Gülengenekobama…

I. Yeni Örgüt İhtiyacı

Gazeteleri dolaşırken Fethullahçı medyanın özellikle öne çıkardığı bir meselenin dikkatlerden kaçması imkânsız. Bir de bununla ilgili bir detayın...

ETÖ'den sonra bir de KCK çıktı. Ağızlara şimdi de bu sakız olacak.

Sakız olmasının ötesinde, Ergenekon ile olan bu bariz çakışmayı tesadüf saymak mümkün değil.

Önümüzdeki günlerde göreceğiz ETÖ ve KCK kesinlikle birbiri ile bağlantılandırılacak. Tabii bilemiyoruz bu bağlantılandırma işini "sonuna kadar götürürler" mi? Yani örgüt isimlerini birbirinin içine geçirip KÖCEK-T isimli bir örgüt çıkarmaya kadar gider mi iş? Dediğim gibi bunu bilemiyorum. Bildiğimiz, PKK'nin Ergenekon'a KCK üzerinden yamanacağıdır. Bu durumda, "öteki" "sonuna kadar gidilsin"cilerin KÖCEK isimli bir örgüt kurup bu örgüt çatısı altında faaliyet göstermelerini tavsiye ediyorum. Zira şiddetle kıvırmaları gerekecek.

Bir de detay demiştik...

Fethullahçı Azman Gazetesi'nin haberine göre bütün bunlar "DTP'li bir gencin itirafları" ile başlamış.

Ortalık itirafçıdan geçilmiyor.

Ülkemizin ilk ve tek işkence gören kişisi Tuncay Güney, Ergenekon'un gizli tanıkları, kuyucu PKK itirafçıları, "DTP'li genç"...

Yıllar önce Yalçın Küçük'ün itirafçılar üzerine yaptığı gözlemlere dönmek yerinde olabilir. İtirafçılık, akıl yitimidir, insanın kendi benliğini kusmasıdır.

Türkiye'nin altını üstüne getiren bütün olaylar bir grup itirafçıya yaslanmaktadır.

Akıl yitimi, belirleyense itirafçılık hukuk ve idarenin ayrılmaz parçası haline geldiyse bu faşizmdir.

Ellerindekiler bitti mi bilinmez ama yeni itirafçı aradıklarını görebiliyoruz!..

Kadro arayanlara duyurulur.

II. Diyalektik Üfüryalizme Giriş

Sorumuz çok basit:

Neşe Düzel'in aklı başında mı?

Bu soruyu sormak meşru hale geldi.

Zira bir insan Türkiye'de olan bitene ilişkin soldan bir değerlendirme almak için her seferinde ısrarla 1980-öncesi solun iki önemli örgütünün ikisinin birden köküne kibrit suyu sıkmayı başarabilmiş bir insana dönüp dönüp soru soruyorsa, bu Glasnost bakiyesi beyefendinin belli ki artık tembellikten çalışmayan aklının sol tarafına şaplaklar indiriyorsa bu soru meşrudur.

Bize sorsun demiyoruz!

Zaten artık ancak plastik eldiven giyilerek tutulup okunan gazetelerinin meraklısı değiliz ama göz var izan var. Repertuarını Roni-Ufuk-Baskın üçlüsüne doğru genişletmesi gerekiyor Neşe Hanım'ın.

Şimdi gelelim Düzel'in röportajına...

Önemli olduğu için değil de yarın öbür gün daha büyük felaketlerle karşılaşmamak için bir uyarı ile başlamak gerekiyor.

Sevgili Neşe Hanım,

yoldaşımızın adı Gramshi diye yazılmaz! Doğrusu Gramsci'dir. Bunu yarın öbür gün "Kral" Marx, "VI." Lenin gibi saçmalıklarla karşılaşmamak için bir uyarı olarak yazıyorum söylediğim gibi. Cehaletinizi yüzünüze vurmak için değil!..

Haydar Bey'in Gramsci'yi hangi vakit, neresiyle okuduğu sorusunun yanıtını aramak ise abesle iştigal olduğu için pas geçme hakkımı kullanıyorum. Ama belki şu kadarı söylenebilir: İtalya Komünist Partisi'nin kurucusu yoldaşımız Gramsci, "rıza ile hegemonya kurmaya çalışmak" suçlaması ile yahut Ergenekoncu olduğu için hayatının yaklaşık dörtte birini hapiste geçirmedi.

Parti batırmakla nam salmış Gorbiciklerin, Parti kuran devrimci yoldaşlarımızı anlamasını beklemiyorum da, söylemeden geçemedim.

Yağcı Nabi, hızlı bir giriş yapıyor röportaja ve tespitlerini ardı ardına sıralıyor: Obama, Soğuk Savaşı bitirdi, diyor. Sonra da iç çekiyor: "Eğer Gorbaçov, Sovyetler'de reformlarını yaptığı ve dünyayı değiştirmeye çalıştığı sırada Amerika'da Obama lider olsaydı..."

Burada da diyoruz ya Glasnost bakiyesi diye, filmin nerede koptuğu buradan da belli olmuyor mu?

Ama önemli olan nokta bu değil. Asıl önemli olan (...)'nın nasıl tamamlandığı. Obama o zaman olsa ne olurdu?

Yağcı devam ediyor: "O zaman dünya çok daha erken değişirdi ve böyle bir dünya hiç kuşkusuz daha iyi bir yer olurdu."

Bu cümlenin altındaki varsayımları açıkça yazmakta fayda var:

Genel olarak dünya iyi yönde değişmiştir. Özel olarak Sovyetler Birliği/Rusya iyi yönde gelişmiştir. Dünya şu anda daha iyisi mümkün olmakla birlikte iyidir.

Kapitalizm hayranlığını, ismi ile müsemma Yağcı'nın yağdanlık duruşuna diyecek laf yok. Amacım da bu değil zaten. Amacım Yağcı'nın "tezlerinin" iç tutarlılığını görebilmek, gösterebilmek.

Neşe Düzel'in şaplakları olmadan çalışmayan Yağcı'nın tembel beyni karışıveriyor bu saptamalarından sonra. Hemen arkasından diyor ki "neoconlar başta olmak üzere ABD'nin hegemonyasını ilan ettiler" (kim etmiş onu bilemiyoruz) fakat "neoconların değişmek için nedenleri ve istekleri yoktu."

Hani değişmişti dünya?

Değişmemiş demek ki... Tüh!

Ama "bugün yaşanmakta olan küresel ekonomik kriz bizim önümüze bir gerçek koymuş..."

Düzel'den nezaket dolu bir şaplak daha geliyor: "Hangi gerçeği koydu?"

"Biz yıllardır dünya değişiyor, bilgi çağına girildi, dünya küreselleşiyor diyoruz ya... Bu değişim artık oldu. Yani dünya değişti. Şimdi değişen dünyada taşları yerine oturtmak gerekiyor."

Ama neoconlar değiştirmemişti hani dünyayı?

Değişmiş demek ki... Hay Allah!

Tamam, o halde yolumuzu kaybetmemek için bir konum saptaması yapalım. Yağcı'ya göre değişim olmuş. Artık taşların yerli yerine oturma dönemi gelmiş çatmış. Obama bunu yapacak.

Yağcı, Obama'nın konuşmasını analize devam ediyor:

"Aslında hiç de karışık şeyler söylemedi. Çok açık bir şey söyledi. "Gelin hep beraber değişelim" dedi."

Ah be Nabiciğim, ne yaptın? Hani değişmiştik de taşlar yerine oturacaktı?

Düzel de afallıyor bu durum karşısında. Yağcı'nın "diyalektik üfüryalizm" teorisini anlamak için bir şaplak daha geliyor:

"Obama hep beraber değişelim derken, tam olarak neyin değişmesini istedi?"

Diyalektik üfüryalizm: Değişerek değişmeden değişmişliğin değişik teorisi. Anlamak kolay değil.

Yağcı buraya kadar teorisini anlattığı "diyalektik üfüryalizm"ini pratikte sınıyor.

"Obama, artık dünyadaki temel eğilimin 'karşılıklı bağımlılık' süreci olduğunu görüyor. Dolayısıyla "gelin Afganistan'da yükümü askerî ve ekonomik olarak paylaşın" diyor."

Değişim buymuş!

Afganistan'da askeri ve ekonomik olarak ABD'nin yükünü paylaşmak.

Karşılıklılık nerede?

Değişim nerede?

Biz demek ki Kore Savaşı'nda falan bayağı bir değişmişiz. Kosova'da da değiştik.

Mesela Almanlar için Birinci Cihan Harbi'nde oraya buraya asker gönderirken mi başladık değişmeye ne?

Bu anlattığından bir tek bağımlılık çıkıyor, Nabiciğim, ama neyse biz devam edelim.

Henüz üfüryalizmin hikmetine tam olarak erişememiş olabiliriz.

Sonra esas bombalardan biri geliyor:

"Amerikalılar, Marksizm'in büyük teorisyenlerinden Gramchi'yi biz solculardan daha iyi öğrenmiş durumdalar. Marksizm'e yaptığı eleştiri ve katkılarla, 'proletarya diktatörlüğü' kavramını değiştiren İtalyan Komünist Partisi lideri Gramchi, "Batı toplumları, Doğu toplumlarından farklı olarak ancak rızaya dayalı olarak değişebilir. Dolayısıyla biz komünistler bu hegemonya düşüncesinin içeriğini bu yönde değiştirmeliyiz" demişti. Şimdi Obama'nın yaptığı tam da bu!" (*)

Gramsci, gece rüyasına girdiği Yağcı'ya demiş ki:

"Nabiciğim, biz komünistler bu hegemonya düşüncesinin içeriğini bu yönde değiştirmeliyiz..." Yağcı da telepatik ve telekinezik yöntemlerle bu mesajı Obama'ya iletmiş. Olan tam da bu!

Gramsci'nin Yağcı aracılığıyla Obama'ya ilettiği mesajdan sonra dünyada açılan yeni döneme İsviçreli bilim insanları tarafından "Müzakereci Demokrasi dönemi" (MDD- haydaaa!) denmiş.

Diyalektik üfürizme göre MDD şöyle tarif ediliyor:

" Bu yeni tip müzakereci demokraside, "Benim düşüncem bu. Senin düşüncen bu. Gel oturup müzakere edelim" deniyor ve değişim iki tarafın rızasına dayalı olarak gerçekleşiyor."

Yağcı Nabi söylemeyi unutmuş. Biz ekleyelim. Müzakere için oturulan masada Michelle Obama'nın yaptığı sıcak kurabiyeler ve ballı süt bulunuyor. Fonda ise Lennon'ın Imagine'ı çalıyor. Müzakereleri de zaten Türk filmlerinden tanıdığımız kimsenin hakkını kimseye yedirmeyen Yaşar Usta yönetiyor.

MDD'nin sonuçları ne olacak peki?

MDD kolay iş değil. Başta şu doymak bilmez silah ve petrol tekellerin çanına ot tıkamak gerekiyor! Ama kurabiye ile. Gramsci yazıyor, yalan olacak değil herhalde.

"Obama başarılı olursa, yani Amerika'daki silah ve petrol tekellerinin direnişini kırabilirse, o zaman dünyada farklı dinler ve farklı etnik kökenler arasında bir dünya barışı olabilir. Bu gelişme, kapitalizmin gelişmesinin önünü açacaktır. Eğer Afrika'da kavgalar durursa sermaye oraya daha hızlı akacaktır ve onlar da zenginlikten pay almaya başlayacaktır. Afrika'ya da kapitalizmle birlikte modernizm gelecektir."

Neyse belki yeterince gelişirse kapitalizm oradaki "zencilerin" derileri de "uygar beyaz adamınki" gibi olur.

Bu sömürgecilik değil miydi?

Kapitalizm daha ne kadar gelişecek?

Afrika nereden çıktı bir anda?

Bu zenginlikten payını kim almış da "onlar da" alacak?

Bunlar şimdilik yanıtlanması gerekmeyen ufak sorular... Üfürizm teorik boyutta geliştikçe bunlar da yanıtlanacaktır.

Bir diğer bomba daha geliyor Haydar Haydar Yağcı Nabi'den:

"Sermaye bugün devlete de savaşa da artık ihtiyaç duymuyor. Aksine sermaye, savaşın olduğu yerden kaçıyor."

Tez zamanda Nabiciğimin bu "sermaye artık devlete ihtiyaç duymuyor" tezini iktisatçılara anlatması gerekiyor. Yazık bu saflar devletin kapısında kuyruk olmuş durumdalar zira.

Bir de bu silah ve petrol tekellerinden bahsetmiştin ya onlar ne oldu Nabi Abi?

Onlar sermaye değil mi?

Sonuç itibariyle dünya krizi, diyalektik üfüryalizm vs. derken Yağcı uluslararası konjoktürde meydana gelen değişiklikleri iki cümle ile şu şekilde özetliyor:

"Güleryüzlü kapitalizm başlayacak. İhtiyatlı olmak lazım."

Düşündüğümüzden fazla güldürecek sanırım!

NOT: Diyalektik üfüryalizm tahlillerimize Pazar günü devam edeceğiz...

(*)Önce de söyledim, Gramsci'nin dediklerini ve demediklerini Yağcı'yla tartışacak, onun Gramsci'nin hangi yazdığında bu söylediklerini okuduğunu soracak değilim. Şaplak müptelası bir beyinden bahsediyoruz.

Galip Munzam