Yandaşlar Erdoğan’ın Kürt savaşına ne diyor?

Hükümetin bütün üyeleri Kürt sorununda şiddetin tırmandırılacağına yönelik açıklamalar yaparken, AKP’den hala Kürt sorununu çözmesini bekleyen “yandaş” kalemler bulunuyor. Öte yandan bazıları ise, savaş konseptine çoktan ayak uydurmuş durumda.

En son bugün Hakkari Çukurca’da patlayan mayının ardından 11 asker ve 1 korucunun hayatını kaybetmesi, hükümetin, muhalefetin ve cumhurbaşkanlığının sert açıklamalarına neden oldu. Erdoğan, “sabrımız taştı” derken, Bahçeli Kandil’e operasyon istedi, Kılıçdaroğlu “Ramazan sonrasını beklemeyelim” dedi, Abdullah Gül ise “devletin büyüklüğüne” vurgu yaptı.

Oysa, Kürt sorununda “savaş”ın tırmandırılacağının ilk işaretini, Silvan’daki çatışmadan sonra Fethullah Gülen cemaatinin sözcüsü Hüseyin Gülerce vermişti. 27 Temmuz günü Zaman gazetesinde yazdığı yazıda, “kontrolün artık sivil iradede olduğunu” iddia etmiş ve şunları yazmıştı:

“14 Temmuz, Kürt ırkçılığı temelinde siyaset yapanlar için de bir kırılma noktasıdır. Bundan böyle onlar da, 12 Eylül ve 12 Haziran'ın aslında ne olduğunu çok iyi anlayacaklar. Kürt ırkçıları PKK, KCK, BDP, Kandil hepsi, 14 Temmuz'da ilan ettikleri "demokratik özerklik"in kendi kendilerine gelin güvey olmaktan öte hiçbir anlamının olmadığını görecekler...”

Silvan çatışmasından sonra tavrını sertleştiren AKP’ye paralel olarak, medyanın yandaş ve merkez bölmelerinde de ciddi bir savaş düzenine geçildi.

Fatih Altaylı savcı gibi
16 Ağustos tarihli “Başbakan karar verdi bir kere” başlıklı yazısında, 7 Ağustos günü yazdığı yazıya referans veren Fatih Altaylı, Erdoğan’ın Kürt sorunu hariç her başlıkta, “Ben yapacağım” diyerek hareket ettiğini, ancak Kürt siyasetçilerin ortaya bir “çözüm” sunmadıkları için Erdoğan’ın “şiddet”e yönelttiklerini iddia ediyor.

Bununla da yetinmeye Altaylı, Erdoğan’ın “eğer güzellikle olmuyorsa...” noktasına geldiği zaman, kimsenin “O günler geçti. Avrupa ve Amerika buna izin vermez” hesabı yapmaması gerektiğini vurguluyor. Fatih Altaylı’ya göre, “Erdoğan ve Türkiye bugünlerde öylesine vazgeçilmez ve öylesine havalı ki, kimsenin gıkı çıkmayabilir.”

Altaylı’nın yazısındaki en önemli bölüm ise, Kürt siyasetçilerine yönelik “tutuklama listesi”nin ilan edilmesi oldu:

“Şimdi herkes ‘Ramazan bitince ne olacak?’ diye soruyor.
Ben size ne olacağı konusundaki hissiyatımı söyleyeyim.
Yargı devreye girecek.
‘Suç olup da suç olmayan suçlar’ yine ‘suç olarak görülecek’.
Öncelikle herkesin bahsettiği 800 ila 1400 kişi arasında değişen bir ‘tutuklama’ listesi var.
Bunlar tutuklanmaya başlayacak.
Bu listede kimler mi var.
Başta Demokratik Toplum Kongresi dedikleri ‘kerameti kendinden menkul’ örgütlenmenin üyeleri, sorumluları ve sözcüleri.
Bunlar ‘özerklik ilanının’ arkasındaki kişiler. Bunlar toplanacak.
Terör örgütü ile bağlantılarını açıkça belirtmekten çekinmeyen ve hatta bununla övünen BDP’li siyasetçiler ve hatta yemin etmeyen milletvekilleri de listede.
Örgütün sözcülüğüne soyunan bazı gazetecilerin de tutuklanacaklar arasında yer aldığı söyleniyor.
Listenin 1400 kişiye kadar uzandığı dedikoduları konuşuluyor.”

Türkiye’nin, ABD ve Irak Kürdistan yönetimi ile beraber bir “güvenlik” operasyonuna girişeceğini de savunan Altaylı, Batı’nın Türkiye tarafından atılan bu adımlara “olumlu” baktığını söylüyor ve şöyle yazıyor:

“Bütün bu olup bitecekler sırasında Batı’nın tavrına güvenenler varsa onlar da yanlış hesap içinde.
Çünkü Batı, Türkiye’nin bu meselede attığı adımları çok olumlu buluyor ve destekliyordu.
Türkiye’de demokrasinin ve özgürlüklerin genişlediğini düşünüyor.
Bu yüzden de ‘şımarıkça ilan edilmiş’ bir özerkliğin, kabul edilemez olduğunun onlar da farkında.
Farkında olup olmamaları da çok önemli değil. Türkiye güçlü ve Batı kendi dertleriyle daha meşgul.
Türk liberal aydınlarının ve aklı başında Kürtlerin de ‘Kürt faşistlerine destek vermesi’ pek mümkün görülmüyor bu saatten sonra.
Keşke bunlara gerek kalmasaydı diyor insan ama sadece kendi kendine.
Çünkü duyan yok.”

Taraf’ın polis yazarı: Operasyon dışarıda değil, içeride olacak
Taraf gazetesinin cemaat polisi kontenjanından yazarı Emre Uslu ise, Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile yaptığı “Hakkari’ye PKK kamplarını ben kurdum?” polemiğinin haricinde, bayramdan sonra neler olacağına dair “içeriden” ipuçları veriyor. Erdoğan’ın saldırganlığının Kandil-Kuzey Irak’a operasyon düzenlemek ile ilgisi olmadığını savunan Uslu, Erdoğan’ın niyetini şöyle açıklıyor:

“Demokratik özerklik modelinin Hakkâri ve Şırnak’ta halka dayatıldığı iki örnek var önümüzde. Özellikle Hakkâri’de şehrin çevresinde, Türkiye sınırının içinde yer alan PKK kampları adeta “ikna odaları” gibi kullanılıyor. Halk o kamplara kaldırılıp sorgulardan geçiriliyor. PKK’ya karşı duruş sergileyenler sokakta infaz ediliyor, halk sindiriliyor. İşte Başbakan’ın Bayram’dan sonra yeni şeyler olacak dediği alan bu alan olacak.

Başbakan öncelikle Hakkâri ve Şırnak çevresindeki sınır içindeki PKK kamplarını ve PKK’nın o alanlarda üst kurup halkı sindirmesini önlemek istiyor. Dolayısıyla operasyonların bu kampların kaldırılması ve bu alanlara hâkimiyet kurmak için yapılacağını beklemek gerek.”

Ahmet Turan Alkan’ın ‘yazık’ı
Zaman gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan ise, Kürt siyasetinin “cinnet halinde” olduğunu iddia ederken, BDP’nin yemin etmeyerek “sisteme karşı dayılandığını” söylüyor. “Silahlı Kürtler çözümden nefret ediyor” diyen Alkan, Türkiye’nin “genel af, Öcalan’ın üç tuğlu vezir yapılması” gibi adımları atacak durumda olmadığını söyleyerek ülkeyi şunların beklediğini yazıyor:

“Seçimlerden sonra bile Türkiye'ye hakim olan iyimserlik havası içinde Öcalan'ın üç tuğlu vezir yapılması, makul bir genel af, daha çok kültürel haklar ve özellikle daha güçlü mahalli özerklik konusunda şöyle bir hava vardı kamuoyunda: "Mesele kapansın, yeter ki evlatlarımız ölmesin, sulh olsun!" Bu durumda yine de "Şehitlerimizin kanı yerde kaldı" edebiyatı yapanlar çıkacaktı elbette ama bir yerde değecekti netice itibariyle, Türkiye buna hazırdı. Artık değildir. O fırsat kaçtı. Hükümetin ve devletin fazla tercihi kalmadı. Silahla siyaset yapmaya kalkışan behemahal caydırılacak. "Dünyanın hiç bir yerinde PKK tipi hareketler devlet güçleri tarafından caydırılamamıştır aman barış olsun üçe beşe bakmadan ne isterlerse verelim" lobicilerinin cephanesi tükendi.

Silah çeken bedelini ödeyecek bunu yapamayan devlete kimse saygı duymaz.”

Bir diğer Zaman yazarı Etyen Mahçupyan ise, hükümetin Kürt sorununda ve genel olarak “demokratikleşme” başlığındaki adımları ancak zamana yayarak atabileceğini iddia ediyor, ayrıca AKP’nin “tutuculaşmasının” sebebi olarak da “AKP’ye muhalefet edenler”i gösteriyor:

“Şimdi soralım: Böyle bir iktidar sizce örneğin Kürt meselesini çözebilir mi? Kendisini 'demokratik refleks' sahibi olarak gören birçok yazar, hükümetin artık bahanesinin kalmadığını, askerin gücünün kırıldığını, Kürt meselesinde reform adımlarının hemen atılması gerektiğini savunuyor. Ne var ki bu tutumu sürdürürken ufak bir nüansı unutmuş gözüküyorlar: Sadece antidemokratik rejimi değil, o rejimi demokratlaştırması beklenen hükümeti de 'hedefe' koyuyorlar. Nitekim Türkiye'de özellikle laik ve sol muhalefet, hükümetleri 'muhatap' almayı çoktan unutmuş durumda. O denli apolitik bir konuma sıkışılmış ki, hükümetlerin hiçbirinin kendilerini temsil etmediğini, ama hepsinin de kendilerine hizmet etmesi gerektiğini düşünüyorlar. Oysa bu yabancılaşmanın bizzat kendisi, AKP hükümetini daha tutucu olmaya sevk ediyor ve reformları geciktiriyor.”

Karaca ile birlikte ‘çok şükür’ diyenler
Habertürk yazarlarından Nihal Bengisu Karaca da, Erdoğan’ın blöf yapmadığını belirterek, “Güneydoğu’daki kadar yoksulluk çekmiş ama siyasette ‘bir gün sinekleri’ kadar yer bulmamış milyonlarca Niğdeli, İzmitli, Kütahyalı, Kırşehirli, Amasyalı vb. Erdoğan’ın salvosunu yüzlerine yayılan bir ‘çok şükür’ tebessümü ile karşıladılar” dedi.

Radikal yazarlarından Murat Yetkin de, AKP’nin Kürt siyasetini, “Kemalizm defteri kapandıktan sonra sertleşmeye” benzetiyor. Hükümetin Kürt meselesinde, “önce vur-sonra konuş” tarzı biçimleri de deneyebileceğinin sinyallerini veriyor.

Kürt meselesinde daha “mutedil” yol tutturmaya çalışan Oral Çalışlar gibi kalemler dahi, özel olarak “bütün sorumluluk hükümette değil, sorumluluk PKK’de” noktasına gelmiş bulunuyorlar.

(soL - Haber Merkezi)