'Doğrusu emekçi halkın örgütlenmesi, mücadeleye kazanılması, egemen düzenin karşısına dikilmesi için uğraşmaktır. Bunun adı sosyalizmin bağımsız bir devrimci seçenek olarak kurulmasıdır.'

Kestirme derken uçuruma…

Bir zaman önce muhalif kamuoyunda yayılan kanıya göre, Erdoğan’ın karşısına kimin çıkacağının önemi kalmamıştı. Boş sandalye bile kazanırdı! 

AKP’nin zaman zaman bu yargıyı haklı çıkaracak ölçüde çöküntü yaşadığı doğrudur. “Zaman zaman” dedim, ama aslında bir “dönem doğrultusu” düşünüldüğünde de benzer sonuçlara varılabilir. Kabaca hatırlatırsak, AKP düzeninde yeryüzü emekçiler için gerçekten de bir imtihan sahasına dönmüş, mutluluğun kırıntısı bile öteki dünyaya havale edilmiştir. AKP’nin dış politika maceraları defalarca yüksek perdeden düşüp çakılmıştır. İçeride AKP’nin kararlı bir müttefiki kalmamış, tersine yirmi yıllık sürece bakıldığında kavga edilmedik herhangi bir siyasal, ideolojik akım, hatta kendi cephelerinden tarikat bile kalmamıştır. Bu düzen bir gerilim, güvensizlik düzeni olarak, aynı dönem boyunca rüyasında göremeyeceği kadar para kazanan ama dünyanın en konformist sınıfı olan burjuvaziyi sık sık tedirginliğe sürüklemektedir.

Halk sınıflarıyla, dış rakiplerle, temsil ettiği sınıfla ve düzenin farklı ağırlık noktalarıyla yaşadığı gerilimler üst üste geldiğinde “hah” diyenler çoğalmaktadır, “tamam şimdi gidiyorlar…” Gerçekten Erdoğan’ın oyun kurma yeteneğini yitirdiği, inisiyatifi kaptırdığı momentler az yaşanmadı. 

2022 yılının sonu demek, seçim yarışının start alacağı 2023 başı demektir. Ve bu muhalif iyimserliği buharlaşmaktadır. Siyasal mücadelede ayak basılan zemin gerçek sınıf çıkarları ve güç dengeleriyle belirlenir, ama bu zeminin üstünde neyin yapılıp neyin yapılamayacağında moral faktör çok büyük öneme sahiptir. Seçim yarışının başlamasına az kala düzen muhalefetinin moral üretemediği, tersine patinaj çektiği giderek açık hale geliyor.

Dönemin doğrultusu dedim ya arada; bir kere buradaki değişkenliği hesaba katmak gerekir. AKP, Ortadoğu’da çok şeyi yüzüne gözüne bulaştırdıktan sonra, yükselen emperyalist rekabet ve militarizm ortamında uluslararası konjonktüre gayet sıkı tutunmuştur. Emevi Camii'nde namaz kılamamış olmanın acısını Batı ambargosunun etrafından dolanıp Rus mallarını taşıyan Türk konvoyları çıkarmaktadır. Uçak filosunu bir türlü doğrultamayan AKP Türkiye’si, dünyaya SİHA’larla ağırlık koymaktadır. İçeride elektrik kesintisinden de faturalardan da huzur bulamayan Türkiye’nin enerji gemi filosu dünyaya yayılmaktadır… 

Özetle AKP dış kaynak açısından rakiplerine fark atacak konumdadır. Bir alt üst oluş çağında olduğumuz için her şeyin tersine dönmesi kimse için şaşırtıcı olmaz. Ama düzen muhalefetinin ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da aradığı icazeti bulamadığını görmek durumundayız. 

Emekçilerin üstündeki baskı elbette yalnızca görünüşte hafifleyecek, asgari ücret zammını da, EYT düzenlemelerini de enflasyon alıp götürecek, geride kalan yıllarda uğranılan kayıplar asla telafi edilemeyecektir. Ama yoksulların önünde sadece iki yol olabilir: Ya içi boş da olsa umut kapıları ya da hak mücadelesi. Düzen partileri ikinci seçenekten topluca uzak durmakta, umut kapısını ise sadece AKP tutmaktadır!

Hal böyleyse, burjuvazi de kendisine dış pazarlarda parlak vaatlerde bulunan, sömürüyü sağlama alan, görülmemiş edepsizlikle kaynak aktarmayı sürdüren AKP’nin şerefine bir kadeh daha kaldırır! 

Geriye düzenin siyasi partiler dahil, ama onlardan ibaret olmayan ideolojik ve politik ağırlık merkezleri kalıyor. Bunların AKP’yle herhangi bir doku uyuşmazlığı olmadığını hangi pencereden gözlemlemeyi tercih ederseniz? Mansur Yavaş’ın, selefinin projelerini nasıl takip ettiğine mi bakmak istersiniz, Kılıçdaroğlu’nun çoktan masadan kalkmış türban gündeminden Erdoğan’a gollük pas çıkartışına mı? İyi Parti’nin, seçimin anahtarı denen Kürt oylarını uzak tutma uğraşının AKP’ye yarayacağı gün gibi açık. Yoksa Akşener için hangi cumhurbaşkanının başbakanı olacağının bir önemi yok mudur? Öte yanda Kürt siyasetinin iç gerilimlerine oynama yeteneğini kaybetmediği görülen AKP’nin seçimde bu kesimi seyreltmesinin mümkün olmadığı nasıl iddia edilebilir? Yirmi yılda nice işkenceden geçmiş solumsu ulusalcılardan milli çıkar amigosu türetmiş bir iktidar için “yapamaz” demekte acele edilmemelidir. Dokuları uyuşuk bütün bu unsurların, açık söyleyelim iki temel kriterleri vardır. Dışarıda “büyük güçler”e, yani sınırların ötesine bakarlar. İçerideyse “ayakların baş olma” ihtimalinden uzak durmaya bakarlar. Bu tabloda bir Baykal’ın kızı eksikti, o da tamam oldu!

Başta yoksullaşma olmak üzere toplumun üstünü örten umutsuzluk ve mutsuzluğun bir faturası olmalıdır. Bu fatura seçime de yansımalı, önce Erdoğan’a ve AKP’ye kesilmelidir. Bu işin gayet kolay olacağı tezi, son viraja gelirken batmaktadır.

Çünkü çözüm ve kurtuluş için kestirme yol aramak temelden yanlıştır. Kestirme pekâlâ uçuruma da açılabilir.

Doğrusu emekçi halkın örgütlenmesi, mücadeleye kazanılması, egemen düzenin karşısına dikilmesi için uğraşmaktır. Bunun adı sosyalizmin bağımsız bir devrimci seçenek olarak kurulmasıdır. Kimse “devrim mi yapacaksınız” diye zevzekliğe kalkışmasın. Bu seçenek ağırlık kazandığında, düzen siyaseti emekçileri dikkate almak zorunda kalır, herkes önünü ilikler, siyasetin ekseni sola kaymaya başlar. Toplumsal gelişme, ilerleme egemenlerin tercihlerinden, aralarındaki rekabetten değil sadece buradan, yani sınıf mücadelesinden çıkar. Tabii, bu söylediğim Erdoğan gitsin derken gelişme, ilerleme gibi şeyleri kast edenleri ilgilendirmektedir…