'Pontuslu olmak Karadenizli olmak demektir'

AKP ve MHP’lilerin açıklamalarından anladığımıza göre ortada Türkiye’ye dair ve pek de haberimizin olmadığı 'büyük bir hesap' var. Pontuslular da bu büyük hesabın tam göbeğinde yer alıyorlar. Trabzon Tonyalı olarak su katılmamış bir Pontus sayılabilecek olan ben ve yine Trabzon Tonyalı olarak su katılmamış bir Pontus sayılabilecek olan müzisyen Apolas Lermi bu hafta kimsenin pek de…

Hatice İkinci

Her şey, Esenler Belediyesi’nin AKP'li Başkanı Tevfik Göksu’nun, CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu hakkında Trabzon’da söylediği “ne diyor Yunan medyası ‘İstanbul’u Yunan kazandı’. CHP’nin adayı nereli? Hesap büyük, olay büyük” sözleriyle başladı.  Kısa bir süre içinde tartışmalar büyüdü büyüdü ve mesele MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin önceki günkü “Yunansa Yunandır, Rumsa Rumdur, bu ülkede Rum var mı? Var, Yunanlı var mı? Var’ ifadelerini kullanan birinin neye ve nereye hizmet ettiği açıktır” sözlerine kadar geldi.

AKP’li ve MHP’lilerin sözlerinden anladığımıza göre ortada pek de haberimizin olmadığı büyük bir hesap vardı ve Pontuslar bu büyük hesabın tam da göbeğinde yer alıyorlardı.

Böyle olunca Trabzon Tonyalı olarak su katılmamış bir “Pontuslu” sayılabilecek olan ben ve yine Trabzon Tonyalı olarak su katılmamış bir “Pontuslu” sayılabilecek olan müzisyen Apolas Lermi, kimsenin pek de haberinin olmadığı “büyük planlarımız” hakkında konuştuk. Mesela “bu ülkede Rumlar da vardır” diyerek, “büyük planımıza” büyük bir hizmette bulunduk. Bu arada, ‘ne olur ne olmaz’ diyerek, bu son cümlenin sadece bir şaka olduğunu da hemen sözlerimize ekleyelim.

Apolas Lermi 33 yaşında, bugün Karadeniz müziği denildiğine akla ilk gelen isimlerden biri. “Aslında Rum ya da Yunan olduğu ve sonradan Türkiye'ye göç ettiğine” dair söylentiler çok sık dile getirilse de bildiğimiz Trabzonlu. Apolas Lermi’yi sahne ismi olarak seçmiş. Bugüne kadar yayımlanmış Kalandar (2011), Santa (2014), Romeika (2016) ve Momoyer (2018) adlı dört albümü var. Yaptığı müziği “dünya müziği” olarak tanımlıyor. Romeika albümündeki şarkıların tümü Rumca. Bu albüm aynı zamanda Yunanistan’da da yayımlandı. Şarkıları birçok sinema filminde, belgeselde ve televizyon dizisinde kullanıldı.

Karadeniz Rumcasının Türkiye’de tanınmasında önemli bir yeri olan Apolas Lermi ile Pontuslu olmak hakkında konuştuk.

Öncelikle ne demektir Pontusluk ve neden bir hakaret olarak algılanıyor?

Pontus, Karadeniz bölgesinin adıdır yani bir coğrafya terimi. Pontus Aksenius, Karadeniz bölgesine verilmiş ilk ad. Yani Pontus bir coğrafyanın adıdır. Pontuslu olmak, Karadenizli olmak demektir.

Türkiye’de tarihsel konularda bilgi kirliliği olduğu ve sağlıklı bir eğitim verilmediği için insanlar ya farklı algılıyor ya da böyle yönlendiriliyorlar. Pontus olmak Rum olmakla eş tutuluyor.

Bir Karadenizliye “Pontus’sun sen” desek bunu hakaret olarak mı görür?

Büyük bir çoğunluk bunu hakaret olarak algılar ve hemen ne kadar Türk olduğunu ispatlamaya kalkar. Geçmişte insanlara doğru bir eğitim verilmediği için böyle yorumlar ortaya çıkıyor. Hala Trabzon’da insanlar Pontus ve Rumca konusu gündeme geldiğinde rahatsızlık duyuyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına dayanıyor tabii bu rahatsızlığın kökeni. Yunanistan’la yaşanan savaş, mübadele yılları bu rahatsızlığın temellerini oluşturuyor ama bunlar halklarla ilgili değildir ki, devletlerle ilgilidir.

Hala Rum köyleri ve Rumca konuşan insanlar var ama.

Tabii ki, milletvekili, bakan olmuş ama Rumca konuşan insanlar var. İnsanlar Rumca konuşuyorlar ve bunu saklamıyorlar. Sadece bu şekilde gündem olmaktan rahatsızlık duyuyorlar. Aslında biraz da Pontus denilerek Karadeniz’deki herkes Rum’muş gibi bir algı yaratılıyor, halk da bundan rahatsız oluyor.

Pontuslu demek sadece Karadenizli demektir ve Karadeniz’de birçok etnik kültür ve dil vardır. Karadeniz’de herkes Rum değildir, Pontuslu demek de Rum demek değildir. Pontus denince bunun anlaşılmasından rahatsız oluyor insanlar. Kaldı ki Rum olsanız ne olur?

Hala Rum, Ermeni gibi kimlikleri bir hakaret sıfatı olarak görenler var bu ülkede. İnsanlar doğdukları coğrafyayı, etnik kökenlerini hatta dinlerini bile seçemezler. Türk olmayan diğer grupların bir küfür öznesi gibi kullanılması hangi yönden ve açıdan bakarsanız bakın çok yanlış bir şeydir.

MÜZİĞİN BİRLEŞTİRİCİ GÜCÜNE İNANIYORUM

Bu tür önyargıları değiştirmek için neler yapıyorsun?

Ben tabii ki bir tarihçi veya coğrafyacı değilim. Öncelikle bir müzisyenim ve müziğin birleştirici, bütünleştirici yönüne ve gücüne inanıyorum. Ve bu anlamda bir müzisyen olarak, insanlığa güzel şeyler üretmek ve sunmak için elimden geleni yapıyorum.

Kendimi Karadeniz ve tüm diğer etnik kültür ve müziklerle ilgili geliştirmeye çalışıyorum. Ancak Trabzonlu olduğum için çalışmalarımda burası daha özel bir yer alıyor. Bir müzisyen olarak bu bölgedeki kültürleri, dilleri ve renk katan bütün faktörleri müziğimde kullanarak, müziğimi bir kültürel aydınlanma aracı olarak kullanıyorum.

Çıktığın müzik yolculuğunda bu noktaya nasıl geldin?

Müziğe ilk başladığımda çevremde Alevi ve Kürt kökenli arkadaşlarım vardı. Okulda ve çeşitli organizasyonlarda onlarla beraber çalıştım. Daha sonra Grup Munzur’la çalıştığım bir dönem de oldu. Yine aynı şekilde Ayşenur Kolivar’ın da yer aldığı Helesa projesinde çalıştım. Bunların dışında farklı müzisyenlere gitarımla eşlik ettim.

Karadeniz müziğinde, Volkan Konak, Kazım Koyuncu ve Fuat Saka üzerinden şekillenen aydınlanma döneminin ardından onların da etkisiyle biraz daha fazla Karadeniz müziğine eğildim. Karadeniz müziği üzerine araştırmalar yapmaya başladım. Karadeniz müziğinde yapılan çalışmaları analiz ettim ve Karadeniz Rumcasının ötekileştirildiğini, yok sayıldığını fark ettim. Bunun nedenini sorgulamaya başladım. Ve ardından karşıma derin ve gizemli bir dünya çıktı. Karadeniz’in tarihi-coğrafya, Yunanistan boyutu, Rusya boyutu, farklı bölgelere giden insanlar gibi, mübadele dönemleri gibi. Bu araştırma süreci hala devam ediyor tabi.

Benden önce de bir şeyler yapılmıştır mutlaka ama dönemin şartlarında bunlar yeterli değildi. Tüm bu araştırma ve çalışmaların ardından ilk olarak, 2011’de Trabzon kültürü merkezli Rumca ve Türkçe şarkılardan oluşan Kalandar isimli albümü yaptık. Kalandar, Latince takvim anlamına geliyor ancak aynı zamanda Doğu Karadeniz bölgesinde bir geleneğin de adıdır. Bu gelenek Anadolu’nun genelinde farklı isimlerle var tabii, kısacası Anadolu’nun “cadılar bayramı” diyebiliriz bu geleneğe.

Albüm hakkında belli bir kesim güzel şeyler söyledi, bir kesim ise karşı çıktı. Rumca’ya o dönemde daha sert yaklaşılıyordu. Albümde Rumca şarkılar yer alması tartışılmaya başladı ve gündem oldu. Konserlerim belli bir kesim tarafından yasaklandı ve zor bir süreçten geçtim. Daha sonra ikinci albümüm Santa’yı yaptım. Santa, Karadeniz bölgesinde eski bir maden ocağının adıdır. Bu albümde de tepkiler Rumca üzerinden devam etti.

'KARADENİZ LAZDIR-HEMŞİN’DİR, NE LÜZUMU VAR RUMCA’NIN?'

Ne ile suçlanıyordun?

Sadece Rumca şarkılar söylemem değildi tabii. Hayata bakış açım ve düşüncelerimi sosyal medyadan ifade ettiğimde de linçe maruz kalıyordum. Ben bir müzisyen olarak bu güne kadar hiç, ‘şu şarkıyı kötü yorumladı, şu şarkının altyapısı şöyle olsaydı ya da şu enstrüman şu şarkıya uymamış’ gibi eleştiriler almadım. Aldığım eleştiriler işte, hep yok ‘Rum, Laz, Türk’ böyle şeyler oldu. Müzikal eleştiriler almak beni daha çok ileriye taşır, ama maalesef böyle olmuyor.

Rumca söylemek beni diğer müzisyen arkadaşlarımdan ayıran şeydi. Ben; kendine aydın, çağdaş diyen Laz, Hemşinli veya farklı kökenlerden arkadaşlar tarafından da ötekileştirmeye maruz kaldım. “Karadeniz Lazdır-Hemşin’dir, ne lüzumu var Rumca’nın” diyenler oldu.

Kendimi sol içinde de ifade edemedim uzun süre. Kolay değildi. Karşımızda kültür bilinci oluşmamış bir kitle vardı. Benim kuşağımdan diğer müzisyenler bu sorunları yaşamadı. Çünkü onlar daha popüler şeyler yapıyorlardı. Rumca şarkı söylemek, Lazca ya da Hemşince kadar solcuların ilgisini çekmiyordu. Oysa düşünmek gerek. Lazca’yı Kazım Koyuncu ile tanıyan bir sol ne kadar soldur? Rumca’yı tanımaları için başka bir müzisyenin daha ölmesi mi gerekiyor?

Ben tüm bu olumsuzluklar içinde tamamen Rumca şarkılardan oluşan bir albüm yaptım. Albümün adı Romeika, yani Rumca’nın Rumca söyleniş şekli. Ben anadili Rumca olan birisi değilim. Ben bir müzisyen olarak bu kadar sahipsiz bırakımlısına tepki olarak Rumcaya sahip çıktım. Oysa ana dili Rumca olan müzisyenler var ve onların bunu yapması daha güzel olurdu. Gerçi bu artık yavaş yavaş yapılmaya başlandı.

Romeika albümün Yunanistan’da da yayımlandı değil mi? İlgi çekti mi peki?

Türkiye’de de ilgi çekmedi, Yunanistan’da da. Bunun çeşitli sebepleri vardı tabii, en başta Rumca olması gibi. Ama ben zaten bu çalışmayı ilgi çekip, çok satmak amacıyla yapmadım. Gençlerin müzikal gelişimi açısından müziğin aydınlatıcı bir gücü olması açısından yaptım. Bu açılardan bakıldığında çok önemli bir kayıttı bence. Değeri 30-40 yıl sonra anlaşılacak bir albüm olduğunu düşünüyorum.

Tabii, sanatçı sorumluluğu böyle bir şeydir zaten. Her zaman popüler, para kazanmaya yönelik çalışmalar yapamazsınız, bu doğru değildir zaten. Halkın değerlerine karşı da bir sorumluluğumuz var.

SOKRATES’İN KONUŞTUĞU YUNANCA’DIR RUMCA

Pontus’un dili olan Rumca neden bu kadar önemli olmalı bizim için?

Çünkü diğer diller ne kadar önemliyse Rumca da o kadar önemlidir, hatta daha da önemlidir. Antik Yunancadır bu, Sokrates döneminde konuşulan dildir. Sokrates’in konuştuğu Yunancanın en özgün halidir Rumca. Felsefenin kurucularının konuştuğu dile en yakın dildir. Modern Yunancadan farklıdır ve aslında modern Yunancanın özünü oluşturur. Mitolojik zamanlara kadar uzanan ve felsefenin temelinin atıldığı, bu topraklara ait bir dildir. Düşünsenize bu dil sadece Karadeniz’de konuşuluyor, bu çok önemlidir. İnsanlar Yunanca, Helence, Rumca dillerinin birbirinden farklı olduğunu düşünüyor. Bunlar farklı diller değil, sadece tarihsel dönüşümlerden dolayı farklı adlandırılmaktadır. Bunlara aynı dilin lehçeleridir diyebiliriz.

Türkiye’nin kendi topraklarında yaşayan dillere, kültürlere daha fazla sahip çıkması gerekir, Rumca da en eski dillerden biri olduğu için daha fazla sahip çıkılmayı hak ediyor.

Rumca şarkıları kayıt altına almak neden bu kadar önemlidir?

Bu dilin yaşadığımız dönemde kayıt altına alınması gerekiyor. Türkiye’ye ait olan, yani şu andaki Türkiye sınırları içinde konuşulan bir dil bu. Dolayısıyla bu ülkede kayıt altına alınması Yunanistan, Rusya veya başka bir ülkede kayıt altına alınmasından çok daha önemlidir. Çünkü ait olduğu coğrafya burasıdır. Ben de bu anlamda araştırmalar yaptım ve hala elimden geldiği kadar yapmaya devam ediyorum. Tüm bu çalışmaların, diğer müzisyenlere cesaret vermesi ve örnek olmasını da istiyorum bir yandan. Bunda başarılı olduğumu da düşünüyorum. Rumca isimler kullanan müzik grupları oluşmaya başladı, genç arkadaşlar bu konuda sorular soruyorlar, araştırmalar yapıyorlar.

KARADENİZLİLER BELLİ BİR SİYASİ GÖRÜŞE SAHİP İNSANLARMIŞ GİBİ YANSITILIYOR

Trabzonluluk meselesine gelirsek eğer, “Trabzonlu yobazdır” böyle bir ön kabul de var, bu bir rahatsızlık yaratıyor mu sende de?

Karadenizliler, sürekli sadece belli bir siyasi görüşe sahip insanlarmış gibi yansıtılıyor. Maalesef bunu solcu arkadaşlarımız da yapıyorlar. Karadenizliler de kimi zaman bunu böyle görüyorlar. Ama bir de öteki Karadeniz var ve ben de onu ifade etmeye çalışıyorum işte müziğimle. Görülmeyen veya görülmek istenmeyen Karadeniz’i ifade etmeye çalışıyorum. Karadeniz sadece Rumlardan, Lazlardan, Hemşinlilerden ibaret değil, farklı kültürler, farklı gruplar ve farklı bir birikim de var. Sadece kemençeden ibaret değildir, farklı müzik enstrümanları tulum, kaval, zurna var, davul da vardır. Mesela Karadeniz’de Oğuzların Çepni boyu olan Türkler var; kemençeyi, horonu bizim kadar seven, el ele, kol kola horon ettiğimiz insanlardır bunlar.

Dolayısıyla bazı değerleri etnik köken, ırklar ve şehirler üzerinden konuşmamak gerekir. Ama tüm bu kültürler birbirinden ayrıştırılmak isteniyor.

Ülkenin her yerinde aydınlık insanlar olduğu gibi Karadeniz’de ve Trabzon’da da var tabii. Kaldı ki, Türkiye’nin en gerici görünen köyünde bile böyle insanlarla karşılaşabilirsiniz. Bugün Trabzon’u değerlendirirken biz sadece son yirmi yılına bakıyoruz. Ancak değerlendirirken tarihini de iyi bilmek gerekiyor, büyük bir birikimi de vardır bu şehrin. Özellikle bu ülkede resim sanatı ve edebiyatında büyük iz bırakmış birçok sanatçısı vardır.

Belli bir siyaset içersinde Trabzon’un adı neden bu kadar ön plana çıkıyor?

Birincisi bence devleti yönetenler Trabzon’u bu şekilde görmek istiyor. İşin ilginç yanı sol kesim de böyle görmek istiyor. Diyarbakır karşısına Trabzon konmak isteniyor. Bu yüzden de bu iki şehir üzerinden çok politika yapılıyor, birilerinin işine de böyle geliyor açıkçası. Şehir anlamında değil sadece tabi bu. Karadeniz bölgesi ile Doğu’nun yakınlaşmasını istemeyenler var diyelim. Bunu ben, bana sosyal medyada yazılan mesajlardaki hakaretlerden de çok net görebiliyorum.

Bu konuda Mikail Aslan’la müzisyen sorumluluğu çerçevesinde bir çalışma yapacağız yakın zamanda. Karadeniz ve doğu enstrümanlarıyla Zazaca bir şarkı kaydedeceğiz. Bir klip hazırlayıp tarihe umut bırakacağız.

Nasıl bir çalışma olacak bu?

İnsanları birbirine daha çok yaklaştıran, kardeşliği, umudu ve barışı besleyen bir çalışma olacak bu. Artık, Karadenizli müzisyenler o bölgeye gidebildiği gibi, o bölgenin müzisyenleri de Karadeniz’de rahatlıkla konser verebilmeliler. Bunu başarmak zorundayız.