Turgut Uyar'ı özlemle anıyoruz: O çevirmiş yüzünü güneşe, güneşe karşı

'Hadi Turgut Uyar’ı analım! Sırmayla apoletle kaplısını değil de, göçen bir maden direğine payanda olan omuzları seven adamı mı? Yatakta ince, savaşta bir başka omuzun yanıbaşında olan omuzları? Börklüce’nin sabırsız haklılığına selamını gören var mı bir büyük saatin içinde?'

Asaf Güven Aksel - soL
Turgut Uyar 28 yıl önce, şairleri işsiz bırakmıştı, şiiri götürmüştü. Hani o, ağabeyi kendisine takıldıkça, annesinden dokunma! uyarısı aldığı içli çocuk. O içli çocuk âşık olduğu kıza ilk şiirini yazdığında, o ağabey “bunun vezni bozuk” dediğinde mi başladı İkinci Yeni yolculuğu, bilinmez. Ama babası hep binbaşı kalan bir çocuk olduğundandır belki de. Ya da o “milli mücadeleye katılmamış” baba ut çalarken, Necip Celal Antel tangolarıyla tarifsiz duygulandığından. Bilmiyoruz.

Ama hayatını tek bir şiir yazmaya adadığında herkes hemfikir. Bir büyük saatin kadranı içinde akrep ve yelkovan ve saniye ibresi nereye giderse gitsin, hangi değişik zamanları gösterirse göstersin. Ataç zarını onun için atarken yedi yedi yoktu.

Bir şiir. Güzel mi? Ne bilelim. Bilimsel bulgular, ölçüler, kurallar yok ki, enine boyuna bakıp söyleyelim. İyi desek, ki diyoruz, çok iyi, en iyi diyoruz, neden iyi, açıklanabilir mi? Sezgidir, duygudur kişisine göre. Çok kişi sezmiş, sevmişse, iyi midir? Bilmiyoruz. Ama biliyoruz, hayatı yazdığını. İnsanı. İnsanın safında durduğunu. Şiir ne ki başka? Şair, insana ve çağına karşı sorumludur deyip yola düşmüş bir içli çocuk, yetmez mi? Ne düşündüğünüzü boşverin, ne sezersiniz, hadi dile getirin.

Herkes nasıl durmuşsa öyle söylermiş, o da öyle yapmış. Nasıl durmuş? Söylediğine bakın. “Venezuela başkaldırmasında 400 kişi öldürüldü.” Kusurlu bir dize mi bu? O zaman iyidir. Kusursuzluğa hiç inanmadı. İnsan gibiydi şiir. Kusuruyla güzel. Çünkü gerçek... Ekmek ve aşk derdinin unutturduğu Allah da, bir hiç olarak güzeldir, günah olmasın!

28 yıl geçmiş onsuz. Demek bugüne kalmış, bu saate, bu dakikaya. Neredeyse bir çağ. Çağa kalmış. Daha ne sorusu bu?

Haydi gazetenin bir köşesinde, Turgut Uyar’ı analım, anlatalım. Mavi gözlü ve deli sekiz kardeşin onuncusu bile istemez bunu. Köşe, sayfa ve Turgut Uyar’ı anlatmak, anmak. Kente kapanıp kaldığı tutanaklardan belliler denesin onu.

Bize sorarsanız, arkasında medrese duvarı önünde çarşı, güneşe karşı ne güzel işerdi diye anımsarız. Arkamız, önümüz! Medrese, çarşı! O çevirmiş yüzünü güneşe, güneşe karşı... Törelerin ve alışkanlıkların verdiği kaşıntıyla, etini yırtarcasına...

Tüberkülozu ve uranyumu bulanları terk edip, uzun bir gündüzü fark edenlerin sonuncuları işer böyle. Öteden beriden dayanıklılık taşıyan, yeryüzünün alacağı en son biçimi sabırla yontanlar... Aşk edinenler kendilerine, eriyip tükenseler de, toplanıp yaratmayı...

Hadi Turgut Uyar’ı analım! Sırmayla apoletle kaplısını değil de, göçen bir maden direğine payanda olan omuzları seven adamı mı? Yatakta ince, savaşta bir başka omuzun yanıbaşında olan omuzları? Börklüce’nin sabırsız haklılığına selamını gören var mı bir büyük saatin içinde?

Şair, demişti, toplumuna karşı sorumlu insandır. Şiir başka! Şiir hayatın tamamı olmalı.

Turgut Uyar’ın şiirine baktığımızda... İkinci Yeni... Kayayı Delen İncir’deki... Geçin.

Siz hiç, “ama ayrıksı, kendine özgü yönleri vardı, bu akımı delen...” denilmeyen İkinci Yeni şairi gördünüz mü? Ne o zaman bu akım ve şairleri konusuna mı girelim? Her dizesinde anlam arayışına mı çıkalım da, hayattaki duruşuna ipuçları verelim? Ölçüye biçiye gelmeyen, bilimsel verilerle işi olmayan şeydir şiir, anlatılamayan ama anlaşılan, sezilen, duyumsanan... Olsun, Turgut Uyar’a rağmen, ölçelim biçelim mi diyelim?

Tek bir şiir yazdı dedik ya, bir kadran dedik ya, işte o Büyük Saat’in size sezdirdikleridir Turgut Uyar. O kadar.

Biz, şiirin ve toplumun devrimcisini hüzünle anıyoruz. Sezdiğimiz, duyduğumuz değil sadece, baktığımız, gördüğümüzle.

Kararlılığı bir sonuca idi. O sonucu paylaşıyoruz. Kararlılığını.

Çantasına kara ekmek ve peynir doldurup bir gün gittiğinde, eksik bıraktığı her şey kaldı sahiden.

Tarihle bir ilkel eşitlikte buluşuncaya dek, saati sordu hep. Hâlâ saat kaç?

Kafiye bozan, başka şeyleri de bozan, bunu bilen bir adama, saat o saat diyeceğimiz günlerin provasını yaşadık. Hani o Haziran direnişinin duvarları, gitti gitti ondan dizelerle ifade edilebildi ya.

Hah işte, Turgut Uyar’ı anlatmayı boşverelim, halk içinde bir büyük imkânı bu kez kaçırmayacağımızın sözüyle ilgilenelim...

Gerisi, bir hisli çocuğun, gülünün solmasını önlemek macerasıdır... Ötesi, ne sorusudur, hâlâ saat kaçken...