Özden Çavdar: Tevfik Türkiye ile yaşadı...

Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli aydınlardan Tevfik Çavdar’ı yitireli bir yıl oldu. Tevfik Hoca’yı hayat arkadaşı Özden Çavdar’la konuştuk.

Görüşme: Pınar Kahya

Özden Hanım röportaja gelirken yanında Tevfik Çavdar’ın ilk ve son kitaplarını getirdi ve onların öyküsünü bizimle paylaştı...

Tevfik Çavdar’ın ilk basılı kitabı “Türkiye 68”. Bu kitabın basılması aşamasında biz British Council bursuyla dokuz aylığına Londra’ya gitmiştik. Tevfik, kütüphanedeki Osmanlı kayıtlarını okuyabilmek için, burada eski Türkçe öğrendi. Rahmetli Mustafa Akdağ da Osmanlıca öğrenmesi için ona yardımcı oldu. Türkiye’ye döndüğünde, Osmanlı’nın yarı-sömürge olduğunu yazdı. Bizde bulamadığı bir çok istatistiğe Londra’da ulaşmıştı, hatta çok ilginç orada Osmanlı’da kaç genelev olduğuna dair bilgiler dahi mevcuttu. İşte, “Türkiye 68” kitabı, Tevfik İngiltere’de Osmanlı üzerine bu tür çalışmaları yürütürken elimize ulaştı. Özellikle 15 Temmuz’da ulaşmasını rica etmiş, yani evlilik yıldönümümüzde. Bana çok değer verirdi, kitaplarının basılmasının ardından, elimize ulaşan ilk kitabı bana ayırır, kapağına da bir teşekkür notu yazmayı ihmal etmezdi. Türkiye 68 kitabının ilk sayfasında yazdığı notta şöyle diyor: “Canım Özdenime, geride kalan dokuz mutlu yıl ve ilerideki birbirinden güzel günler için, 15 Temmuz 1969.”

Son kitabını yazarken, yetişmeyecek diye tedirgin oluyordu. Büyük kızım Işın’a sık sık sitem ediyordu, bilgisayarda yazmayı ihmal ettiği gerekçesiyle. 12 Ekim Cuma günü (2012), götürdüm dosyayı önüne koydum “buyurunuz efendim, demek ki kızınız ihmal etmiyormuş, alın ne yaparsanız yapın şimdi” dedim. “Sağol Işıncım” diyerek, kızının ellerini öptü, “ellerine sağlık” dedi. “Ben bunu Pazartesi düzeltmeye başlayayım” diyerek, dosyayı çalışma masasının çekmecesine koydu, maalesef Pazartesi günü öldü. “Bu kitabı görsem de ölsem” gibi bir arzusu vardı, maalesef göremedi.

“Neoliberalizmin Türkiye’de Seyir Defteri” yani Tevfik’in son kitabı o öldükten sonra elime ulaşınca ben de şöyle bir not yazdım ona, “Canım kocam, ilk defa, çıkan kitabının ilk elimize geçenini bana imzalamadın, daha doğrusu imzalayamadın, çünkü artık yoksun, sensiz elime geçen ilk kitap ama sensiz diye bir şey yok, ben ölünceye kadar hep benimle yaşayacaksın, Ocak 2013”.

Tevfik Çavdar ile nasıl tanıştınız?
İkimizin de de babası demiryolu müfettişi olarak birlikte çalışıyorlardı. Ailelerimiz dosttular. Adana’dayken Tevfik lisedeydi, ben ise ilkokuldaydım. O sıralarda, o benim için ağabeydi. 1950 yılında Tevfikler babalarını kaybettikten sonra Adana’dan ayrıldılar. Benim ablam da Tevfik ile yaşıttı, o üniversiteye gideceği için babam da Ankara’ya tayin istedi. Tevfik, İstanbul’da iktisat fakültesini bitirdikten sonra, Ankara İstatistik’te çalışmaya başlıyor, tesadüfe bakın ki ablam da orada çalışıyor. Ablamı işyerinde ziyarete gittiğimde, yüzü çok tanıdık geldi, ablama, “Aa abla bu İpek’in abisi, Kemal Bey’in oğlu Tevfik Abi” dedim. Ablamın ertesi gün gidip, kendini tanıtmasının ardından arkadaşlığımız başladı. Ben henüz o sene liseyi bitirmiştim, cebirden ve astronomiden takıntım vardı ve Tevfik bana ders çalıştırmayı teklif etti. Bana ders anlatırken katiyen ilgisini, beğenisini belli etmedi, o çok ciddi bir matematik hocasıydı, Özden Uras da ikmale kalmış öğrenci.

Daha sonra annesi ve kızkardeşi Ankara’ya geliyorlar. Annesi Tevfik’e, “Özden uygun, hiç düşünmedin mi” diye soruyor, o da bunu belli ederse ablamın ve eniştemin dostluğunu kaybetmekten korktuğunu annesine itiraf ediyor.

Otobüste evlenme teklifi

Tevfik Çavdar için hayatındaki en önemli günlerden biri size evlenme teklif ettiği günmüş. O günü anlatabilir misiniz?
Tevfik, 16 Mart 1958’de bana evlenme teklif etti. Ankara’da Bahçelievler’de o zamanlar Renkli Sinema diye bir sinema var, oraya bilet almaya giderken belediye otobüsünde, “Özden ben bir yuva kurmak istiyorum, o yuvanın kadınının da sen olmasını istiyorum” dedi. Ben de “Tevfik abi anneniz ne der” dedim. O da, “Annem bu işi çok istiyor, dertlenme sen” diye cevap verdi. “Şeytan ruhlu insanlar” diye bir film vardı. Filmden önce pastanede de bir süre konuştuk, heyecanlı ama bir o kadar da mutluydum. Tevfik zaten çok hoşuma gidiyordu. Bilgisi çok derin olan, çok kültürlü bir insandı. Müzik, resim, edebiyat, güncel olaylar, siyaset her şeyden konuşabilirdiniz.

16 Mart’ta evlenme teklif etti, 21 Nisan’da da nişanlandık. Nişanlandıktan sonra Tevfik, Ağrı Karaköse’ye askerlik yapmaya gitti, bir yıl ayrı kaldık, bu sürede devamlı mektuplaşarak birbirimizi tanımaya çalıştık ki o mektuplar hâlâ durur. Telefonlaşmak çok zordu zaten, santral aracılığı ile konuşuyorduk, santral kız araya girerdi, telefonun bağlanması uzun sürerdi, biz de sık sık mektuplaştık. Nihayetinde, Tevfik askerden Mayıs ayında döndü ve biz de 15 Temmuz 1959’da evlendik, bu evlilik 15 Ekim 2012’ye dek sürdü. Tevfik’in yurtdışı seyahatleri dışında hiç ayrılmadık, her şeyi paylaştık. Kadın haklarına son derece saygılı, çok ince bir erkekti. Bana daima yardımcı olmaya çalıştı, ikinci kızım doğduğunda bir süre onun bakımını üstlendi ve beni dinlenmem için Kıbrıs’a gönderdi. Benim ona saygısızlık, sevgisizlik yapmama izin vermedi, aramızda mecburiyete dayalı bir ilişki olmadı hiç, hep beraber, hep eşittik yürüttük birlikteliğimizi.

Tevfik, tüm kitaplarını yazmadan önce benimle konuşmaya başlardı, yüksek sesle düşünüyor gibi gelirdi bana. Bana anlatırdı, anlatırdı sonra yazmaya başlardı. Çok çalışkan bir adamdı Tevfik Çavdar. Sabahları erken kalkardı, günlük gazeteleri okurdu. Ben uyandığımda onu hep çalışma masasının başında bulurdum. Maddi, manevi hayatta her şeyi paylaştık. Aybaşı geldiğinde, aldığımız maaşları masanın üstüne koyardık. Bütçemizde kiradan ve harçlıklarımızdan sonra en önemli giderimiz kitap parasıydı. Ölünceye kadar, çocuklarımızla birlikte dolu dolu bir 54 yıl yaşadık.

Hayatı siyasetle özdeşti

Tevfik Çavdar, Türkiye siyasetinde her zaman fikirleri önemsenen önemli bir aydındı...
Hayatı siyasetle özdeşleşmişti. Örneğin, 1960 yılında, Menderes’in Kızılay’da yuhalanması sırasında beraberdik. Emin Karakuş’un vosvosuna bindirilip, nasıl kaçırıldığını gözlerimizle gördük. Müthiş umutlanmıştık çünkü şimdi nasıl AKP’den bunaldıysak o zaman da DP’dan bunalmıştık. DP’nin icraatları bize endişe veriyordu. Diyebilirim ki, siyasetle kendi olayıymış gibi ilgilenen, siyasi sorunlara kendi kişisel sıkıntısıymış gibi üzülen bir insandı. Devamlı düşünür ve çözüm üretmeye çalışırdı. Memur olduğu halde, düşüncelerini aktarabilmek adına takma isimle yazılar kaleme alırdı. Türkiye ile yaşadı diyebilirim. Dikkat ederseniz kitaplarının çoğu “Türkiye” diye başlıyor. Çok büyük bir yurtseverdi, ama hep şunu söylerdi, “ben eylem adamı değilim, ben meydanlara çıkıp koşamam, vücudum ve yaradılışım müsait değil, ben katkımı yazılarımla ve fikirlerimle veririm.” Haziran eylemlerini görse eminim ki çok mutlu olacaktı. Daima halk hareketini ön planda tutan bir insandı. Halkın, öğrencinin, işçinin birlikte ayağa kalkması arzusundaydı.

İşçi sınıfı eğitimlerine koşan bir aydın

İşçi sınıfına kendini adamış ve onlara hayran bir insandı. Sık sık işyerinden izin alarak, yurdun çeşitli yerlerinde işçi eğitimlerine giderdi. İşçi eğitimlerine katılabilmek için 48 saat uyumadan dolaştığını bilirim. Sendikalara da buradan teşekkür ediyorum, onlar da unutmadılar Tevfik’i. Petrol-İş, Yol-İş, Kristal-İş, hepsi cenazesine katıldı. Tevfik de onları hakikaten çok sevmişti, “canımı veririm” diye bir laf var ya, işte o Tevfik içindi sanki. Sendikalar, işçiler için canını verirdi, eğitimleri çok inanarak yapıyordu ve kendine tüm bu faaliyetleri bir görev addediyordu. İşçilerin aydınlanmasına katkıda bulunmam gerekir fikrinde oldu her zaman. Kendi çıkarlarını değil, işçi sınıfının çıkarlarını düşündü.

Memuriyetten sonra aktif siyasette 10 yıl

Tevfik Çavdar ne yapmak istediğini çok iyi biliyordu, daha biz nişanlıyken yaşlılığımızda ne yapacağına karar vermiş, yazacağı kitapların isimlerini bile düşünmüştü ki siyasete atılma meselesi de onun yapacakları listesindekilerden biriydi. Emekli olduktan sonra SHP’nin kuruluşunda görev aldı ve ilk toplantıda partinin Merkez Yürütme Kurulu’na seçildi. Hem Aydın Güven Gürkan, hem de Erdal İnönü zamanında, genel başkan yardımcılığı görevini yürüttü. 10 sene boyunca aktif olarak siyasetin içindeydi. Ben bu kararına karşı çıkmıştım ama nihai kararı da ona bırakmıştım. Partideki görevinden ayrıldığında, “sen haklıymışsın yazık oldu, 10 seneme” dedi. Aktif siyasetin ardından daha verimli yıllar geçirdi, daha çok yazdı, toplantılara katıldı, panellerde konuştu. Yürüme sıkıntısının ortaya çıktığı son bir seneye kadar, vaktinin tamamını üreterek geçirdi.

Kitaplara tutkun bir adam

Tevfik Çavdar’ın edebiyat sevgisine dair neler söyleyebilirsiniz?
Tevfik, korkunç kitap okurdu, bilimsel kitaplar ayrı ama roman ve hikayeleri elinden düşürmezdi. Şiiri sevmezdi pek ama Edip Cansever ile Cengiz Bektaş arkadaşlarıydı, onların şiirlerini okurdu genelde. Okuma alışkanlığını ailesinden almıştı, annesi öğretmen, babası da veterinerlik okumuş ancak daha sonra demiryollarının kuruluşunda görev almış. Tevfik’in babası Kurtuluş Savaşı gazisi ve İstiklal Savaşı Madalyası var. Annesi de babası da kitaba çok önem veren, çok kitap okuyan insanlar. Tevfik’in ve kardeşinin okul bitirme ödülleri kitaplar olurmuş. Böylesi yetiştirildiği için Tevfik’in okumadığı bir an yoktu. Okumayı sevdiği kadar, kitapları yorumlamayı da çok severdi.

Fanatik Beşiktaşlı

Tevfik için kitap birinci sıradaydı evet ama çok yönlü de bir insandı. Enstrüman çalamazdı fakat iyi bir müzik dinleyicisiydi. Bach ve Beethoven’ı çok severdi. Yurtdışı ziyaretlerinden en çok getirdiği şeyler kitaplar ve plaklardı. Sporla arası yoktu, takla atmayı beceremediği için beden öğretmeninden büyük azar işiten bir öğrenciymiş. Başka bir yönü de fanatik Beşiktaşlı bir futbol hayranı olması. Nişanlıyken benim Galatasaraylı olduğumu öğrenince “çok rica ediyorum beraberliğimiz noktalanıncaya kadar Beşiktaş’ı destekle” demişti, o kadar seviyordu Beşiktaş’ı. Bir de onu Beşiktaş maçı izlerken görmeliydiniz, tam bir felaketti. Televizyonun önünden geçirmezdi, maç esnasında telefon çaldığında da çok sinirlenirdi. Beşiktaş kaybedince çok üzülüyordu, hatta tansiyonu çıkıyordu, yanakları pembe pembe oluyordu.

Tevfik Çavdar’la geçen 54 yıl

Ben liseyi bitirir bitirmez evlendim. Cenazesinde de söylemiştim, Tevfik’in rahle-i tedrisinden geçtiğim için kendimi 2-3 üniversite bitirmiş gibi hissediyorum. Öğrencisiymişim gibi bana her şeyi tane tane anlatırdı. Aileden gelen iyi bir eğitimim olsa da lise mezunuydum ve öğrenmem gereken birçok şeyi Tevfik Çavdar’dan öğrendim. Hem hocam, hem kocamdı. İnşallah iyi anlatmışımdır, iyi anlatılmaya, iyi anılmaya değer bir insan. Beni sevdiğine de çok inanmıştım.

Gençlerin mücadelesini görmesini isterdim

Tevfik Çavdar soL’daki son yazısına, “Tepkisiz, düşünmeden boyun eğen hiçbir haberi irdelemeyen bir halkımız var” diyerek başlamıştı ve “Eyvahlar olsun” demişti. Yazısını tekrar okuyunca, “Tevfik Çavdar Gezi (Haziran) Direnişi’ni görmeliydi” dedim, siz de aynısını hissettiniz mi?
Haziran Direnişi’nden eminim çok mutlu olurdu. Halk hareketlerine müthiş önem veren bir insandı. Gençlerin korkusuzca, yılgınlığa kapılmadan mücadele etmesi onu çok mutlu ederdi. Haberleri takip ederken, gazeteleri okurken, hep bunu düşündüm aslında, hatta kızıma da hep söyledim, acaba baban olsa ne derdi, nasıl yazardı, ne düşünürdü diye. Tevfik Çavdar hiç unutulmasın istiyorum, örneğin soL gazetesini elime her aldığımda Tevfik Çavdar’ı görmek istiyorum, çok mümkün değil biliyorum ama yine de istiyorum, onu çok özlüyorum.