Bu gidişle yakın zamanda AKP’ye karşı Erdoğan’la mı, yoksa Erdoğan’a karşı AKP’yle mi ittifak kurulmasının doğru olduğunu tartışmaya başlayacaklar...
Devrimci olmayacaksın, düzenin köklü bir biçimde değiştirilmesini hedeflemeyeceksin, ama muhalif olacaksın. Bu pek sevilesi bir durum değil. Değil, çünkü bu tür muhalefet “çok partili”, “parlamenter” veya “liberal” sıfatlarıyla anılan demokrasilerde iktidarı tamamlar. Sistemi iktidar ve muhalefet birlikte oluşturur. Öyle olduğu için de, bu tür demokrasilerde denetim kurumlarını, siyasi partileri, sivil toplum kuruluşlarını kapsayan, siyasi iktidarın dışındaki koca bir dünya anayasa güvencesi altındadır. Hep birlikte çarkların dengeli biçimde dönmesini temin edecekleri varsayılır…
Belki de “varsayılırdı” demeliyim. Zira bugünün dünyasını yönetenler bu kadar teferruattan sıkıldılar. TÜSİAD başkanlık sistemini boşuna istemiyordu. Bütün dünyada lider merkezli, otoriter mekanizmaların egemen olması rastlantı değil. En demokratik zannedilenden en baskıcı görünene uzanan yelpaze bayağı daralmış görünüyor.
Boşuna değil bütün bunlar: Krizden! Kâr oranı düşkünü sermaye ayakbağı istemiyor. Dolayısıyla egemen akıl muhalefet kategorisini dışlama eğilimi gösteriyor. Eskisi gibi değil yani.
Ama hal böyle diye, düzenin bütünleyicisi olarak tanımlanagelen muhalefet, “varlık nedenim ortadan kaldırılıyor” diye isyan falan etmiyor. İsyan etmek yerine bu yeni koşullarda “misyonumu nasıl yerine getiririm, ne yapar eder yeniden üretirim” sorusunun peşine düşüyor.
Başka ülkeler bir yana, Türkiye’de bulunan yanıtlar müthiş!
Erdoğan başkanlık sisteminin en iyisi olduğunu iddia etmediğini, değişikliğe açık olduğunu söyledi ya… Muhalefet atılıyor: “Biz demiştik!”
Oysa Cumhurbaşkanı, işler pek iyi gitmediğinden, birinci turda seçilememe veya parlamento çoğunluğunu yitirme risklerini hissediyor olmalı. Derdinin bu olduğunu, çok da araştırmacı veya devrimci olması gerekmeyen aklı başında bir gözlemci, gazeteci veya kafası çalışan biri yakalar. Ama egemen güçlerin, kendisini gereksiz ilan etmesinden ölesiye korkan muhalefet, iktidarın açtığı karta güya hodri meydan demeye getiriyor: “Madem böyle demokratikleşme önerilerimizi masaya koyalım”; yani AKP’yle tartışalım… Kendilerinin de inanmadığı, kendi tabanlarından bir allahın kulunu inandırma ihtimalinin bulunmadığı bu meşgaleye gireceklere kolay gelsin!
Veya şöyle… Ayasofya kararının hangi boyutunu ana muhalefetin dert ettiği anlaşıldı. Eğer Atatürk’ün imzasını Osmanlı’nın uyduruk fetih anlayışına dövdürtmek yoluna gidilmeseydi, o tartışmalar açılmadan sadece bir cumhurbaşkanı kararnamesi çıkartılmış olsaydı sorun olmayacakmış!
Bir de düzenin üvey muhalefeti var; onlara da bir liberallik oyunu yetermiş. Pazar günleri bir köşesinde Hıristiyanlar dua etse, oldu sana medeniyetler ittifakı, toplumsal barış... Meselenin cumartesiyi de Musevilere, bir diğer zamanı Alevi cemine ayırmakla hallolamayacağını anlamak çok mu zor? Zor değil, AKP’nin laiklik karşıtı bir yobaz enerjiyi açığa çıkartmaktan öte derdi olmadığı, yoksulları namazla doyurmayı denediği ayan beyan ortada… Muhalefetin yaklaşımının nereye varacağı belli oldu. Artık laiklik değil, halının rengi, fresk örtme teknikleri tartışılıyor. Cık cık, hiç yakışmamış, oysa Padişah bilmem kim zamanındaki halılar… Hakikaten, kolay gelsin!
Düzenin siyasi partilerinin iktidara gelmelerinde iki yol var. Birincisi egemen güçlerin kuralları tanımlayıp bir fair play’e olanak tanıması: “İyi olan kazansın.” Yani daha fazla para harcayan, reklam yapan, umut dağıtan, ona buna el altından güvence veren… Bu “demokratik” yol bu aralar pek rağbet görmüyor.
İkinci yol egemen güçlerin açık veya örtülü desteğine binerek iktidara yürümek. Türkiye’de muhalefet bunu tercih etmiş durumda. Büyük sermayenin kendisini göreve çağırmasını beklemek artık muhalefet stratejisidir. Ana muhalefet liderinin “bir şey yapmaya gerek yok, zaman içinde kendileri çökecek” türünden formüle ettiği strateji başka ne anlama gelebilir ki?
Uzatmayayım, düzen muhalefeti demek bir şey yapmamaktır. Bu gidişle AKP’yle seçim sistemini tartıştıklarını zannettikleri bir süre geçirirler, Mecliste kavga falan bile edebilirler. Sonra yapılan haksızlığın hesabını sandıkta soracaklarını ilan ederler. Bu zorlu koşullarda en geniş demokrasi cephesi kurulmalıdır, birlik bozulmamalıdır, oylar bölünmemelidir. Bu gidişle yakın zamanda AKP’ye karşı Erdoğan’la mı, yoksa Erdoğan’a karşı AKP’yle mi ittifak kurulmasının doğru olduğunu tartışmaya başlayacaklar...
Bu anlattığım tablo, muhalefete klasik burjuva demokrasilerinde biçilen tamamlayıcı rolün sermayenin gözünden düşmesi üzerine yapılan yeni icattır. Düzen muhalefeti allem etmekte kallem etmekte, siyasi iktidarı tamamlayıp düzenin çarklarını döndürmeye yardımcı olmayı becermektedir.
İşçi sınıfının işi bu muhalefet zeminine eklenmek değil iktidara aday olmaktır.