'Kölelik içinde kölece barış'a hayır (Gülçin Uz)

Türkiye sosyalist hareketinin bugün tek kaygısı meşrulaşma ve toplumsal dayanaklarını oluşturma meselesi olmalıdır. Peki sözünü ettiğimiz bu meşruluk ya da güvenilir bir toplumsal zemine oturma nasıl gerçekleşecek? Eğer bir sandalye üzerinde düşmeden oturmak istiyorsanız sandalyenin sağlam olmasının yanı sıra nerede durduğu da büyük önem taşır. Bugün Türkiye’ de sandalyesini sınıfsal bir düzleme yerleştirmeyen her ideoloji ayaklarının kırılmasına ve tepetaklak yere yuvarlanmaya hazırlıklı olmalıdır.

Lenin 1913 Mart’ında kaleme aldığı “Karl Marks’ın Doktrininin Tarih Karşısındaki Yeri” başlıklı kısa yazısında 1844 yılından, yazıyı yazdığı yıla kadar olan süreci 3 evreye ayırıyor: “1848 Devrimi’nden 1871 Paris Komünü’ ne, Paris Komünü’nden 1905 Rus İhtilaline, Rus İhtilalinden günümüze.” (2)

Bu dönemleri Marks’ ın öğretisinin uyandırdığı ilgi ve bulduğu karşılık anlamında değerlendirirken 2. dönemi yani Paris Komünü’nden 1905 Devrimine kadar olan 34 yıllık dönemi “barışçı” dönem olarak nitelendiriypr ve liberalizmin burjuva devrimleriyle işini bitirdiğinden, artık hedeflediği dönüşümleri “barışçı” söylemlerle gerçekleştirme evresine girdiğinden bahsediyor.

Aslında meseleye bütünlüklü bir çerçeveden baktığımızda aradan geçen onca yıla rağmen çok da fazla bir değişikliğin söz konusu olmadığını görebiliyoruz. Emperyalizm her dönemde ve nesnellikte kirli pazarlıklara temiz kelimeleri kullanarak başlıyor.Tıpkı bugün olduğu gibi. “Emperyalizm, bölgede kendi çıkarlarına yarayacak ve arkasından farklı bir savaş sahnesinin açılacağı “sükunet” fasılası için Ortadoğu’yu ve Arap yarım adasını stabilize etmeye çalışıyor.” (3) Barış deyince akla gelen anahtar kelimeler sanırım uzlaşı, savaştan uzaklaşma-kurtuluş, birlik, bütünlük, sükûnet… vs. Yani kilit önem taşıyan kavramların -ki bu kavramların çoğunun sınıf tahlillerinden türeyen kavramlar olduğunu iddia edebiliriz- içinin boşaltıldığı, sistemin devamlılığını sağlamlaştırmaya dönük içerik kazandırılmaya çalışıldığı, örneğin uyum derken burjuvazi ile uyum, birlik bütünlük derken işçi sınıfı ve sermayenin “mutlu” birlikteliğinden bahsedildiği bir kalıba sokulmaya çalışılıyor. Sandalyelerinin bir ayağını sınıf zemininden kaldırıp sınıf-dışı sosyalizm arayışı içerisine girenler istemeseler de bahsettiğimiz “mutlu” birliktelikten paylarına düşeni alıyorlar, alacaklar. Bu anlamı ile bugün Arap yarımadasında bir devrimin boy verdiğini gönül rahatlığıyla söyleyenler ile Esad rejimi ile muhalifler arası bir taraflaşmada yer almak yerine üçüncü cephe tercihinde bulunanlar arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Tıpkı 12 eylül referandumunda “evet” diyenler ile “yetmez ama evet” diyenler arasında bir ayrımın olmaması gibi.

Örneğin Patriot füzeleri karşıtı eylemlerde hemen hep bir ağızdan atılan ”savaşa hayır” temalı sloganlar büyük tehlike içeriyordu. Çünkü bugün burjuvazinin de savaş karşıtı söylemler geliştirdiğini görüyoruz. Örneğin füzelerin saldırı değil savunma maksatlı getirildiği, savaş ortamını körüklemek bir yana bölgesel barışı sağlamak için önemli birer araç olacakları aylarca yutturulmaya çalışıldı. Emperyalist çıkaralar doğrultusunda atılan her adım barış maskesi ile karşımıza çıkarılıyor. Ülkenin içinden geçtiği sözde barış sürecine baktığımızda da aynı durumla karşılaşıyoruz. Kürt halkıyla barış söylemlerinin arka planında hangi sınıfın çıkarlarının olduğunu düşünemeyen, düşünmek istemeyen "sol" da sorgulanmaya açık olmalıdır. Sözde barıştan medet uman sözde sol da eninde sonunda silinmeye mahkumdur. Yazının en başında söylediğimize dönecek olursak, Türkiye sosyalist hareketi gücünü emekçi kitlelerden alan bir siyaset dışında toplumsallaşamaz, meşruluk kazanamaz. Bunu beceremediği ölçüde de burjuvazinin vaat ettiği anti-emperyalizm vurgusuz barışın kurbanı olması kaçınılmaz hale gelir.

Savaşa hayır derken, kendinizi savaş alanının içinde bulmayın.

(1) Lenin, Seçme Yazılar, “Karl Marks’ın Doktrininin Tarih Karşısındaki Yeri”, May
Yayınları, s.16
(2) Lenin, Seçme Yazılar, “Karl Marks’ın Doktrininin Tarih Karşısındaki Yeri”, May Yayınları, s.16
(3) İlker Belek, “Barış” denilen, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilker-belek/baris-denilen-66566