Taksim'de miting yapmak allahın emri mi?..

Sendikalar, sol siyasi yapılar, Vali Güler, Cerrah, Tayyip, A. Gül derken 1 Mayıs kutlamalarının yapılacağı alan tartışmasına Allah da karıştırıldı. Unakıtan'ı Ahsen hanıma mesaj göndererek Clevend'a sevk eden yüce güç, bu kez işçilerin Taksim'de, 1 Mayıs Meydanı'nda, kutlama yapmalarına icazet vermedi, tensib buyurmadı. Keşke bu iradesini, 1886'da cayır cayır yakılan kadınlar için de kullansaydı. 1 Mayısların 1 günlük iş bırakma ve sınıfın gücünü sermayeye gösterme bakımından işçiler açısından bir anlamı vardı. Aynı şekilde, para babaları açısından da bir anlam ifade etmekteydi bu güç gösterisi. Bu güç gösterisi sermayenin hoşuna gitmedi, doğal olarak tanrı da bundan hoşlanmadı. O yıllarda "allahın emriyle" gösteri yapan işçilerin başına onlarca felaket geldi. Bir musibet, bin nasihatten etkilidir, sözünden de, musibetlerden de ders almayan işçi sınıfı hala 1 Mayıslarda ısrarlı.

Şunun şurasında 1 Mayıs'a 2 gün kaldı. "allahın emri" olmamasına rağmen hala Taksim alanında ısrar edenler var. Bu aymazlara karşı, Vakit Gazetesi, büyük bir sorumluluk duygusuyla "Taksim'de miting yapmanının allahın emri olmadığını" bir kez daha hatırlatıyor. Yalnızca hatırlatmıyor, aynı zamanda musibetle tehdit ediyor.

Yaa... Boşverin, ne işi var allahın 1 Mayıs'la, Taksim'de kutlanmasıyla demeyin. Biz karıştırmadık allahı bu işe Vakit Gazetesi'ndeki köşesinde Ali Karahasanoğlu karıştırmış. Ehh... Çağdaş hukuka ve hukukçulara karşı ulemayı göreve çağıran Başbakan'ı olan bir ülkede buna şaşmamak gerekir.

"1 Mayıs'ta Taksim inadı!"*

"'1 Mayıs'ı illa Taksim'de kutlayacağız' diyenlere bakar mısınız?

Bize akıl veririler, 'tabulara bağlı kalmayın, serbest olun, özgürleşin' diye..

'Bizim bağlı kaldığımız beşeri güçler değil ki! Bizim tartışılamaz ilkeler dediğimiz kurallar, beşerin icat ettiği ilkeler değil ki! Biz allahın koyduğu kuralları tartışamayız, onlara boyun eğmemiz, itirazsız kabul etmemiz gerekir' diyoruz."

Yazının devamında, Taksim alanı ısrarcılarına sesleniyor, bize tartışın diyorsunuz da siz bu Taksim ısrarınızı tartıştınız mı, diye.

"'Taksim'in sembolik önemi var'mış!

Sizin için şu yönde sembolik önemi varsa, bir başkası için de, anarşi çıkarmak için sembolik anlamı var..."

Karahasanoğlu anlaşılan tarih de bilmiyor, haddini de bilmiyor. 1977 1 Mayısı'nda otellerin, sular idaresinin çatısından topluluğa kurşun sıkanlar ve alanı kan gölüne çevirenler işçiler, kutlamaya gelen devrimciler ona göre. Buna inanmak için Karahasanoğlu acele bir ayet ya da hadis de indirebilir ama tanrıdan değil, sermaye sınıfından ve temsilcilerinden tebliğler gelir. Tebliğler yetmezse, tehditi devreye sokar ve yazısında bunu da ihmal etmemiş. Zamanlaması "manidar" olan Bostancı senaryosunu sokuşturmuş araya. Üç insanın kanı üzerinden, Taksim ısrarcılarına, işçi sınıfına tehditler savurmuş. Sonrasında da elllerini kavuşturup yeniden sormuş: "Taksim'de miting ısrarınızın arkasında ne yatıyor?"

"Yoksa orada toplu bir katliam yaşatıp, arkasından güven bunalımı mı oluşturmak istiyorsunuz?

Taksim'de miting yapmak allahın emri mi?

Allahın emrine bile kayıtsız kalırken, kendi kendinize tasarladığınız bir eylemde, niçin bu kadar ısrarcısınız?"

Bizler de, alan ısrarının kitleselikle bir ilişkisi ve anlamı olduğunu düşünüyoruz. Ama Taksim'i, 1 Mayıs Alanı'nı, er ya da geç kazanmanın tarihsel anlamını da biliyoruz ve bu konuda ısrarcıyız. Bu kararlılık karşısında ne allahın emri, ne sermayenin kuralları, polisi, jandarması, ne de Karahasanoğlu gibi yüreğini tanrını tavassutuyla sermaye sınıfına satanlar durabilir. Ancak, Karahasanoğlu boşa konuşmuyor. Ergenekon savcılarına yeni bir alan açmaya çalışıyor, hem de çok geniş bir alan, yurtseverleri ve işçi sınıfını işaret ediyor. Açık açık, Taksim ısrarının peşinen bir güven bunalımına (sanki yokmuş gibi) ve kargaşa ortamının yaratılmasına neden olacağını ve bunun da "darbe ortamı"nın oluşmasına katkıda bulunacağını ima ediyor. Arada güme gidecek olan ne? İşçi sınıfının onlarca yıl mücadele ederek elde ettiği kazanımları ve 1 Mayıs... Bu da o kadar kolay değil, pabuç pahalı...

Bu arada, "müjdeli bir haber"i de soL okurlarıyla paylaşmamız gerekiyor. Roni Margulies Taraf'ta saf tutmuş! Bugünkü yazısında, Bülent Arınç'a olan muhabbetini uzun uzun anlatmış. Ehh.. Araya da TKP sokuşturmadan edememiş: "... TKP'nin 'Osmanlı'ya dönülüyor' yaygaraları... Büyük bir kesim 'şeriat geliyor, cumhuriyet elden gidiyor!' gidiyor çığlıkları atarak..."

Yazısının sonunda da bir "solculuk" tanımı yapmış: "Oysa yapılması gereken, AKP iyi bir şey yaptığında 'iyi ama yetersiz' diyerek tabanda örgütlenmek ve daha fazla adım atılmasını sağlamak... aynı zamanda da AKP'nin uygulamakta olduğu neoliberal siyasetler karşısında kitlesel bir muhalefet yaratmaya çabalamak. Solculuk buna denir. Kalanı Kemalizm, milliyetçilik ve İslam düşmanlığıdır."** F-tipi yazarlık bu olsa gerek. Roni, Bülent Arınç'la, Karahasanoğlu'yla vb. gericilerle, işbirlikçilerle, liberal malumlarla istediğini yapsın ama solculuğu bulaştırmasın bu işe. Solcuğun tarihsel sorumluluğu var, hesap sorulur ve hesap vermek zorunda kalır.

* Ali Karahasanoğlu, 29 Nisan 2009 Vakit Gazete

** Roni Margulies, 29 Nisan 2009 Taraf Gazetesi

Ali Önder Öndeş