol bunları zaten kendi insanı sayar.

Demek ki, oyları bölmeyin sözü komünistler için genel olarak boş laftır. Komünistlerin siyasal tutumu, sadece şeriatçı sermayeseverlerle değil, tarikat üyesi olmayan yağmacılarla da taban tabana zıttır. Oyların bölünmesinden söz etmek için komünistlerin ve tarikat üyesi olmayan hırsızların yan yana duruyor olması gerekir. Biz hiç yan yana gelmedik ki! 

Son bir küçük nokta daha var. Oyların bölünmesi, elbette AKP blokunun kazanmasına hizmet edeceği için kötü... Demek ki, komünistlere oy verildiğinde, somut olarak CHP’nin kaybetme ve AKP’nin kazanma ihtimalinin gündeme gelmesi gerekir ki, “oyları bölmeyin” lafının gerçekliğe hiç değilse değmesi söz konusu olsun. Buraya kadar, yukarıda yazdıklarım bu duruma ilişkindi. 

Lakin bütün örneklerde durum böyle değildir. Son seçimlerde Kadıköy’de CHP yüzde 65 civarı oy alırken, AKP yüzde 20’yi bulamamıştır. Hatay’ın Defne ilçesindeyse CHP yüzde 70’e yaklaşırken, AKP adayı yüzde 10’a yaklaşamamıştır. Matematik bize söylemektedir ki, CHP’nin oyunu, CHP’nin kazanamayacağı derecede azaltan bir üçüncü aday, AKP’nin aradan sıyrılmasına hizmet etmiş olmaz, çünkü o sıyrılana kadar zaten kendisi seçimi kazanır!

Özetle bazı yerleşimler için “oyları bölmeyin” sözünü telaffuz edenler, bir de halkı aptal yerine koymuş olurlar.