"Örgütü reddettiğiniz anda hiçbir şey elde edemezsiniz"

1975-1980 arası İlerici Kadınlar Derneği deneyimini anlattığı Kızıl Feministler, Emel Akal'ın 1996'da ODTÜ Sosyoloji Bölümü'ne sunduğu master tezi. Kızıl Feministler dışında Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm isimli bir kitabı daha bulunan akademisyen-yazar, kendini genç yaşlardan beri komünist ve devrimci olarak tanımlıyor ve sistem tarafından ezilen, aşağılanan kadınlar için kurtuluş mücadelesine katılmanın önemine dikkat çekiyor. Halen Bilkent Üniversitesi'nde Tarih dersleri veren Akal'la tarihimizin en kitlesel kadın örgütlerinden İKD'yi ve Kızıl Feministler'i konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik...

İlerici Kadınlar Derneği (İKD) hakkında yazılı kaynak bulmak pek kolay değil. Aslında genel olarak Türkiye sol tarihine dair bir kaynak sıkıntısı var. Bir yazar "şiir yiyerek beslenen komünist" diyerek tarihimizin yazısız kalışından kaynaklı beslenme sorunumuza gönderme yapıyordu. Siz nasıl bir motivasyonla böyle bir "yazıcılık" işine soyundunuz?

Komünistlerin şöyle bir sorunu var özellikle illegal olunan dönemde konspiratif çalışmalar olduğu ve daha sonra burjuvazinin bu belgeleri aleyhte kullanmaması için bilgi, belge bırakılmaz. Bundan sonraki süreçte tarih yazıcılığında son derece büyük sıkıntılar meydana gelir, bilgiler komünist bireylerle birlikte tarihe gömülür. Örneğin 1916, 17'lerde Bolşevik olan, 1918 Mart ayında Moskova'da MUSKOV'un kapısını çalan Mustafa Suphi, 1921 Ocak ayında Karadeniz'de katledildiği zaman, dünyanın altüst olduğu bu dönemde yaşadığı hiçbir tecrübeyi kendisinden sonra gelen komünist kuşaklara aktaramamıştır. Ne Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası üyelerinin ne de Şefik Hüsnü Değmer'in Türkiye İşçi ve Sosyalist Fırkası TKP'ye dönüştükten sonraki tecrübelerinin yazılı aktarımı vardır. Bu nedenlerle Kızıl Feministler'i kaleme almamdaki en büyük amaç 1975-80 arasında Türkiyeli kadın komünistler olarak kendi tecrübelerimizi bir sonraki kuşağa aktarabilmektir. Şu anda Marksist bir sosyolog ve siyaset bilimci olarak geriye dönüp baktığım zaman, özellikle Marksistlerin mutlaka yapmaları gereken bir görevleri olduğunu düşünüyorum. 1848'den 1991'e, yani Komünist Manifesto’dan başlayan, 1917 kırılmasıyla Rusya'da Bolşevikler olarak devam eden, Uzakdoğu'da Pol Pot'dan Küba'da Che Guevara'ya kadar uzanan, Stalin'i de Troçki'yi de içeren yaklaşık 150 yıllık tecrübeyi, işçi sınıfı hareketlerinin pratiğini, olumlu ve olumsuz yanları, yapılan hatalar analitik bir incelemeye tabi tutmalıdır. Bu nedenle Kızıl Feministler'i yazarken olumlu yanlarının yanında yapılan ideolojik, örgütsel, bireysel hataları da yazdım. Ve kendine 15-16 yaşından beri devrimci, sosyalist, komünist, Marksist diyen biri olarak, nüfusun yarısı olan kadınların kurtuluşlarının sağlanması doğrultusunda mücadele etmesi gereken Marksistlere ufacık da olsa deneysel, pratik bilgi aktarabildiysem ne mutlu bana.

İKD’nin otuz beş bin tirajlı bir yayını oldu, binlerce kadını taşıdığı Evlat Acısı’na son mitingleri düzenledi, binlerce üyesi oldu... Kitapta da bahsi geçiyor, o günleri İKD'lilerin tümü özlemle anıyor. Bugüne baktığınızda İKD’nin kadın hareketine bir miras bıraktığını düşünüyor musunuz? Yapılanlar çok büyük işler ama mirasınızı taşıyabiliyor mu ahir zamanlar?

İKD çok önemli bir miras üzerine kurulmuş bir örgüt. 1960'lı yılların ortalarından itibaren yükselen sol hareketin bünyesinde herhangi bir kadın hareketinden söz etmek mümkün değildi. Ama bu hareketlerin içinde tecrübe kazanan nitelikli kadın militanlar vardı. 12 Mart darbesinden sonra ise Türkiye'de sol hareket ciddi bir yükseliş yaşamıştı. Dolayısıyla 1975 yılında İKD'yi kuran kadrolara baktığımız zaman benim kitabımda da, gene İKD deneyimini anlatan "Ve Hep Birlikte Koştuk" kitabında da belirtildiği gibi bu kadınlar TİP veya Dev-Genç kökenli, tecrübeli, Marksizme aşina kadınlardır. İKD'nin ilk olmasının sebebi kitlesel bir kadın örgütü yaratması ve Marksizmin kadınların kurtuluşu için gündeme getirdiği projeyi propaganda etmek doğrultusunda kurulan ilk hareket olmasıdır. İKD ile birlikte kadınlar politik örgütlere üye olmaktan çok daha hevesli olarak kadın örgütleri saflarına katılmıştır.

Başta İKD olmak üzere kadın örgütleri kadın örgütlenmesi konusunda bir miras bırakamamıştır. Çünkü 1980 sonrasında yükselen feminist hareket "örgüt/örgütlenme" nosyonlarını reddettiği için geriye İKD türü bir kitlesel kadın örgütü bırakmamıştır. 1980 öncesinde Marksist olup da, ‘80 sonrasında feminist hareketi yeşerten kadınlar, bütün dünyada çok moda olan ve Gökkuşağı hareketi denilen gevşek, omurgasız, dikeyine örgütlenmeyen hareketlere katıldıkları, hiyerarşik, merkezi yapıların kadının "doğasına" aykırı olduğunu iddia ettikleri, örgüt deyince tüyleri diken diken olduğu için kadın örgütleri de güçlü olamamıştır. Bazı sol hareketler kadın örgütleri kurmaya çalışmıştır ama o örgütler güçlü olmadığı için kadın örgütleri de güçlü olamamıştır.

Bugün kadınların örgütü olmalı mı olmamalı mı tartışması söz konusudur. Ben örgüt kurmanın, teşkilatlı olmanın insanlığın keşfettiği en önemli kaldıraçlardan biri olduğunu düşünüyorum. Örgütü reddettiğiniz anda hiçbir şey elde edemezsiniz. Çünkü burjuvazi başta olmak üzere sizin karşınızdaki bütün güçler örgütlüdür. Son dönemde Mısır'da yaşananlar buna en güzel örnektir. Eğer örgütlü değilseniz heba olur gider tüm ayaklanmalar, hareketler... Bence örgütün reddedilmesi değil, nasıl bir örgüt sorusuna cevap aranması kritiktir.

Kitapta önemli bir vurgu yapmışsınız 1970'li yıllarda İKD'nin feminist bir yorumla eleştirilmediğini, aksine soldan eleştirildiği meselesi… Ancak bu durum 1980 sonrasında belirgin biçimde değişiyor ve İKD feminizmi anlamamakla hatta kafa yormamakla eleştiriliyor, üstelik İKD'li kadınlar tarafından da. Neye bağlıyorsunuz bu değişimi?

İKD kadınlar tarafından kuruldu ve Türkiye'de bu örgüt kadınların özgür olmadığından, kadınların ezildiğinden, aşağılandığından, kadınların kurtulması gerektiğinden söz etti. 1980 sonrasında İKD'ye yöneltilen "feminist değildi" eleştirileri kadar anlamsız bir şey olamaz. Çünkü 80 öncesinde İKD ve benzeri sol örgütler dışında kadınların kurtuluşunu gündeme getiren başka bir hareket yoktur. O dönemde politize olan tüm kadınlar çeşitli sol fraksiyonların içinde sosyalizmle kadınları kurtarmanın derdine düşmüştü.

İlerici Kadınlar Derneği'nin kurucuları ve militanları olarak feminizmi sosyalizme alternatif, bir burjuva ideolojisi ve hareketi olarak gördük. Oysa ki ikinci dalga feminizm, birinci dalga burjuva feminizminden çok farklıydı. Feminizm kadınların ezildiğinin, aşağılandığının kabul edilmesi ve kadınların kurtuluşuna dair bir proje sunulmasıdır. Ama kadınların neden ezildiği konusunda feministler ayrılıyor. Kadınları sistem eziyor diyenler ve kadınları patriyarka eziyor diyenler var... Dolayısıyla kadınları patriyarkaya karşı mücadeleye çağıranlar da, kadınları toplumsal sisteme karşı mücadeleye çağıranlar da feminist kategorisine giriyor. Feminizm homojen değil ve çok parçalı.

İKD feminist olursa Marksist olamayacağından endişe eden bir kuşaktan oluşuyordu. Ama 21. yüzyılda, bugünkü Türkiye'de Marksistler nasıl işçi sınıfının, ezilen ulusların, ırkların mücadelesinin yanındaysa ezilen cinsin de kurtuluş mücadelesinin yanında yer almak zorundadır. Komünistlerin kadının kurtuluşuna kör olduğuna ilişkin iddialara hak verecek tutum içine girmemelidirler. Dolayısıyla ezilen cinsin mücadelesi feminizmdir ve kendi ideolojileri doğrultusunda komünistler de Marksist feministirdirler. Ben bugün 70'li yıllardakinden daha bilinçli bir Marksist addediyorum kendimi. Marksist feminist olmakla da Marksistliğimi tamamladığımı düşünüyorum.

(soL - Kadın)

NOT: Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Selma Cerit Kütüphanesi’nin düzenlediği Akademisyen-yazar Emel Akal'la "Kızıl Feministler" kitabı üzerine söyleşi 19 Şubat 2011 Cumartesi günü saat 17:00'de Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde (Karanfil Sokak No: 58, Bakanlıklar) gerçekleşecektir.