Tarihsel önem (Ali Gezici)

Ülkemiz büyük bir direniş yaşadı. Milyonlarca insan yurdun dört bir tarafında alanlara çıktı, AKP’ye olan büyük tepkisini dışa vurdu. Kısaca, ‘’bu halktan bir şey olmaz diyen’’ tez, çöktü.

Ayaklanmadan sonra her siyasi özne bu direnişin bir tarafından tutup kendine alan açmaya gayret gösterdi/gösteriyor. Ayaklanmaya dair yapılan tespitleri burada tartışmayacağım ancak bir noktaya vurgu yapmakta yarar var: Ayaklanmayı veri almayan hiçbir siyasi özne, yeni dönem değerlendirmesinde bulunamaz veya yeni dönemde belirleyeceği siyaseti ayaklanmaya bakmadan yapamaz. Bunu yapan her siyasi çıkış kadük kalmaya mahkumdur.

Haziran ayaklanmasını veri almadan yapılan yeni dönem değerlendirmeleri nasıl çıkışsızsa, ayaklanma yaşanmadan evvel ülke siyasetinde nerede durduğunuz, AKP’nin 11 yıllık iktidarına nasıl baktığınız, yaşanan gerici dönüşümleri nasıl değerlendirdiğiniz de ayaklanmadan sonra yapacağınız tespitler kadar önemlidir. Ayaklanmadan evvel ve sonrası yapılan ülke değerlendirmeleri, birbiri arasında süreklilik arz eden iki olgudur.

*****

Ülkemiz, AKP eliyle yapılan dönüşüme direnememiştir. Burada uzun uzadıya Akp’nin 11 yıllık iktidarında yarattığı dönüşümlere ve değişimlere girmeyeceğim. Daha fazla sosyalist kesimin bu değişime dair direnci(siyasi ve özellikle ideolojik olarak) ne olmuştur ve konumlanışları nasıl şekillenmiştir… bu konular etrafında dolaşacağım.

Kırılma yaşanan kimi tarihsel uğraklardan iki tane örnek vereceğim. Bunlardan biri Ergenekon davası, diğeri ise 2010 referandumu.

Ergenekon davası- AKP’nin topluma pazarladığı şekilde söylersek- ülkenin bütün karanlık odaklarının ilga edilmesi ve ülkenin demokratikleşmesi olarak lanse edildi. Burada bir kısım sol ve özellikle liberalizme bulaşmış sol, sazan gibi meseleye atlayıp, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak palavraları sıkmaya başlamıştı bile. Ancak kısa zamanda ortaya çıkan durum hiç de böyle olmadığını gösterdi. AKP kendi diktatörlüğünü sağlamlaştırmak için bir operasyon yapıyor ve topluma bunu kabul ettirebilmek maksadıyla aynı zamanda, kimi sol kesimi yanına çekebilmek için, eski kontrgerillanın bir kısmını içeri alarak meşruiyet sağlamaya çalışıyordu. Ama gelinen noktada bu zokayı yutan sol da dahil, şuanda Ergenekon davasının bir temizlik ve demokratikleşme adımı değil, AKP’nin diktatörlüğünü sağlamak ve sağlamlaştırmak için yapılmış operasyon olduğu genel kabul gören bir durum.

Bir diğer kırılma anı 2010 referandumu. Ergenekon davasına koşulsuz destek çıkan ve gerçeği görmekte zorlanan kimi sol kesimler, yetmez ama evet diye bir çalışma yaparak, AKP’nin değirmenine su taşımaya devam ettiler. Bir diğer durum ise boykot kararı olmuştu. Kürt siyasi hareketinin ve onun etrafında kümelenen kimi sol kesimler boykot kararı etrafında birleştiler. Çok detayına girmeden bu boykot kararının da, referandumda AKP’ye destek vermemiş gibi görünse de, ne yazık ki AKP’nin işine gelen bir tavır olmuştur! Son kertede, gerçekleşen ve Akp zaferiyle noktalanan referandum, AKP’nin devlet sathında yerleşiklik kazanmasını ve 2. Cumhuriyet’in ilanı anlamına gelmiştir.

Yukarıda değindiğim kırılma anları ülkenin dönüşümünün en kritik uğraklarıdır. Bu yüzden tartışırken bu iki örneğe yer vermek, anlamlıdır.

Bir diğer önemli konu, AKP’nin sola karşı ideolojik müdahalelerinin yanında muhalefetin nasıl konumlanması konusunda, kimi muhalif kesimlerden sola akıl vermek girişimleriydi. Bunlardan bir tarafı Ergenekon davası çerçevesinde oluşan en genel siyasi terim olarak Kemalizm, diğer taraftan uzun zamandır kendini hissettiren Kürt meselesi.

AKP’nin, ülkemizi bu kadar rahat dönüştürebilmesinin en önemli nedenlerinden birisi de bu iki kesimin birbirlerine olan ilginç yaklaşımlarıdır. İlginç çünkü: İktidarda olan gerici partiyle mücadele yerine, KCK davasında yaşananlara Kemalist kesimin yaklaşımı, Balyoz, Ergenekon vs. diğer kesimi etkileyen davalara Kürt siyasi hareketinin yaklaşımı Akp’nin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramamıştır. Bu durum toplumun bir çok kesimin umutsuzluğa daha fazla mahkum olmasına neden olmuş, AKP bıyık altından her iki kesime de nanik yapmıştır!

Bu iki kesimin birbirleriyle olan verili durumu solu bir takım eklemlenme süreçlerine itmiştir. Ancak bu eklemlenme, solu, kişiliksizliğe mahkum edecek düzeye çıkmıştır. Solun değerleri, değersiz gibi davranılmaya ve solun bir toplumsal seçenek olabilmesinin ancak başka ideolojilere, kesimlere, örgütlere yaklaşarak olabileceği gibi tespitler dile gelmiştir.

Halkımıza şükranlarımızı sunarak, gösterdiği bu direnişle beraber solun bu kişiliksizliğine de ön kesici olmuştur. Ayaklanma, solu başka mecralarda üvey evlat konumundan çıkarıp, silkinmesine ön ayak olmuştur. Halk,’’ ben buradayım ve sana hiç de uzak durmuyorum’’ diyerek kimi sol kesimlere, ayaklanmadan evvel yaşadıkları bunalımı aşmalarına yardım etmeye çalışmıştır.

Şu an sol için en kritik mesele, yukarıda anlatılan iki kesimin baskısına boyun eğmeden kendi toplumsal seçeneğini güçlendirmektir. AKP’yi, diğer iki kesimin muhalefeti alaşağı edebilseydi veya ideolojik kapsayıcılığı geniş olsaydı, bu kadar kitlesel bir ayaklanma yaşamazdık. Çünkü buna gerek duyulmazdı. Ancak halkımız ‘’ben AKP’den ve onun zihniyetinden bıktım’’ dedi ve beni temsil eden siyasi özne yok, çıkışı yaptı. Sol, bu çıkışı sosyalist seçenek ile buluşturmakla yükümlüdür.

Sosyalist sol, Hazirandan evvel yapılan eklemlenme veya kişiliksizleşme çalışmaları değil, sosyalizmin bir toplumsal güç olarak burjuvaziye ve onun gerici siyasi temsilcisi AKP’ye meydan okumalıdır. Bütünlüklü bir perspektif ile örgütlü halk desteğini yanına alarak.

Sol bir sınav vermek zorundadır artık. Bu sınav tarihsel öneme sahip bir sınavdır… Tarihsel öneme…