SÖYLEŞİ | 4 yıl içinde 291 bisikletli yaşamını yitirdi: Bu dava dönüm noktası olabilir

Umut Gündüz cinayetinin 2. duruşması yarın görülecek. Umut'un babası davanın tüm bisikletli cinayetleri açısından öneminin altını çizerken bir buçuk yılı aşkın süredir verdikleri mücadeleyi anlattı.

Kaya Emre Uzmay

Lisanslı bisiklet sporcusu Umut Gündüz geçtiğimiz yılın Temmuz ayında alkollü bir sürücü tarafından katledilmişti. Ailesi Umut'un ölümünün bir "kaza"dan ibaret olmadığını, bunun diğer bisikletli cinayetlerinde olduğu gibi katillerin cezasız kalmasının, bisikletli ve motosikletlilerin görmezden gelinmesinin bir sonucu olduğunu anlatmak için 500'ü aşkın gündür mücadele veriyor.

7 Aralık Salı günü Ankara Adalet Sarayı’nda Sıhhiye 57. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmadan çıkacak kararsa katilin alacağı cezaya bağlı olarak bisikletli cinayetlerinin önüne geçebilme anlamında önemli bir adım olabilir.

Aile saat 09.45'te görülecek duruşmaya gelecek desteğin büyük anlam taşıyacağının altını çiziyor. Cinayet günü ve onu takip eden süreç hakkında Umut'un babası Menderes Gündüz'le bisikletli ölümlerine dur demek için verdikleri mücadeleyi konuştuk:

Umut’u kaybetmemizin üzerinden yaklaşık 1,5 yıl geçti. İlk duruşmaya kadar gelen süreç sizin mücadelenizi nasıl şekillendirdi?

Aslında iddianameyle birlikte bizim mücadele kısmımız başladı. Çünkü iddianamede olay oluş şekliyle, somut deliller eşliğinde -ki bu bizim değil- hem savcılığın, hem tanık ifadesi hem kolluk kuvveti polisin olay yeri incelemedeki tuttuğu tutanakların hepsi Çağdaş Şenyüz’ü hatalı gösteriyor. Umut’sa tüm güvenlik ekipmanları ve sürüşüyle kusursuz durumda.

Biz burada iddianamenin kasten adam öldürme gibi değerlendirileceğini düşünüyorduk. Fakat 9 ayın sonunda iddianameye içeriği boş, bilinçli taksirle açıldı. Sanki kaza gibi, bütün Türkiye’de motorlu taşıtların yapmış olduğu çarpışması sonucu olan kazaların ismi verildi.

Biz buradan itibaren Adalet Bakanlığı önünde 6 ay oturma eylemi yaptık mahkeme tarihine kadar. Bunu hem kamuoyunu bilgilendirmek hem de kurumsal olarak bakanlıkların bu yanlıştan dönmesi için sesimizi duyurmak için yaptık. Ek olarak her pazar 21.00’de Twitter üzerinden #UmutaSesOl etkinliğini de dahil ederek her kanalı zorladık.

24 Haziran’daki ilk mahkemeye geldiğimizde kamuoyunun desteğinin bizim yanımızda oluşu bizi umutlandırdı. Bu oluşan kamuoyunun Adalet Bakanlığı’na, İçişleri Bakanlığı’na, yasa koyuculara da ulaştığını düşünerek 24 Haziran’daki ilk mahkemeye girdik.

Mahkeme 3,5 saat sürdü ve taleplerimiz dile getirdiğimiz anda reddedildi. Taleplerimizse şunlardı: Olay oluş şekliyle bir kaza değil cinayet olarak değerlendirilmeli ve Çağdaş Şenyüz kasten adam öldürmekten tutuklu yargılanmalı.

Bunları söylememizle birlikte reddedildi. Tanıkların vermiş olduğu ifadeler, polisin soruşturma dosyasını destekler nitelikteydi, buna rağmen sanık hiçbir şekilde “pişmanlığını” ifade etmemesine karşın tutuksuz yargılanıyor.

Buna ek olarak kendisi mahkemede polis korumasıyla birlikte kendisini bir “kahraman” gibi hissetmeye başladı. Bu alenen görülüyordu.

Söz almak istediğimizde kesmesiyse mahkemenin burada taraflı olduğunu gösterdi. 3,5 saatin sonunda dışarı çıktığımızda da burada polis bizim yanımızda değil de katilin yanında durdu. Buradan hukukun üstünlüğünün ve adil bir yargılamanın çıkamayacağında hem fikir olduk.

Mahkeme çıkışında eşimle birlikte durumu değerlendirdiğimizde durum bizde büyük bir hayal kırıklığına dönüştü. Biz de şunu dedik; “Buradan bir sonuç çıkmayacaksa, 84 milyonluk Türkiye yurttaşlarına gideceğiz, onların vicdanlarında bu süreci yargılayacağız”.

Özellikle ‘kaza’ değil, ‘bisikletli cinayeti’ terimi kullanılıyor. Bunun arkasındaki sebep nedir?

Kaza dediğimiz zaman öngörülemeyen, engellenemeyen ve kasıt olmayan bir şeyden bahsediyorsunuz. Burada bu üç saydığımın da tam tersi olan bir neticeyle karşı karşıyayız; kaza iki motorlu taşıtın çarpışması sonucu olan neticedir, burada 1,5 tonluk araçla 8 kilogramlık bisiklet eş tutulamaz.

Çünkü bisikletlilerin kaportası yok, en ufak bir çarpışmada dahi, bisikletli ölümcül ve kalıcı hasarlarla buradan çıkıyor. Bu yüzden buna hiçbir şekilde “kaza” demiyoruz, doğrudan doğruya cinayet diyoruz. Ha elinize gerçekten bir silah alıp birini vurmuşsunuz, ha altınıza 1,5 tonluk bir araç alıp niyetiniz bu yönde olarak karşınızdakini ezmişsiniz...

Biz bu iki şeyi bir birlerine benzeştirerek “kaza değil cinayet” diyoruz, kadın cinayetlerine baktığınız zaman da katleden kişi şunları söylüyor; “kadın mini etekliydi”, “kadının saçı başı açıktı”, “kadının bu saatte ne işi vardı”... Buradan kendilerine taciz etmeye, tecavüz etmeye, öldürmeye haklılık arıyorlar.

Bizim bisikletlilerde de şu çıkıyor; ölüme sebep olanlarda yüksek alkol, uyuşturucu kullananlar, çarpıp kaçanlar şunu diyorlar; “Ya orada bisikletlinin ne işi var”, “ora bisikletli yolu değil ki”, “o saatte niye sürüyordu”... Ölüme hizmet edenler her zaman aynı yere hizmet ediyor, en çok da gericiliğe yaranıyor, en çok da toplumun gelişmişlik düzeyine saldırıyor.

Bir kesim var ki içindeki o katliam isteğini altına aldığı motorlu taşıtın verdiği güvenle, hızla, önüne ne gelsin, kedi, köpek, bisikletli, çocuk... Katletmeyi kendisinde hak görüyor. Bu yüzden biz buna ısrarla kaza demiyoruz, çünkü toplumun gözünde kaza kelimesi olayı basitleştiriyor, çünkü “kaza” olabilir. Burada güvenlik önlemleri tam olan iki bisikletli yan yana giderken, arkadan gelen, “kaza” değerlendirmesine sığmayan, yüksek alkollü, aşırı hızlı birisi kural ihlali yapıyor ve arkadan çarpıyor. Tamam çarptın... Çarpmanın ardından üç tane tuşa basacaksın, 1 1 2. Hastanenin ışıkları gözüküyor, burada yardım etmek yerine ölüme terk ediyor, bunun adı kaza olamaz. Bunun adı cinayettir. Bir katile özgü davranış, evine gidip, kaportası çökmüş, camı çökmüş halde evine gidip uyuyabiliyor. Polisler onu uykusundan uyandırıyor.

Diğer bisikletli cinayetlerinde de bunu gördük, ölüme sebep olan kişi yüksek alkollü, uyuşturuculu, çarpıp kaçmış... Hepsi ortak. Bu bir tesadüf değil, bilinçli şekilde yapılmış vakalar.

Sadece bisikletli cinayetlerinde değil, motorlu cinayetlerinde de aynı. Özellikle yaya, bisiklet ve motosiklet. Motorcu cinayetlerinde bu “kaza” kıstaslarına uymayan, yüksek alkollü, uyuşturucu kullanmış birisi arkadan çarpıyor. Tamam çarptın, üç tane tuşa basacaksın sadece telefonda...

Bu anlamda ülkemizde bisiklet kültürü, bisikletli yaşam anlayışı oluşmadı, oluşmadığı için de bisikletli ve motosikletli trafikte “gereksiz kalabalık” bir “ucube” gibi değerlendiriliyor. Yolda trafiği engelleyen bir yapı olarak görüyorlar ve üzerlerine sürüyorlar arabalarını özellikle. “Atalım, savuralım, ezelim” diye bakıyorlar, onlarca örnek var böyle, sıkıştırmalar, taciz etmeler, lastiğine değmeler, yandan gelen birinin camdan elini uzatıp motosikletliye veya bisikletliye vurması gibi insanlık dışı korkunç şeyler oluyor.

Umut’un yaşamını kaybetmesindeki gibi, motosikletli ve bisikletli ölümlerinin her birinde bilinçli yapılan eylemler söz konusu. Bunun bir kaza gibi sıradan değerlendirilmesi doğru değil.

Yargı sürecinin başlamasından sonra siz de mücadelenizde başka bir aşamaya girdiniz. Bu kapsamda önce adalet nöbetleri, sonra da adalet turuna başladınız. Umut İçin Adalet Herkes İçin Adalet diyerek yola çıktığınız tura başlangıcınızı anlatabilir misiniz?

24 Haziran’daki mahkemede taleplerimizin reddedilmesi üzerine eşimle birlikte yaptığımız değerlendirmede Türkiye’deki her yerdeki kapıları çalarak adaletin işlemediğini, adil yargılama olmadığını, oğlumuzun ölümünün bir kaza değil cinayet olduğunu anlatmak için yolculuğa çıktık.

Eşim, ben ve kızım Urfa’da başladık yolculuğa. Öncelikle bu şehirde bizim gibi mağdur olan aileleri bulup tespit edip onlarla bir araya geldik, yaşadıklarını dinledik. Akabinde savunma kısmında olduğu için ve hukukun üstünlüğünü savunmadaki önemli role sahip oldukları için baroları ziyaret ettik bulunduğumuz illerde. Çocuklarımızın, hem Umut hem Umut gibi bisikletli ve motosikletli kayıpları bir insan hakları ihlali olduğu için oralardaki insan hakları derneklerini ziyaret ederek, onları bilgilendirerek sürece dahil olmalarını istedik.

Şehirlerdeki dernekler, vakıflar, emek-dayanışma platformlarının bileşenleri, siyasi parti temsilcileri –ki parti ayrımı yapmadık- herkesi ziyaret ederek bu süreçte kaybedenin ülkemiz olduğu, kaybedenin gençlerimiz olduğunu anlatmaya çalıştık. Ve toplamda 22 şehir gezdik, 32 aileyle doğrudan doğruya evlerinde birlikte oturup acılarını paylaştık, 515 aileyle dernek ve vakıfların üzerinden temasa geçtik, bunlar Suruç Katliamı Aileleri, 10 Ekim Ankara Garı Katliamı Aileleri, Çorlu Tren Katliamı Aileleri, Soma Katliamı Aileleri’ydi.

Çünkü bu süreçte sadece bizim çocuklarımız kaybolmadı, bu ülkenin gençliği kayboldu, bu çocuklar bizim ülkemizin geleceğiydi.

Bu çalışmalarımıza Ankara’da devam ettiriyoruz. 7 Aralık’ta Umut’un ikinci mahkemesi görülecek saat 09.54’te Ankara Adalet Sarayı’nda Sıhhiye 57. Asliye Ceza Mahkemesi’nde. Umut ediyoruz ki bugüne kadarki çalışmalarımızda oluşturduğumuz bilinç karar verici, yasa koyucu ve uygulayıcılarına da ulaşabilir.

Tabii bizim Adalet Turu’ndan sonra ikinci bir çalışma şeklimiz daha vardı, bu da yasa koyucu ve uygulayıcılara, TBMM’ye bu acıları, bu kayıpları anlatabilmekti. TBMM’de çok sayıda partinin milletvekillerini, özellikle Adalet Komisyonu üyelerini birebir makamlarında ziyaret ederek, kendisini ülkemiz hakkında sorumlu hisseden vekillerimizi bu sürece dahil olmaya davet ederek, yasal değişikliklerin bir an önce yapılabilmesi için çalışmalara başlamalarını istedik. Yaklaşık 23 vekille bu konuda görüşerek desteklerini de kendilerinden duyduk.

Başta da söyledim, baroların bu alandaki görevini de önemsiyoruz. En son Ankara Barosu’nu ziyaret ettik,  burada bize yasal değişiklik konusunda kendilerinin de bir komisyon oluşturacaklarını, hazır bir dosya oluşturup bunu da kendileri meclise sunacaklarını söylediler.

Bunun bir an önce yapılması gerekli. Bakın her geçen gün ölümler artıyor; Umut’un öldürüldüğü 15 Temmuz 2020 gününe kadar, ondan önceki iki yıl içinde 258 bisikletli öldürülmüştü. Bugün 291’e çıktı. Bu sadece bisikletliler... Motosikletliler buna dahil değil. 

Gerekli altyapıların olmaması, bisikletlilere karşı işlenen suçların cezai olarak caydırıcılığının olmaması, ölüm ve yaralanmaları arttırıyor. Bisikletli ölümlere sebep olan sürücülerin en yüksek aldığı ceza fiziken 9 ay! 9 ayın üstünde hapiste geçirmiş bir bisikletli ölümüne neden olmuş kimse yok şimdiye kadar duyduğumuz.

Bakın cezalar veriliyor. Zeynep Aslan’ın ölümüne neden olan kişi yakın tarihte 6 yıl 8 ay ceza aldı, “iyi hâl indirimi” uygulandı. “İyi hâl” neye göre uygulandı? İşte mahkemedeki duruşu, giydiği kıyafet... Peki biz de aynı şekilde kefen giyip gitmiş olsak o cezayı arttıracaklar mı? Çok çirkin bir davranış.

Her şeyi bizim üzerimizden törpülüyorlar, bizim vazgeçmemiz isteniyor, bizim karşı tarafı “affetmemiz” bekleniyor. Biz zaten büyük bir kaybın altında ezilirken, bizi ayrıca hukuk mücadelesi sırasında bu yükün altında ezdiriyorlar.

Karşı tarafın giydiği kravat indirim sebebi olarak görülüp 5 yıl 4 ay gibi bir süre verildi. Şu an hapse girmedi, pandemi bahane edilerek hapishane koşullarında yer olmadığı, özellikle Yargıtay'ın 5 yılın altındaki cezaları “denetimli serbestlik” adı altında hapse attırmama çalışmaları var. Aslında kararlar önceden verilmiş, biz bu tiyatroda “izleyici” konumda bırakılmak isteniyoruz.

Cezalar etkin, caydırıcı olmadığı için katiller normal hayatlarına devam ederken, kahvaltılarını yaparken, öğle yemeklerini yerken, akşam aileleriyle birlikte vakit geçirirken bizler normal olan bu saydığım hiçbir şeyi yapamıyoruz! Uyuyamıyoruz, yiyemiyoruz, içemiyoruz, dinlenemiyoruz. Çocuklarımızı bugüne kadar çok büyük emekle yetiştirmemize karşın ölümüne sebep olan kişinin hiçbir ceza almamış olması büyük yıkıntılar yaratıyor. Birçok aile parçalanmış, birçok aile intiharın eşiğinden dönmüş, birçok aile kendisini kapatmış durumda, korkunç tablolar var. Bizim yaşadığımız tek bir acı değil, gezdiğimiz tüm şehirlerde gördük; bunun adı kaza değil, cinayet. Sadece çocuklarımızı değil, benim, eşimin, bir çok hayalimizi, umudumuzu, yaşama amacımızı her şeyimizi elimizden aldılar.

Biz akşam evimizde otururken, yazla ilgili, kışla ilgili, hiçbir plan yapamıyoruz. Hava soğuk mu doğalgaz mı açmamız gerekiyor, düşünemiyoruz. Ekmek mi almamız gerekiyor, yapamıyoruz... Hava, su gibi adalet de bir ihtiyaç. Biz bundan mahrum bırakıldık.  

İlk günden beri biz umudumuzu kaybetmedik, 7 Aralık Mahkemesi için şimdi dosyada hiçbir eksiğimiz yok. Bu belki karar duruşması da olabilir. 510 gündür yürüttüğümüz adalet mücadelesinin, oluşturduğumuz kamuoyunun etkisi sonuca ulaşırsa, dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesi biz ve bizleri takip eden bir çok aile için umut olacak.

Buradan “bilinçli taksir” yönünde karar çıkarsa mücadelemiz tabii ki de bitmeyecek, buradan daha da güçlenerek çıkacağız, çünkü biz Umut’u toprağa koyduğumuzda şunun kararını verdik: Adalet hakkaniyetli bir şekilde yerini bulana kadar bunun peşini bırakmayacağız.