Seçime endeksli siyaset, iktidar değişikliğinin önünde engel

Eski Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu siyasette her şeyin sandığa sıkıştırılmasının yıllardır sonuç vermediği ve Erdoğan’ın işine yarayan bir tablo ortaya çıkarttığı uyarısı yapıyor.

Gamze Erbil

İstanbul’un Kadıköy ilçesinin önceki dönem belediye başkanlığını yapmış olan Aykurt Nuhoğlu, muhalefetin seçime endeksli siyaseti benimsemesini eleştiriyor. Nuhoğlu, halkın çıkarını gözeten ve onun desteğini arkasına alan bir siyasi çizgi öne çıkmadıkça, Erdoğan’ın gönderilmesi konusunda da belirsizliğin devam ettiğini vurguluyor. Muhalefetin yıllardır seçim siyaseti ve Erdoğan’dan kurtulma baskısı yaratarak Erdoğan’la yarışa girmesinin sonucunun hep başarısız olduğunu hatırlatan Nuhoğlu, siyasetteki karanlık döneme son verilmesi için gerçekten de bir iktidar değişikliğinin kritik olduğunu işaret ediyor; ama mevcut siyasi tablonun iç açıcı olmadığı uyarısı yapıyor.

Türkiye’deki her şeyin seçime kilitlenmiş hali ülkeyi nereye götürüyor? Bugünkü Türkiye tablosunu nasıl görüyorsunuz?

Son yaklaşık herhalde 10’a yakın seçimdir, sürekli, “bu seçim son, bu seçimde bu iktidarı göndermemiz lazım, bu iktidarı gönderelim”, “Türkiye’nin diğer sorunlarını -nasıl olsa demokratikleşeceğiz-, oturur beraber çözeriz” deniyor ve insanların siyasetteki etkileri azaltılıyor. Yani katılımları engelleniyor. 

On seçimdir gitmedi bu iktidar. Şimdi yeni bir seçimle karşı karşıyayız. Bu seçimde, bu ekonomik krizle beraber iktidarın gideceği düşünülürken son anketlerde Cumhur İttifakı oylarının 2 puan arttığı söyleniyor. Artı muhalefetin de kendi içinde bir dağınıklığa sahip olduğunu izliyoruz, yaşıyoruz. Büyük bir belirsizlik var. Yani cumhurbaşkanı adayı kim olacak, hangi yöntemle olacak, 600 tane milletvekilini kim nasıl belirleyecek şu anda flu. Kimse bilmiyor. Bu sorunları kim konuşuyor diye baktığımız zaman; biz konuşmuyoruz vatandaşlar olarak. Sendikalar konuşmuyor, meslek örgütleri konuşmuyor. Hatta siyasal parti yönetimleri de konuşmuyor; parti meclisleri, MYK’sı. Çok dar bir insan grubu konuşuyor ve onları bilmiyoruz. 
Bizim vatandaş olarak, yurttaş olarak bu sürece katılma hakkımız var. Bu katılma hakkımızın elimizden alınmasının yarattığı büyük bir sessizlikle karşı karşıyayız. İnsanlar bir bekleyiş içerisinde; ama bu bekleyişin yarattığı gerginliği hem ekonomik krizle hem de siyasi krizle beraber yaşıyorlar. Bu da gençlerde yurtdışına gitme isteğini arttırıyor. Yani o bezginlik, bıkkınlık vatandaşlarda da ciddi şekilde depresyona dönüşüyor. 

Umut edelim ki bu süreç yeni bir tartışmayla beraber gelişir, büyür. 

Peki, bu arada Türkiye’de ne oluyor? Sonuçta bir yandan bir beklenti içersindeyiz ve seçim bekleniyor ama bir yandan da ülkede bir şeyler oluyor. Hayat seçime kadar durmuyor ve fakat durmuş gibi yapılması isteniyor.

Ticarette şu anda hiç duran bir şey yok. Büyük bir enflasyon olmasına rağmen inşaat sektörü destekleniyor; arsa fiyatları, daire fiyatları yükseliyor; otomobil fiyatları yükseliyor; kiralar korkunç derecede arttı. Buna mukabil ücretler çok az arttı. 
İnsanların alım güçleri sürekli düşüyor ama bu paraları da birileri kazanıyor. Büyük firmalar, bu ülkenin tekelleri, tröstleri, bankaları bilançolarında ciddi kârlar açıklıyor. Ticarette hiçbir sorun yok ama büyük bir gerilim. Niye bu gerilimi yaşıyoruz vatandaşlar olarak. Bu pastadan vatandaşlar olarak payımızı alamıyoruz da gerilimini alıyoruz, sıkıntısını alıyoruz?

Bugünkü bu ülkede yıllardan beri hep gerilim üzerine ülke yönetildi. Hiçbir zaman gülümseyen bir yüzle ülkeyi yönetmedi siyaset. Hep çatışma ve gerilim. Bu çatışma ve gerilimden kazananlar belli, kaybedenler belli. 

Bence biz kaybedenler, yani halk tarafından bakarsak ve o şekilde masaya oturursak ve karşımızdaki kazananlara karşı bir siyasi mücadele ağı güçlendirebilirsek bu tablonun değişeceğini düşünüyorum, yoksa biz çok seçim bekleriz. Seçimde değişim olur veya olmaz ama gelenlerin de gidenlerin de farklı yapılarda insanlar olmadığını yaşarız. Ki bugüne kadar yaşadık.

Mevcut siyasi işleyişin, mevcut siyasi atmosferin, ortamın aslında halkı siyasetsizleştirdiğini söylemiş oluyorsunuz. O zaman gerçekten bir ikilem oluşuyor. Seçimde katılımını göster ve sorununu seçimde hallet deniyor insanlara. Başka bir şey yapma. Bu ikilemden çıkış için nasıl bir yol öneriyorsunuz?

Benim mesela son 3 senedir önerdiğim şey şöyle: Türkiye’nin bence temel sorunları var. Temel sorunların en büyükleri yolsuzluk ve yoksulluk. Yolsuzlukla mücadele ciddi bir başlık. Maalesef bu başlık altında insanları bir araya getirmesi gerekiyor. Yoksulluğun nasıl ortadan kalkacağını anlatması gerekiyor. Ülkenin kaynaklarının nasıl hem geliştirileceği hem de vatandaşlara eşit bir şekilde dağıtılacağı anlatılmalı. 

Muhalefetin bundan yola çıkması gerekiyor. Muhalefet ne yapıyor, muhalefet sadece iktidar eleştirisi üzerinde politikada var olmaya çalışıyor. Benim size sürekli kötü demem benim kendimi anlatmam değil ki, anlatamıyorum yani. Benim aslında ne yapmam gerektiğini anlatmam gerekiyor. Sürekli karşıtlık üzerinden gelişiyor politika. Bu da seçmende bence çok karşılık bulmuyor. Bu yüzden de muhalefet partilerinin oylarında bu son 1-2 aydır artış göremiyoruz.

Peki bu kadar kötü yöneten bir iktidar -ki 20 yıldır bu ülkeyi yönetiyor- vatandaşların neredeyse 85 milyonunun 85 milyonu da bu iktidarın ne kadar yolsuzluğa battığını, ne kadar liyakatten uzak ve kötü yönetim oluşturduğunu biliyor. Buna rağmen hâlâ bu iktidar belirli bir oyda gözüküyorsa, bence muhalefetin kendini değerlendirmesi lazım. Niye biz alternatif olamıyoruz. Bizim elimizde yerel yönetimler var. Yerel yönetimler de iktidardır. Bu yerel yönetimin gücünü iktidara niye yansıtamıyoruz, bunu konuşmak lazım.

Ama bunu konuştuğumuz hiçbir alan yok. Konuşabileceğimiz bir alan da yok. İnsanları katmazsanız bu sürece, bu süreci geliştiremezsiniz, büyütemezsiniz. 

Bir de tabii Türkiye’nin belki de şansızlığı belki de şansı olabilir; bu sosyal medya ve görsel medyayı güçlü olanlar çok daha fazla kullanıyor. İnsanların bireysel olarak kullanmaları bir özgürlük olarak görülse bile organize şekilde firmalarıyla, bu işin uzmanlarıyla beraber bunu iktidarların kullanmasının gücü çok fazla.

Bunu paralı kullanarak reklama da dönüştürdükleri zaman, hayali bir dünya yaratıyorlar. Bu hayali dünyanın etkisi de gitgide -sosyal medya kullanımı arttıkça- artıyor. Burada farklı düşüncedeki insanlar düşüncelerini bireysel olarak aktarsalar bile büyük bir baskı var. Sansür yasasıyla beraber insanlar korkuyor; bunu da aştıklarını varsayalım. Çok az, çok küçük bir alanda seslerini duyurabilirler. Bu da yeterli olmuyor. Sadece bireysel çıkışlarla beraber bu çürüyen sisteme karşı koymanın imkanı yok. Örgütlenmek lazım; bir araya gelmek lazım; yani bir arada durmak lazım; fiziki anlamda da bir araya girmek lazım ki bu iş gelişsin; o fiziki anlamda bir araya gelme halinden bence sol da biraz uzaklaştı. Şöyle uzaklaştı; onlar da bu popüler kültürü kullanmaya başladılar, onlar da sevdiler yıldız olmayı sosyal medyada... 

Böyle bir ara dönemdeyiz; sıkıntılı bir dönemdeyiz. Bu dönem, umut ediyorum ki aşılır seçimde. Şartlar ne kadar olumsuz da olsa bir iktidar değişiminin bu işi en azından yerinden oynatacağı, sarsacağı ve yeniden bir harekete dönüştüreceğini düşünüyorum.

İktidar ve muhalefet şeklinde iki odaklı/cepheli bir siyasi tablo görüyoruz. Bu tabloda halkın çıkarına bir şey söyleyen yok. Yerel yönetimlerde yaşanan değişikliğin karşılığı halk yararına olmadı; peki merkezi yönetim değiştiğinde ne değişebilir?

İktidarı tanımlamak lazım aslında; iktidar bütün bu idari yapının bütününe deniyor. Yani iktidar hem yerel yönetimin hem genel yönetimin kapladığı alan olarak iktidar diye tanımlanıyor. Bu iktidarın büyük gücünü AKP ve merkezi iktidar kullandığı gibi, yerelliklerde ağırlıklı sosyal demokratlar yani muhalefet partileri kullanıyor. Bu gücün iktidarın yaptığı baskıyla beraber ortadan kaldırılması mümkün değil. Niye mümkün değil; her ikisi de mevcut yasalarla beraber bu güçleri kullanıyor. Yani siz yasaları ortadan kaldırmadığınız müddetçe, yerel yönetimin gücünü ortadan kaldıramazsınız. Peki o zaman bu kayyum atamaları, görevden almalar işte aynı şekilde bu milletvekillerinin de milletvekilliklerinin düşürülmesi, dokunulmazlıklarının kaldırılması… İktidarın gücü olarak kamuoyunda anlatılmaya çalışılıyor; ben çok öyle düşünmüyorum.

Bir yerel yönetimin siyasal bir şekilde görevden alınmasının kabul edilebilir bir tarafı yok. Yani ideal olarak alınırsa; bir mahkeme kararına bir şey diyemeyiz; onun kendine has bir dayanağı, bir temeli var; kararları yanlış da bulsak bunu farklı değerlendirebiliriz. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde sonuçta yüzde 40 muhalefet de olsa milletvekilleri yüzde 45 de olsa yüzde 49 da olsa… Siz yüzde 49'la orada olduğunuz zaman yüzde 51'in bir değeri var. Çoğunluk denen şeyin azınlık üzerinde baskısı değil demokrasi; azınlığın haklarının çoğunluk üzerinde korunması demokrasi. E siz şimdi bunca haksızlık olmasına rağmen; belediye başkanları görevden alınıyor, milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor, hapishaneye atılıyor; siyasi olarak yapılan bu uygulamalarda size ait olmasa da oturuyorsanız ve sesinizi çıkartmıyorsanız o zaman bir sorun var demektir. Yani oturduğunuz yerden memnunsunuz demektir, sıkıntı yok. 

Bunu bu şekilde sorgulamak gerekiyor. Yani niye 20 yıldır elimizdeki tüm haklar alınıyor ve biz sesimizi çıkartmıyoruz. Gene bir seçimde karşı karşıyayız; orada da bize diyorsunuz ki, “artık sesinizi çıkartmaya son seçimdir, bu sefer bu iktidarı gönderiyoruz.” “Gönderiyorsunuz da; nasıl gönderiyorsunuz”la ilişkili şu anda herhangi bir şeyimiz yok. Adayımız yok, milletvekilleri nasıl seçilecek belli değil, hiçbir yöntemi toplumla paylaşmıyorsunuz ve kendi parti üyeleriniz dahil seçmenleriniz veya bu ülkede yaşayan insanların hiçbirinin de bu sürece katılabileceği bir alanı açmıyorsunuz. Tek bir alan yok şu anda insanların katılabileceği. İnsanlar bu mücadele içerisinde olmadıkları takdirde siz değişimi kimle gerçekleştireceksiniz? Yani kiminle berabersiniz veya kimi temsil ediyorsunuz? Bence bu soruların sorulması lazım. 

Bir de son 3-4 aydan beri gördüğüm, bu millet ittifakında ciddi bir dağınıklık var. Sanki hedefleri zayıflıyor; özellikle Cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilişkili aralarındaki problemlerin ciddi olduğu konuşuluyor. Biz tabii televizyonlardan izlediğimiz kadar takip etmeye çalışıyoruz ama sonuçta net bir tablo yok önümüzde. Toplum olarak net bir tabloyu isteme hakkımız var. Bunun da nedenini sorgulamak gerekiyor. Neden seçime çok az bir zaman kala bu zamana kadar gayet iyi giden bu ilişki ağı bozuluyor? Bence en önemli nedeni çok dar bir grubun bir ittifakı zamanından çok daha önce oluşturması. İttifak geçici bir şeydir; neye hedefliyse o şekilde yapılması gerekir. Seçim ittifakı yapacaksanız, seçime çok yakın bir zamanda yapmalıydınız. Çok uzun bir zaman önce başlayınca bence bu ittifak yoruldu ve başka bir şeye dönüştü. Kendi hedeflerinden uzaklaştı. İktidarın baskı oluşturması veya sağladığı çıkarlar yahut muhalefetin bu konuda kafasının net olmaması bu işi riske atıyor; yani seçimleri de riske atıyor.

Şu anda da bunları düşünmemize rağmen, sokakta belki vatandaşlar kendi aralarında seslendirmesine rağmen açık alanda bunlar seslendirilmiyor. Siz eğer bu iktidarı göndermek istiyorsanız yapmanız gereken tek şey toplumla paylaşarak yola çıkmanız; sistemi hedef almanız. Ama “sistem aynen kalsın, biz sistemin başında olalım” düşüncesi… İşte bu çatışmaları da o yaratıyor belki; tam bilemiyorum.

Öyle ya da böyle halkta bir psikolojik rahatlamaya ihtiyaç olduğu konusunda herkes birleşiyor?

Evet öyle, kesinlikle.

Peki bu seçimin sonuçlarının halkta yaratacağı psikolojik rahatlamanın koşulları ortadan kalkarsa ne olacak? Yine bir belirsizlik dönemi ve bir sonraki seçimi beklemeye zorlayan bir ortam. Aslında bu seçime endeksli siyaset bir yönetsel tercih gibi düşünülürse; beklenen rahatlama yerine “her şeyin iyi olmasının” bir sonraki seçime ertelenmesi ve halkın yine elinin kolunun bağlanması mümkün.

Şu anda Türkiye'de gelecekle ilişkili beklentiler çok kısa, asgariye indi aslında. Gelecek beklentisi ortadan kalkıyor. Ekonomide de çok ciddi bir sorun var, seçim ekonomisiyle beraber de bütçede ciddi sıkıntılar var. Şimdi bütçede sıkıntı var derken, vatandaş için sıkıntı var. Türkiye sermayesi için bir sıkıntı yok, onların bilançoları, kârları gayet iyi; gayet yüksek; çok ciddi kârlılıklar açıklıyorlar. Şimdi siz iktidar olursanız bütün bunu tersine çevirmeniz gerekiyor; sonuçta bu kaynakları vatandaşlar lehine kullanmanız lazım, vatandaşları sıkıştırarak bu bütçeyi denk bir hale getiremezsiniz. Bu faturayı, şimdiye kadar kim kazanıyorsa onlardan almak gerekiyor; ama bu, hedef olarak baktığınız zaman seçim söyleminde bu sistemi hedef alan bir tartışma açılmadı. Ve şu anda yürüyen sistem, yani ticari anlamında yürüyen sistem hiç durmadan devam ediyor.  Yine inşaatlar yapılıyor, koylar işgal ediliyor, araziler satılıyor ve yüzlerce, binlerce ilan var şu anda sürekli satılıyor. Kaynak geliştirmek için ama değişim denilen şeyin temelinde bir insan değişimi yatıyor. Bu iktidar 20 yıl hatta 94'ten beri aldığınız zaman 25 yılı geçen uzun bir süre kaldı; bu uzun sürede çürüme en uç noktada yaşanıyor. 

Zaten bütün iktidarlar iyi de başlasalar, uzun dönem kaldıkları zaman, sistemle olan ilişkilerinden dolayı devlet bunları bir şekilde kendine benzetiyor; yozlaştırıyor yani iktidarı. Öyle bir tehlikesi var. Bu tehlikeden çok kolay kimse kurtulamadı dünyada. Diğer yeni kurulan devletlere de baktığınız zaman, ilk döneminde çok başarılı yapıları yönetenler, ikinci üçüncü kuşaklarında bu yozlaşmaya engel olamıyordu. Buna engel olmanın en önemli yollarından birisi, gelen yönetimlerin değişmesi. Yani uzun süre kalmasının engellenmesi. Bu kadar uzun süre kalan bir iktidar, 2002-2023; yani nereden baksanız 21 senenin yarattığı tahribatın değişiminin başlangıcı, önce bu iktidarın gitmesidir yeni bir iktidarın gelmesidir. Bu büyük bir rahatlık sağlar bence; yani iyiye, güzele, temizlenmeye doğru bir başlangıç olur.

Ben bunu tartışmıyorum; ama tartıştığım şey bunu göndermek için gerekli mücadelenin verilmediği, insanların katılmadığı ve büyük bir sessizlikle beraber, sanki böyle her an bir şekilde patlayacak gibi bir birikimin oluştuğu ve insanların da seçime gittikçe seçeneksiz bir duruma sokulduğu. Bu çok tehlikeli bir şey. İnsanlara bir sürü seçenek sunulmalı. “Oy vermek zorundasın”ın ötesine geçmek gerekir, bu oyların severek verilmesi gerekir. Yani isteyerek, inanarak gereken oylara dönüşmesini sağlamak lazım. Sadece AKP karşıtlığı üzerinden “kim olursa olsun oy verelim” durumundayız. Belki o durumda da olacağız gene. Ama bunun daha ilerisine geçilse bu süreç çok daha rahat bir şekilde açılır diye düşünmüyorum; buna inanıyorum. Yani gerçekten inanıyorum çünkü bu iktidarın toplum tarafından tanındığını düşünüyorum; yani bunların yolsuzluklarının, liyakatsızlıklarının, beceriksizliklerinin… Çevre katliamlarından kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesine kadar tamamen bataklığın içerisinde olduklarını Türkiye'de bilmeyen insan sayısının çok az olduğuna inanıyorum.

Benim özellikle üzerinde durduğum, bu siyasal partilerin son yıllarda, özellikle 2010'dan sonra, çok fazla birbirlerine benzemeye başlamış olması. Başkanlık sistemiyle beraber de neredeyse aynı yöntemleri kullanan yapılara dönüştüğünü görüyoruz. Bir de şimdi dünyada tartışılıyor ya işte “bu demokrasi artık sorunları çözmüyor çözemiyor.” Bu demokrasiyle Mısır'da, Fas’ta, Tunus'ta, Türkiye'de İslami düşüncelere sahip yapılar gelip iktidar oldular. O zaman bu sistem kendi kendini koruyamayan bir sisteme dönüştü, bunu nasıl güvence altına alacağız? Tek parti olsun veya başka türlü yapılar olsun diye tartışılıyor ve siyasal partilerin birbirine benzemelerindeki kaygım şu: Mesela diyelim ki, mevcut sistemde adalet, hak, hukuk meselesinde bir sürü laf ediliyor da uygulamaya bak ne değişiyor? Siyasal partiler kendi içlerinde demokratik bir yapıya sahip mi; şu anda gördüğüm bütün partiler -yani hepsi demeyeyim bu kadar bilgim yok ama bildiklerimin birçoğu- tamamen otoriter bir yapıyla yönetiliyor; yönetimlerinin neredeyse hepsi rakipsiz kongrelerle, tek adaylık kongreleriyle geçiriyorlar. Hatta işte benim üye olduğum Cumhuriyet Halk Partisi, kongrelerini bile yapmadı; bir sene erteledi. İnsanların süreçlere katılıp kendi yöneticilerini seçmesini engellemiş oluyorlar; bunun gerekçesini bir şekilde bağladıkları şey “kongre yapılınca kendi içlerinde kavga yapılıyor; düzen sağlanamıyor.” Bir dönem de bunu pandemiye bağladılar, diğer bütün siyasal partiler bunu yaptı.

Kendi adaylarını hangi yöntemle seçecek onu açıklamıyor mesela; üyeler oy verecek mi -ki kesinlikle vermeyeceği söyleniyor- tamamen atamayla mı yapılacak?

Parti politikalarıyla ilişkili mesele; son dönemde genel başkanın türbanla ilişkili yaptığı açıklama… Bu açıklamanın niye yapıldığı konusunda hâlâ ben ikna olmuş değilim. 

Türban bir dönem tartışıldı Türkiye'de sonra -yanlış veya doğru- bir noktaya oturtuldu, toplum tarafından da oturtulduğu nokta hoş karşılandı. Bundan sonra da bunu tartışmayalım diye bir anlayış yerleştirirken neden bu tartışma yapıldı? Genel başkanın bu açıklamayı yapmasıyla beraber ve yasa teklifini verirken milletvekillerinin kaç tanesi itiraz etti bu açıklamaya? Ben duymadım milletvekillerinin bu konuda bir itirazları olduğunu. Parti meclis üyeleri itiraz etti mi? Bunu da duymadım. MYK üyeleri itiraz etmedi, Parti meclisi üyeleri itiraz etmedi, il ve ilçe başkanları itiraz etmedi, belediye başkanları veya belediye meclis üyeleri, yani seçilmiş olan insanlar itiraz etmedi. 

Şu anda tartışılan, bu kararın çok yanlış bir karar olduğu ve AKP'ye şut çekmesi için bir pas verildiği söyleniyor. Peki hâlâ bu kadrolardan hiç kimse, hiçbir şekilde eleştiri yapmıyorsa bence bu çok tehlikeli bir şey. Biz aslında konuşmayan, tartışmayan, biat eden bir yapıya dönüşmüşüz. 100 küsur milletvekilinin tek bir tanesi ses çıkarmıyorsa, bence bu çok tehlikeli bir şey. Yanlış olduğu konusunda sağda solda, masalarda, özel alanlarda konuşulan şeylerin kamuya açık alanlarda konuşulmamasının tehlikesi gelecekle ilişkili çok karanlık bir tabloyu önümüze getirecek. Yani artık hiç kimsenin hiçbir şekilde düşüncesini söyleyemeyeceği bir yapıya dönüşüyoruz. Bence bunun sonu, bu otoriter yapının gelecekte daha otoriter hale gelmesidir.

Türkiye’nin karanlık tablosu, Kadıköy için de geçerli. İnsanlar Kadıköy’den göç ediyor artık. Sadece kentsel dönüşüm değil başka dönüşümler de oluyor ve dönüşüm Kadıköylülerin yararına hiçbir sonuç vermiyor. Kadıköy’ü Kadıköy yapan, onu cazip kılan kültürel yapı da dönüşüyor. Bu başlığı değerlendirmenizi isteyeceğim. Bir de sıcak bir başlık olarak Söğütlüçeşme’deki inşaat projesini soracağım.

Kadıköy daha çok 2013-14'ten sonra, Beyoğlu'ndaki kapanmalardan sonra, iktidarın yaptığı baskılardan sonra insanların yöneldiği bir yeni yerleşim alanına dönüştü. Kadıköy'ün tarihi eski, 200 yıllık bir tarihi var. Burası çok sakin bir yerdi. 80'lerde bugün çok kalabalık gibi görünen o çarşı içinde akşam 6'da 7’de girseniz kışın; tek bir kişiyi dahi görme şansınız yoktu, hatta karanlıktı. Şimdi bütün bu sokakları karanlık olan ve suç oranının en düşük olduğu ilçe olan Kadıköy, şu anda milyonlarca insanın gün içerisinde ziyaret ettiği, İstanbul'un ortak bir kullanım alanına dönüşüyor; yeme içmeden kültür sanata kadar birçok faaliyet şu anda devam ediyor. 20'ye yakın tiyatro vardı 4-5 sene önce; şimdi 70'e yakın özel tiyatro var; resim atölyeleri, müzik atölyeleri, heykel atölyelerine kadar insanların, sanatçıların var olduğu bir kentti. Ama şimdi başka bir şey olmaya başladı bu kent; son 4-5 yıldır pahalılaşıyordu ama son bir yılda kiralar dahil olmak üzere ödenemeyecek kadar yüksek ücretlere dönüştü. 20 bin liranın altında neredeyse hiçbir ev olmayan bir yere dönüştü.

Peki bu insanlar bu paraları kazanabilir mi veya bu paraları kimler ödüyor sorusu gündeme geldiği zaman… Türkiye çok göç alan bir yer, özellikle yurt dışından çok fazla insan gelmeye başladı. Kadıköy’e de gelmeye başladı. Önceki dönemlerde o kadar yoktu, mesela bir buçuk sene öncesine kadar. Ama son dönem sokakta yürürken çok fazla insanın yabancı olduğunu görüyorsunuz. Yabancılara karşı değilim, ama gelenlerin ekonomik durumları daha iyi. Bu insanların tercih ettiği bir yer olması itibariyle yarattığı bir fiyat artışı var. İktidarın inşaat sektörünün desteklemesinin yarattığı bir fiyat artışı var. Artı, İstanbul'un Türkiye ekonomisinde ağırlıklı bir yeri olmasının yarattığı büyük bir nüfus artışı var; yani İstanbul’un nüfusu sürekli artıyor. Özellikle bu üçüncü havaalanıyla beraber bir üçüncü yolla beraber, bu artış devam ediyor. Şu anda 16 milyon civarında olduğu, bunun 20-25 milyona doğru gideceği söyleniyor. 

Bütün bu sorunların çözümü, alternatifleri yaratmaktan geçiyor. İnsanların buraya gelmesini zorla engelleyemezsiniz; ama onlara daha iyi şartlarda farklı alanlar sunarsanız insanlar o alanlarda yaşamlarını devam ettirir. Ama gördüğüm, bu iktidarın öyle bir derdi yok. Türkiye'nin belirli bölgelerinde ekonomiyi güçlendirelim, geliştirelim, sosyal ve kültürel alanlara yatırım yapalım; insanlar için daha cazip yerler haline dönüşsün yaklaşımı yok. Bu da önümüzde sorun olarak duruyor, durmaya da devam ediyor. Bununla ilişkili de oturup çalışmak lazım, konuşmak lazım, alternatifleri önermek lazım, toplumla paylaşmak lazım. Toplum olarak sorunlarımızın çözüleceği alanların çok dışındayız; çok çok fazla dışındayız. Aslında konuşabileceğiniz bir alan da neredeyse kalmadı gibi bir şey. 

Siz genellikle “konuşalım, bir araya gelelim” diyorsunuz. Kadıköy'deki manzaraya bakıldığında insanlar yeni duruma direnme üzerinde durmuyor; tam tersi hızlıca olay yerinden uzaklaşma var. Kalanlarda da ciddi bir düşmanlaşma…

Dediğim gibi bu insanları burada nasıl tutabiliriz, burada kalmalarını sağlayacak olan şey nedir? Bir defa insanların ekonomik anlamda güçlendirilmesi gerekiyor, enflasyonla mücadele edilmesi gerekiyor. Yani bütün bu sistemin, sömürü sisteminin, yani yozlaşmış sistemin reddedilerek demokratik bir sistemin, adaletli bir sistemin oturtulması. Bu tartışılmadığı zaman, bunu yapma şansı yok; bu konuşulmuyor Türkiye'de.

Benim hep insanları ortak alana zorlamamın temelinde yatan şey şu: -Tabii örgütlü ve örgütsüz yapılar olarak da bunu söylüyorum- Konuşmadığımız bir şeye nasıl çözüm getireceğiz? Yani şimdi burada kiralar artıyor, insanların ücretleri de bunları karşılamaya yetmiyor; bunun mücadelesini bir araya gelmeyince yapma şansımız yok ki. Bu biliniyor ama iktidar bu konuda gerekli tedbirleri almıyor. Bu konuda gerekli yasaları çıkartmıyor; bu konuda işte sosyal konutlarla ilişkili herhangi bir şekilde üretim yapmıyor. 

Diyelim ki, burada Fikirtepe bölgesinde veya diğer bölgelerde şu anda kamunun elinde halka ucuz kiralayabileceği konut var mı? 

Viyana Belediyesi, -bu dediğim 4-5 sene önce yapılan bir araştırmaydı- nüfusu zannediyorum köyleriyle beraber 1 milyon 700 bin aklımda kalan; sosyal konut sayısı -köyleriyle beraber- 230 bin konuttu; 1 milyon 700 bin nüfus ve 230 bin sosyal konut! Bu ne zaman yapılmış? 1920'de zannediyorum. Komünist Parti orada belediye başkanlığını alıyor; o süreçle beraber yapmaya başlıyorlar bu konutları ve şu anda 230 bine ulaşıyor bu.

Şimdi depremle mücadele diyorsun; bu yoksulluğu ortadan kaldıracağım diyorsun; konut sorununu çözeceğim diyorsun. Bakıyorsun şu anda sosyal anlamda konut yok.

Biz şimdi biraz da yerel konuşalım diyoruz ya. Mesela, Kadıköy Belediyesi'nin bir hayvan barınağı var Ümraniye'de, onun projesi de o zaman otogar falan görünüyordu; biz ona bir proje yapmıştık: 3000 kişilik yurt. Böyle bir avan projeyi taslak halinde yaptık. 1500'ü kız, 1500'ü erkek öğrenci. 54 dönüm bir araziydi; çevresinde de spor ve rekreasyon alanı; insanların ihtiyacına yönelik bir proje olarak bunu düşünmüştük. Hatta belediyede şu anda taslak olarak vardır o proje. Şimdi biz oradan ayrıldık ama şu anda Büyükşehir Belediyesi de, ilçe belediyesi de bizde, yani sosyal demokratlar olarak düşündüğüm zaman. O proje değil mi? Sonuçta İstanbul'da yurt sorunu var diyoruz. 3 bin hatta 4 bin öğrencilik bir yurt yapılabilir ve buna hiçbir vatandaş da şu anda karşı çıkmaz. O araziyi ticari olarak bir yere devrettiğiniz, sattığınız veya oradan para kazanmayı düşündüğünüz zaman… Sizin böyle bir hakkınız resmi olarak var ama olmaması lazım.
Burası sonuçta vatandaşlara ait bir yer, şimdi hayvan barınağı ile ilişkide. Kadıköy Belediyesi'nin Maltepe'de bir yeri var, artı Büyükşehir Belediyesi’nde yeri var. O hayvanların sorunlarının da çözülebileceği alanlar var. Şimdi eğer siz bu 54 dönüm araziyi satarsanız ve onunla ilişkili tek kelime etmezseniz… Biz proje olmasına rağmen onu yapamadık çünkü Büyükşehir Belediyesi bizde değildi. Plan değişikliği yapmak gerekiyordu. O dönemde sadece onlarla ilişkili bir taslak avan proje yaptık, bizim dönemimiz bitti. 

Gelelim Söğütlüçeşme'ye. Söğütlüçeşme’deki arazinin sahibi kim? Devlet Demiryolları. Devlet Demiryolları kimin? Vatandaşların, kamunun yani. Peki kamunun olan bir arazinin satılmasına kim, hangi yetkiyle karar veriyor? Bu bana ait olan bir araziyse; 500 bin kişi Kadıköy'de yaşıyor burada, bunlara ait bir arazisiyse, bu yetkiyi verirken aslında sorgulamaya buradan başlamalıyız. Yani “sen kimsin ki, Ankara'dan bana ait olan bir araziyi satıyorsun? Peki benim ihtiyacım var mı buna? Benim vatandaş olarak alışveriş merkezine ihtiyacım en son herhalde.” 

Şimdi Kadıköy'de her taraf sonuçta ticari olarak alışveriş merkezi. Artı çevremizde Akasya var onun dışında Nautilus var. Onun dışında da bir sürü buna uygun iş yeri, dükkan var. İhtiyaçlara göre plan yapılır, planı öyle kendi kafana göre yapamazsın.

Bizim burada, Kadıköy'de yeşil alanlara ihtiyacımız varken; sosyal-kültürel alanlara ihtiyacımız varken “Hayır senin bunlara ihtiyacın yok. İlla burada alışveriş merkezi yapacağım ve sen bu alışveriş merkezine gideceksin” deme hakkını kim elinde bulunduruyorsa, bence bu halkın karşısında, halkın çıkarlarının karşısında, Türkiye'de çıkar gruplarının temsilcisidir. Yerel yönetimleri kim seçiyor, halk seçiyor. Sonuçta buradaki yerel yönetim, yani ilçe belediyesi ve büyükşehir belediyesine halkın seçtiği yönetim.

Peki bunların kimin haklarını koruması gerekiyor? Halkın adına haklarını koruması gerekiyor. Meseleye bu şekilde bakmalıyız. “Yetkileri yok” tartışması doğru değil. Sen halktan yetkiyi aldın, sana 500 bin insan oy verdi. Sonuçta bunların bir kısmı farklı farklı vermiş olabilir. Kadıköy'den Büyükşehir Belediyesi de yüzde 80'in üzerinde oy aldı. Her ikisi buradayken, her ikisi de bu halkoyları ile seçilmişken, bu halk bu kadar çaresiz bir şekilde kendi alanını, kendi arazisini koruyamayacak duruma düşürülüyorsa, Türkiye siyasetini sorgulamak gerekiyor. Yani hem muhalefeti sorgulamak gerekiyor, hem iktidarı sorgulamak gerekiyor.

Benim bakış açıma göre halka ait olan arazilerin kararını verecek olan halktır ve halkın ihtiyaçlarına göre o arazilerin kullanılması gerekiyor. 

Söğütlüçeşme’de çok ağır ilerleyen bir hukuki süreç ve çok hızlı ilerleyen bir inşaat var. Daha önce mahkemenin iptal ettiği ve hakikaten yeniden iptal edilmesi gereken bir inşaat. Ama herkes yetkisizlik ilan etmiş; kimse bunu durduramıyor. Sizce bu inşaat nasıl durdurulabilir?

Kadıköy Belediyesi'nin bu projeye karşı çıkması lazım. Büyükşehir Belediyesi’nin karşı çıkması lazım. Eğer Kadıköy ve Büyükşehir Belediyesi buna karşı çıkmıyorsa, bakanlık da oldubittiye getirerek bitirmeye çalışıyorsa vatandaşın şu anda mevcut yasalar çerçevesinde yapacağı sınırlı; çok uzuyor mahkemeler. Sonuçta karar çıksa da çok fazla şansları olmaz, yani bitmiş olur bu proje. Şimdi benim gördüğüm bu projeyle ilişkili ciddi bir karşı çıkış olmadı, özellikle yerel yönetimlerde. Ben şuna inanıyorum -belediye başkanlığı yaptığım dönemde de bunu gördüm- ilçe Belediyesinin izin vermediği hiçbir projeyi bakanlık kolay kolay hayata geçiremez. Bizim dönemde hiçbirini geçiremediler, geçiremezler.

Yasalardan gelen gücünüzü ve halktan aldığınız yetkiyi kullanacaksınız. Yani “benim yetkim yok, Ankara'nın yetkisi var” açıklaması sağlıklı bir açıklama değil, yanıltıcı bir açıklama. Bence kendi görevlerini yaparlarsa, şu anda bile bunu engelleme şansları var ama hiç seslerini çıkartmıyorlar. Esas problem bu.

Vatandaşlar da şöyle düşünüyor haklı olarak; diyor ki, “Ben bu yerel yönetimi seçtim. Eğer bunun gücü yetmiyorsa ne yapabilirim” diye düşünüyor ve işin garibi aslında vatandaşın yapabileceklerinin de önüne bu şekilde engel konmuş oluyor. Şimdi burada Kent Konseyi var, meslek örgütleri var, sendikalar var, muhtarlar var, çok geniş bir katılım var; yani bir yerel yönetim bunları arkasına aldığı zaman, cesaretle yürüdüğü zaman, yasalardan gelen gücünü de kullandığı zaman mümkün değil hiç proje yapamazlar. 

Herkesin bilmesi gereken bir şey var; eğer bir ilçede proje yapılıyorsa, bunu Ankara da yapsa, sorumlusu ilçedeki yerel yönetimdir.

Yani bu şekilde bakarsak denetlemiş oluruz ve görevlerini yapmaya zorlamış oluruz; ama bu şekilde bakmazsak ortada kalıyor. Zaten çok sıkıntılı bir süreç; seçim sürecine girdiğimiz için “bizim üzerimizde büyük bir baskı var, bu seçim son seçimdir” denince tüm bu yerel haklarımıza ilgi gösteremiyoruz. 

Bu inşaat seçimden önce bitirilmeye çalışılıyor gibi görünüyor…

Hem böyle; hem de şöyle bir şey var aslında; aklın yolu bir, Marmara Denizi'nden aldığınız zaman Kurbağalıdere’nin çift tarafında Yoğurtçu Parkı, eski Salı Pazarı, Devlet Demiryolları arası, belediyenin ve evlendirme dairesinin olduğu o arazi Ataşehir'e kadar büyük bir alan zaten. Hasanpaşa'daki binalar riskli binalar, orada dönüşüm olacak; o dönüşümle beraber Kurbağalıdere’nin kıyısı sağlı sollu açıldığı zaman vatandaşların dikey bir hatla denize ulaşmasını sağlamış olacaksınız. Ataşehir'den ve Ümraniye'den buraya bisikletiyle ulaşabilecek; yürüyerek ulaşabilecek. Devlet Demiryolları projesi yapılarak aslında sadece Kadıköylülerin değil; Ümraniyeliler’in, Üsküdarlılar’ın yani milyonlarca insanın denize ulaşacağı alanın en önemli parçasını ellerinden alıyorsunuz. 

Aslında bu tamamen bir ihanet; artı Kadıköylülerin kullanabileceği o yeşil alanları -ki sahibi de kendisi- da ellerinden almış oluyorsunuz. Söğütlüçeşme istasyonu çok önemli bir nokta ve çok kullanılan, insanların ulaşım aksı için çok kullandıkları bir alan. Bu ulaşım aksına bir de bu alışveriş merkezini koyduğunuz zaman, orada müthiş bir yoğunluk ortaya çıkartacaksınız. Bu yoğunluğun yükünü de Kadıköy taşımaz. 

Hem oradaki esnafı ekonomik anlamda çökerteceksiniz, yani bütün bu Kadıköy'deki bir şekilde zaten yok olan orta kesime ait bu esnafı ortadan kaldıracaksınız; hem de Kadıköylülerin yaşam alanlarını daraltacaksınız, zorlaştıracaksınız, sıkıntıya sokacaksınız; büyük bir yoğunluk yaratacaksınız. Hangi açıdan bakarsanız bakın hiçbir plan yapımcısı orada böyle bir şeyi önermez. Çünkü yapılan o planda plan şartlarına uymadığı için bana göre çok rahat iptal edilebilir; gerekli mücadele yapılırsa. Biraz oldubittiye getiriliyor.

Şu anda ruhsat konusunda da emin değilim, böyle bir belirsizlik var orada. Bir an önce; seçime kadar yapılsın bitsin oldubittiye getirilsin diye; bu oldubittiyi engellemek lazım.

Yaşam Vadisi İBB’ye ait bir projeydi. İBB bu konuda bir açıklama yapmıyor ama oradaki işi yapan şirket yetkilisi “Biz Yaşam Vadisi içindeyiz” şeklinde konuşuyor. Tuhaf bir durum var. Sonuç olarak devamı yapılacaksa bu projenin çok öncesinden adrese teslim bir alışveriş merkezi de proje içinde yerini almış oluyor aslında.

Zannetmiyorum Yaşam Vadisi’nin içerisinde alışveriş merkezinin olduğunu. Öyle bir şey çılgınlık demektir, delilik demektir; öyle bir şey koyacaklarını zannetmiyorum. Yaşam Vadisi ile ilişkili olarak bizim dönemimizde konuşuldu. Ben bu projenin Kadıköy için kıymetli olduğunu düşünüyorum. Yani bütün bu ilçelerle beraber, bu projenin hayata geçmesi için Büyükşehir Belediyesinin de bu projeye karşı çıkması gerekiyor. 

Büyükşehir Belediyesi sonuçta yasaların şu anda en çok yetki verdiği yapı, çok fazla yetkisi var. İlçe belediyesi de muhalif, Büyükşehir de muhalif; niye yapılıyor bu Söğütlüçeşme tren istasyonu projesi, nasıl yapılıyor? Kim bunu yapanlar? Yapanların kazanacakları şeyin, ortaya çıkardıkları değerin parasını vatandaş mı alacak, kim alacak bunu? Kadıköy bundan ne alacak? Kadıköylülerin yerine alışveriş merkezi yapılırken, bu kadar güzel bir yer giderken, bunun yarattığı rantı kim kullanacak; kimin eline geçecek? Kadıköylülerin yerini alıyorsun, alışveriş merkezi yapıyorsun… Sorgulanması gereken bu.
Burası niye firmalara veriliyor? Kadıköy'ün elindeki bu alan, ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmıyor; bence çok büyük bir hata yapılıyor. Büyük katliam; şimdi belki bu kentte binlerce katliam yapıldı, onların en büyüklerinden birisi.

Düşünsenize böyle insanların kullanabileceği şekilde burada çok büyük bir değişimi gerçekleştirebilirsiniz. Kadıköy çok sıkıştı kendi içerisinde yeme içme anlamında, spor anlamında, yürüyüş anlamında, alışveriş anlamında. İnsanların nefes alacakları alanlara ihtiyaç var. Kadıköy'ün içerisinde yeme içme yerleri var, alışveriş yerleri de var çok fazla ama diğer alanları yok. Kadıköy'de tiyatroya ihtiyaç var; insanların konser yapabilecekleri, açık havada etkinlik yapabilecekleri, yürüyebilecekleri, çocuklarını gezdirebilecekleri parklara ihtiyaçları var. Kadıköy'de öyle çok fazla park yok. Elindekini de, kendi arazisini, Kadıköy'den alıp birilerine vermek bence ciddi bir kent katliamıdır.

Yeni projeyle Hasanpaşa'daki esnaf da etkilenecek. Yani trenden/metrobüsten iner inmez daha ileriye gitmeden oraya takılacak gelenler. Gerçi Kadıköy’deki diğer AVM’lere bakınca da, ulaşım planı bunlara göre yapılmış gibi; değil mi? Nautilus da mesela, metro/Marmaray oraya açılıyor… Yani yollar/ulaşım AVM’lere göre dizayn ediliyor…

Kent merkezlerinde alışveriş merkezleri doğru değil zaten, alışveriş merkezlerinin kent dışında olması lazım. Kent merkezlerinde açık alanlarda insanlar ihtiyaçlarını karşılamalılar; bu hem yeme içme, hem de giyim kuşam için böyle. Bunları kapalı yerlere hapsetmek sağlıklı değil, tehlikeli.

Ne kadar sürer onu bilmiyorum ama şu anda Kadıköy'ü tamamen bir alışveriş merkezi cennetine çevirdiler. Her tarafına yapılmaya devam ediyor hâlâ. Durdurulması gerekiyor.

Bana göre kentlerin bu hale gelmesinin nedeni; aslında siyasette bir yol ayrımındayız, bir şeye karar vereceğiz. Bana göre yolsuzlukla mücadele ederken yolsuzluk yapanlarla birlikte bunu başaramazsınız. Ciddi bir karar vermek lazım. Yolsuzluk yapanları bir kenara koymak lazım, karşımıza almak lazım. Gerçekten yolsuzluktan mağdur olan, sıkıntı çeken elindeki kaynakları alınan insanları bir araya getirmek gerekiyor. Türkiye'de at izi, it izine karıştı. Susalım, konuşmayalım; seçim var, boş verin, o taraflarıyla ilgilenmeyelim mantığı içerisinde bir iş yürüyor Söğütlüçeşme'de.

Eğer alışveriş merkezi yapılıyorsa, bana göre Büyükşehir Belediyesi de sorumludur. Bakanlığın bunu yaptığına, oldubittiye getirmesine inanmak bence saflık olur. Onun için ilçe belediyesi de görevini yapmalı, sokağa çıkmalı; toplumsal baskılarını oluşturup bunu engellemeli. Bu sesi duymaya bir Kadıköylü olarak benim hakkım var, bütün Kadıköylülerin hakkı var. Hatta orayla ilişkili tüm Anadolu yakasının da hakkı var. Buraya gelecekte Ataşehir gelecekse, Ümraniye kullanacaksa hakları var. 
Ben bütün bir yaşamımı binaların içerisinde geçirmek istemiyorum, çocuklarımız da geçirmek istemiyor. Koşmak, oynamak, yürümek, hareket etmek, çimlerin üzerinde oturmak istiyoruz; yani bir şekilde insanlarla bir araya gelebileceğimiz, bir şekilde gülümseyebileceğimiz alanlara, mekanlara ihtiyacımız var.