Almanya'da onların payına intihar düşüyor

Almanya'da en çok Türk kızları intihar ediyor. Birçok ülkede kadınların payına bu düşse de, iki arada yabancı kalmış Almanya'daki Türk ve Kürt kadınları intihara sürükleyen, kökü derinde olan bir yapı var.

Haber şöyle: “Almanya’ da en çok Türk kızları intihar ediyor”. Der Spiegel dergisinin son sayısında yayınlanan haberde, ülkedeki en yüksek intihar oranları, Türk ailelerin genç kızları arasında görülüyor. “Uygarlığın” göbeğinde yaşasa da "her şeye yabancı" olan bu genç kadınlar çıkış yolunu intihar etmekte buluyor.

Göç eden Türkler
1960’lardan itibaren görülen Türkiye’den yurt dışına işçi göçü, esas olarak Almanya ile Türkiye arasında imzalanan İş Gücü Alımı anlaşmasıyla birlikte, o zamanki adıyla, Federal Almanya’ya 1961 yılında başladı. İlk yıllarda yavaş ilerleyen işçi göçü, 1963 yılında Türkiye ve o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında imzalanan Ortaklık Anlaşması’ndan itibaren ivme kazandı. 1973 yılında işçi göçü alımının durdurulmasıyla 74’ten sonra aile birleşimi yoluyla göç yoğun bir şekilde gündeme girdi. Bundan itibaren işçi göçü nitelik değiştirdi. 80’li yıllarda da devam eden aile birleştirmeleri, 90’lara gelindiğinde büyük ölçüde tamamlanmıştı. İstatistikler 1961 yılında Federal Almanya’da 6800 Türk vatandaşının yaşadığını gösteriyordu. Bu rakam 1975 yılında ilk defa 1 milyon sınırını, 1998 yılında da 2 milyon sınırını aştı. Bugün ise yaklaşık 3 milyon Türk, Almanya’ da yaşamakta.

Önce tek başına gurbete giden işçiler yavaş yavaş ailelerini yanlarına alarak yabancı memleketlerde kök salmaya çalıştılar. Entegrasyon uğraşları ve kimliğini kaybettirmeme çabaları çatışıyordu. Çocuklar doğdular, büyüdüler, okula gittiler ama durum göründüğü kadar kolay değildi. Almanya’da da, Türkiye’de yabancı olan kuşaklar yetişti. İlk göç edenler daha çok “Almanların çalışmak istemedikleri” ve kas gücü gerektiren iş alanlarında istihdam ediliyorlardı, daha sonra yetişen kuşaklarsa artık farklı alanlarda yeterliliklerini kanıtladılar. Sanat, spor, bilim, siyaset alanlarında adından söz ettiren Türkiye kökenli Alman vatandaşları, Almanya’nın geleceğine şekil verme iddiasıyla gündeme geldiler.

Yine de tablo hiç iç açıcı değil
25 Kasım'da Odatv'de yayınlanan Alman İş Ajansı’nın verileri, Almanya’da yaşayan Türk ailelerin dörtte birinden fazlasının açlık sınırında olduğunu gösteriyor. Yani bugün artık beşinci kuşağın yetiştiği Almanya’da, Türkler’in yüzde 26’sı devlet yardımıyla geçiniyor. Olumsuzluklar bu kadar da değil.

Almanca konuşma konusunda da ciddi sorunlar var. İlk gidenlerin önemli bir bölümü ya Almanca bilmiyor ya da öğrenmeye bile uğraşmamış. Genç kuşaklarda ise iki farklı uç var. Ya bozuk bir Almanca konuşuyorlar ya da çok iyi! Çok iyi Almanca konuşanların ise Türkçesi kötü!

Eğitim alanların oranı düşük, eğitim alıp ekonomik düzeyini yükseltenler başarılı da oluyor. Ancak, genel olarak bu durum yargıları kırmaya, görüntüyü kurtarmaya yetmiyor, çünkü Alman hapishaneleri Türk gençleriyle dolu. Çoğu da uyuşturucudan yatıyor.

Irkçılık giderek artıyor
Bu durum elbette Almanlar’ın pek çoğunun da hoşuna gitmiyor. Giderek artan bir yoğunlukla ülkedeki, özellikle Türk ve Müslüman, azınlıklara karşı alttan alta yürütülen tepki en son Merkez Bankası Yönetim Kurulu eski üyesi Thilo Sarrazin’in Türk ve İslam karşıtı kitabıyla iyice su üstüne çıktı. DHA’nın haberine göre “Eylül başında yayınlanan ‘Almanya Kendini Yok Ediyor’ isimli kitap rekor bir sayıyla 1,5 milyon satış yaptı. Anketlerde Thilo Sarrazin’in tezlerine destek yüzde 70’i bulurken, bu görüşleri savunan bir partinin kurulması durumunda Almanlar’ın yüzde 20’sinin buna oy verecekleri saptandı.”

Almanya’da yaşayan Türkler ve Kürtler gericilerin hedefinde
Almanlar arasında ırkçılık büyüyedursun, Türkler ve Kürtler arasında da yabancı olmayı dine tutunarak aşma yönelişi arttı. Göçün en acı yanı her iki ülkede de yabancı olmak. Gericiliğin beslendiği en önemli kaynak da bu arada kalmışlık. Yöntem, "ne o, ne de bu" olabilen insanlara dini bir kimlik yükleyip bu kimlikle var olabileceklerine inandırmak! Almanya’daki Türkiye kökenliler için de durum bundan farklı değil. Ailelerin çocuklarını "kötülüklerden koruma" yolu, geleneksel muhafazakâr yapıdan geçiyor. “Almanlaşmasın, Türklüğünü kaybetmesin” diye muhafazakârlaştıkça, dinci gerici yapıların, cemaatlerin içine iyice giriliyor muhafazakârlaştıkça gericileşen, gericileştikçe muhafazakârlaşan Türkler…

Kadınların payına ne düşüyor?
Arada kalmışlık sadece aileler için değil, bu ailelerin kadınları için de geçerli. Almanya’da ya da "bilmem nerenin bir köyünde" yaşamak pek çok kadın için fark etmiyor. Okul yüzü görüp, birazcık içinde yaşadığı topluma uyum sağlayabilenlerin çoğu için dahi durum değişmiyor. Tabu olarak dayatılanları yapmak, ki bunların içinde cinsellik de var, töreye karşı gelmiş olmak anlamına geliyor, ki bunun cezasını herkes biliyor. Bekaretini kaybetmiş Türk kızları ya çevreleri tarafından “fahişe” olarak yaftalanıp cezasını çekiyor ya da kızlık zarı ameliyatı için gereken 130 Euro’ yu bulup ameliyat oluyor. Erkeklerle görüşmesin diye cep telefonu alınmayan ya da “orası burası görünmesin” diye yüzme derslerine, “namus”unu kaybetmesin diye okul gezilerine gönderilmeyen, “dini vecibe” diye üstü başı kapatılıp baskı altına alınan kız çocukları, ya aile baskısından dolayı evden kaçıyor ya da başka bir çıkış bulamadığı için intiharı seçiyor.

Bir yanda içinde yaşanan topluma entegre olma, entegre etme çabası, diğer yanda gelenekler, görenekler, din baskısı, sonucunda kimlik karmaşası ve bunun faturasını ödeyen genç kadınlar. Türkiye’de ya da dünyanın bir başka köşesinde yaşamak kadınlar için bişey değiştirmiyor. Olan yine onlara oluyor.

(soL - Kadın)