'Solun bu güçlü nesnel zemininin ilk iddia ve ilan edildiği yerde Mustafa Suphi hareketi vardı. Öldürülmelerinin üstünden 101 yıl geçtikten sonra önce bu hatırlanmalı. Gayet somut olarak…'

On beşleri hatırlamak

Türkiye’de komünizmin “öldüğü” veya “demode” olduğu görüşü, ikna ediciliğini kaybedecek ölçüde çok tekrarlandı. Madem öyle ne diye bu kadar uğraşmaya ihtiyaç duyuyorlar?

Solun siyasetteki yerinin, geniş kitlelerce bir iktidar alternatifi olarak kabul edilecek kadar geniş olmadığı açıktır. Ancak solun değerinin bununla ölçülmesinin imkânsız olduğu da bir o kadar açıktır. Türkiye’de sağcılık güvenilmez bir akımdır. Sağ açılımlar kendilerini hep soldan temize çekmeye ihtiyaç duyarlar. CHP boşuna ortanın solunu icat etmemiştir. Sağın her biri zenginliği dillere destan liderleri halk adamı kisvesini özenle uydurmuşlardır. AKP dinci taassup üstünden değil demokratikleşme efsanesiyle önünü açmıştır. İstisnası yoktur bu yöntemin. Sağ sol göstermek zorundadır. 

Buradan ne çıkar? 

Solun reddedilemez erdemliliğinin bir sınıf örgütlenmesiyle bütünleştiğinde siyasetteki yerinin de hızla genişleyeceği çıkar. Ülkenin sağa mahkûm olduğu, toplumun büyük çoğunluğunun sağcı olduğu yolundaki tezlerin palavra olduğu çıkar. Bu iddiaların gerçek işlevi, karalanması mümkün olmayan sola karşı güvensizlik duvarını yüksek tutmaktır. 

Solun bu güçlü nesnel zemininin ilk iddia ve ilan edildiği yerde Mustafa Suphi hareketi vardı. Öldürülmelerinin üstünden 101 yıl geçtikten sonra önce bu hatırlanmalı. Gayet somut olarak…

Osmanlı’nın son on yılları bir açılım mezarlığıdır. Üç tarzı siyaset, yani Osmanlıcılık, pan-İslamizm, Turancılık… Sonuncu halkadan savunmacı bir milliyetçilik çıkartılmaya çalışıldığı sırada komünizm bir dördüncü veya beşinci dalga olarak kendini gösterdi. 

Komünizmin sanayi işçisi zemini kuşkusuz zayıftı. Üstelik savaşlar bu zemini daha da geriletmişti. Ama diğer tarafın hali içler acısıydı. Osmanlı’nın kapitalizm yolu bir yıkıma dönüşmüş, emperyalist güçler bölüşmekte oldukları dünyada Türkiye’ye küçük bir sömürge olmaktan fazlasını reva görmemişlerdi. Sol bu noktada radikal bir kopuş olarak kendini gösterdi.

Üstelik Büyük Ekim Devriminin çocuğuyduk. Savaş yorgunu bir ülkeye barış vaat eden, emperyalist işgale karşı gerçek bir dayanışma eli uzatan, yoksulluktan kırılan bir halka eşitlik diye seslenen bir devrim. Komünizm tartışmasız biçimde cazibe merkezi oluyordu.

Mustafa Suphi’nin adıyla anılan TKP anti-emperyalist ve yurtseverdi. Türkiye yalnızca bu yoldan giderek yeniden kurulabilirdi. Bu hareket saltanat karşıtıydı. Eski Türkiye gerçek anlamda tükenmişti. Dinsel taassup halkın cahil bırakılmasından, boyun eğmeye zorlanmasından başka bir işleve sahip değildi. Ülkenin varlığının sürmesi, halkın ayağa kalkmasına; halkın ayağa kalkması laikliğe bağlıydı. Ümmet değil yurttaş olunacaktı. Çözülen çok uluslu bir imparatorluk düzeninin yerini alması gereken yapı halkların kardeşliğine dayanmalıydı. TKP tam da buydu…

Türkiye’de komünizmin temsil ettiklerini imha etmek mümkün değildi. Yeni kapitalist Türkiye bu erdemleri tanıyarak ama bir siyasi hareket olarak komünizmin önünü keserek kuruldu. Komünizm bir siyasal iktidar alternatifi haline gelemedi, ama muazzam bir ideolojik ve kültürel alan kazandı. Öldü, bitti dediler durdular. Mümkün değildi. Mümkün olmadı. 

Mustafa Suphi ulusal kurtuluşun kalıcı olabilmesi için toplumsal kurtuluşla tamamlanması gerektiğini iddia etti. Türkiye’nin bağımsızlığı, laikliği, cumhuriyet değerleri tam da bu açının bıraktığı boşluğa çökmüş bulunuyor. İddiamız tersinden kanıtlandı. Demek ki, komünizmin geleceği aydınlatabileceğine dair bir kanıtımız var. Halkımızın erdemlerini bir sınıf örgütlülüğüyle bütünleştirdiğimizde aydınlanır…

On beşler gerçekçi miydi? 1920’den 1921’e dönerken Türkiye’de amele ve rençperlerin devrimci partisi, ulusal kurtuluşu toplumsal kurtuluşla taçlandırmak üzere topluma önderlik edebilir miydi? Bilimsel yargının soğukkanlılığı bu soruya olumlu yanıt vermemize yardımcı olmuyor... 

Bunu onların görmediğini düşünmekse olup bitenden hiçbir şey anlamamak olur. Mustafa Suphiler gerçekleşmesi olanaksız bir hayalin peşinden ölüme giden maceracılar değildi. On beşler Türkiye’de gerçek kurtuluşun önünü açabilecek biricik doğruyu inşa etmek için, açılması güç kapıları zorlamaya kalkan kahramanlardı. 

O gün için, yenildiler. Öldürülebiliriz diye denemeseler miydi? 

Denemeselerdi, bugün komünizmin nesnel zemini dediğimiz değerler bütününün hali ne olurdu? 

Yaşıyorlar diyoruz ya, her ölüm yıldönümlerinde. Komünizmin bugün üstünde durup ileriye yürüdüğümüz nesnel zemini yüz küsur yıl önce şekillenirken On Beşler tam oradaydılar. 

28 Ocakta geçmiş bugüne bağlanıyor. Mustafa Suphilerin yenilip yenilmedikleri sorusu geçmişin bilgisi olmaktan çıkıyor, bizim mücadelemizde yanıtlanmayı bekliyor.