Boykot da nesi sağa sola mı saptınız? (Ahmet Antmen)

Bu, bir itiraf yazısıdır. Kalemi elime almadan, yapmalı mı yapmamalı mı diye çok düşündüm. Kaçacak bir yer kalmadığını anlamamsa çok sürmedi. Biz çünkü ustalaştık biraz oyları bölmede, suya düşen diktatörleri elinden tutup kaldırmaya. Hem biz suyu da kalburla taşıdık.

Neyse lafı uzatmamak en iyisi. Kestirmeden kulak verelim söylenenlere. Çünkü söz de çok söyleyen de… Derler ki, cumhurbaşkanlığı seçimini boykot etmek tarihsel bilinç ve bilgiden yoksun olmaktır. Niye mi? Nazileri hatırlayınız efendim… İlk yükseldikleri dönemde Almanya’da komünistler, sosyal demokratlar ile birleşmenin bir yolunu bulsalardı sorunu kaynağında boğarlardı. Balkanlarda komünizm sonrası dönüşüm esnasında milliyetçilerle liberaller arasında tercih yapmamak da neyin nesiydi… Sonra hem Naziler hem de Balkan milliyetçileri ilk olarak komünistlerin siyaset zeminlerini ortadan kaldırdılar.

Denilenler bununla bitmez elbette. Bir de Lenin ve sol komünizm tahlili sunulur önümüze: Ne yaptınız çocukluk hastalığına mı tutuldunuz? İşçi sınıfı arasında çoğunluğu temsil etmeyen komünist partilerin seçimleri görmezden gelme lüksü yoktur. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi sol komünistler arasına mı katıldınız yoksa? Seçimden bir halt çıkmaz mı diyorsunuz? Onlar gibi işçi sınıfının büyük çoğunluğu karşı devrimci nasıl olsa deyip büyük insanlığa sırtınızı mı dönüyorsunuz?

Tarih ve ideoloji derslerine bir de matematik dersini ekleyenler var. Onlar da şöyle diyor: Vermediğiniz her oy diktatöre gider, şimdi senin oyunun karekökünü alır çöpe atarsan diktatör %50’yi geçer. Sen gidip herhangi bir adaya oy verirsen geçerli oy üzerinden diktatörün türevi alınır ve %50’yi geçemez. Futbol eleme gruplarında son maç gibi… Şu ülke bunu yener, bu ülke onunla beraber kalır, biz de 3 farklı yenersek… Grupta ikinci olup ön eleme, yani ikinci tur hakkı kazanırız.

Verilecek dersler arasında bir de ahlak dersi olacaktır elbet. Adayımızı laik bulmadınız mı? Ayıp ayıp bir de ailesine bakın. Sol değerlere mi uymuyor? E bu kadarına da pes? Nazım Hikmet’i çevirmiş adam, daha ne yapsın? Yoksa siz de tercümana değil başkana mı ihtiyaç var diyorsunuz?

Liste daha da uzatılabilir. Ama işin özü anlaşılmıştır sanırım. Bunların hepsini gerçekten yaptık mı? Bu bir itiraf yazısı dedik ya peşinen. E o zaman tutmayalım kendimizi de edelim.

Sizin de söylediğiniz gibi, Lenin seçimlerde sol komünistlerin tutumunu eleştirmiştir. Ve yine sizin söylediğiniz gibi hem Balkanlar’da hem de Nazi iktidarı öncesi Almanya’da esas sorun komünistlerin siyaset zemini ile ilgilidir. Bu zemin elbette ki, sınıf eksenli olarak tanımlanmıştır. Sosyal demokratların işçi sınıfı içerisinde büyük bir temsil gücüne sahip olması, yapılan tespitin esasını oluşturur. Amaçsa bu temsil gücünü konsolide etmek değil ele geçirmektir. Şimdi her iki açıdan da bakmaya çalışalım. Biz diyoruz ki, muhalefetin sınırlarını bile karşı devrimci bir iktidar belirliyor iken, iktidarın gölgesi bir muhalefet ortamında komünistlerin siyaset zemini kalır mı?

Dilerseniz yine sizden gelen bir iddia ile bu noktayı açalım. Cumhuriyetin kazanımlarından ve sosyalist siyasetin bu zemin üzerinde gelişim dinamiklerinden bahsedip duruyoruz nicedir. Sosyal demokrat partilere oy verenlerin çoğu da cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmak konusunda mangalda kül bırakmaz. Cumhuriyetin din ile kurduğu temel aydınlanmacı ilişki laiklik düzleminde kendini gösterir. Dinin, toplumsal bir kurum değil bireysel bir tercih olduğu vurgulanır. Şimdi ise, eldeki adayın laik olduğunu ancak ailesine bakarak anlayabiliyoruz. Yani artık din toplumsal bir kurum, laiklik bireysel bir tercihtir. Geldiğimiz nokta içinize siniyorsa, buyurun buradan yakın. Ama unutmayın buna evet denilecek, ama bununla yetinilmeyecektir.

Öte yandan, sosyal demokrat partiler eskiden sendikalar ile işbirliği içerisinde bir siyaset izlerdi diyor eldeki adayı öne sürenler. Artık böyle bir imkân yok, diye de ekliyorlar. Bu da onların bir itirafı. Sendikalar yoksa, işçi sınıfıyla toplumsal değil bireysel bazda ilgilenecek, farklı örgütlenme modelleri sunmayacaklar. Bundan önce sunup sunmadıklarını bir kenara koyuyorum. Ama bu eldekiyle yetinmecilik, bu devre uyarım mantığı zaten ancak iktidarın gölgesinde konuşlanabilir. Çünkü şimdi elde bu var. Mesele kadın sorununa gelince örneğin, kendi göstermedikleri iradi tutumu onlardan beklemekte beis görmüyorlar. Siyasal alandaki katılım eksikliğini kadınların isteksizliğine bağlıyorlar. Birinde iradesizlik beyanı, diğerinde irade talebi… Normaldir. İkisi de elde olana güzellemeden ibarettir.

Son olarak da matematik dersimiz vardı… Gerçi bunda pek başarılı değilizdir… Biz 2 kere 2’den 5 sonucunu çıkartmayı düşünecek kadar uzağızdır bu işe. Ancak, ön tanımlı bir doğrultuda efendim çıkartma işlemi yapamazsınız. Siz o doğrultuya girdiğiniz an diktatörün hanesine bir artı işareti daha katacaksınız. İşte bu nedenle boykot kararı seçimleri görmezden gelmek değil, aksine seçimlere yönelik en etkili müdahaledir. Aynı olmayan tek yolun inşasıdır.
İtiraf mı… Evet birilerinin çelişen değil, birleşen planlarına çomak sokuyoruz. Bile isteye… Çünkü çalmadık öldürmedik ama tuttuk insanları sevdik.(1)

(1) Bir Numaralı Halk Düşmanı, Can Yücel.