Proleterleşen Türkiye

Son 30 yılda ücretli emeğin istihdam içindeki payı yüzde 36’dan yüzde 70’e yükselerek iki kat artış göstermiştir.

Suat Özeren

100 yıllık Cumhuriyet dönemindeki toplumsal yapının ve ekonomideki gelişmelerin tarihi aynı zamanda Türkiye kapitalizminin de tarihidir. 1923’den bu yana Türkiye kapitalist dönüşüm geçirmiş, kapitalizm derinleşerek bugün toplumsal hayatın hemen her alanını güçlü bir biçimde belirlemeye başlamıştır. Dünya kapitalizminin önemli dönemeçlerinde değişen paradigmalar ile uyumlu, benzer değişimler geçiren Türkiye kapitalizmi sermaye egemenliğini son otuz yılda daha da güçlendirmiştir. Buna karşın Türkiye kapitalizmi aynı zamanda ekonomide ve toplumsal yapıda önemli yapısal kriz dinamiklerine sahiptir.

Tarihsel olarak kapitalist sermaye birikim sürecinde devletçilik, sanayileşme, planlama, kalkınma gibi kavramlar Türkiye’nin kapitalistleşmesi ile yakından ilgilidir ve bu kavramların hayata geçirilmesi ile birlikte Türkiye ekonomisi kapitalist dönüşümde önemli yol kat etmiştir. Ancak biz burada kapitalistleşme sürecini bu kavramsal yapıda değil, daha dar bir çerçevede, sosyo ekonomik yapıdaki bazı temel göstergelerdeki değişim üzerinden değerlendireceğiz. Sosyo ekonomik yapının temel göstergeleri olarak yalnızca ekonomik büyüklüğü, iktisadi sektörlerdeki değişimi, kentleşmeyi ve özellikle ücretli emekteki gelişmeleri genel başlıklarıyla aşağıdaki tablodaki verilere bakarak, bütüncül bir yaklaşımla analiz edeceğiz. 

Türkiye 1960 yılına geldiğinde, nüfusunun büyük kısmı kırda yaşayan, üretiminin ve istihdamının önemli kısmını tarım kesiminde gerçekleştiren, az gelişmiş bir ülke konumundadır. Kapitalist dönüşüm 1960 sonrasında hızlanmış, 1960-80 dönemindeki planlı kalkınma yaklaşımın da etkisiyle sanayide önemli atılım gerçekleştirilmiş, bunun sonucunda sanayi üretiminde ve istihdamında kayda değer artışlar sağlanmıştır. Ancak 1980 yılına gelindiğinde nüfusun ancak yüzde 35’i kentlerde yaşamakta, istihdamın yarısı tarım kesimi tarafından karşılanmaktadır.

1980’den sonra ekonomideki neoliberal süreç ile birlikte kamusal hayatın piyasalaştırılması kapitalistleşme sürecini hızlandırmıştır. Bu süreçle birlikte 2000 yılından sonra tarımsal desteklerin önemli ölçüde azaltılması kırdan kente göçü ivmelendirmiş, kentleşme düzeyi çok yükselmiştir, bugün nüfusun yüzde 93’ü kentlerde yaşamaktadır. Kentleşme ve kapitalistleşme sürecindeki hızlanma son 30 yılda ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda köklü değişikliklere neden olmuş, toplumsal yapıda önemli kırılganlıklar ortaya çıkarmıştır. Siyasal İslamcı partiler bu dönemin sosyo ekonomik yapısında hayat bulmuş, sermaye blokunun da desteğiyle ideolojik hattının karşılığını toplumla buluşturabilmiştir. Başka faktörlerin yanısıra 1980 darbesi sonrasında solun aldığı büyük yıkım ve 91 sonrasında sınıf perspektifli mücadeleden uzaklaşması, sınıfsal konumlanışın hızla değiştiği bu dönemde solun toplumsal sınıflarla ve işçi sınıfı ile güçlü bağlar kuramamasına neden olmuştur.

100 yıllık süreçte Türkiye kapitalizmi gelişmesine bağlı olarak üretim kapasitesini önemli ölçüde artırdığını, tarım dışı sektörlerin üretimden ve istihdamdan daha fazla pay aldığını, sermaye piyasalarını dışa açtığını, dış ticaret hacmini büyüttüğünü, ücretli emekçilerin sayısını özellikle son yıllarda hızla artırdığını görüyoruz.

Bu göstergelerin tamamı Türkiye’de büyük bir kapitalist dönüşümün yaşandığını özellikle son 30 yılda bu dönüşümün hızlandığını gösteriyor. Ancak bu dönüşüme karşın Türkiye kapitalizminin dünya kapitalizmi üretimi içindeki payının değişmeyerek aynı kaldığı (yüzde 1), orta gelişmişlik düzeyindeki ülke konumunun devam ettiği görülüyor.

Türkiye hızla proleterleşiyor

Dünya kapitalizminde son 40 yıldır büyük bir proleterleşme süreci yaşanıyor, kapitalizmin neoliberal politika uygulamaları mülksüzleştirmeyi ve yoksullaşmayı artırdıkça proleterleşme süreci de hızlanıyor.

Geçimini sağlamak için emek gücünü satmaktan başka bir yolu bulunmayan proleter için ücret önceden daha iyi koşullarda yaşama isteğinin karşılığı iken, günümüzde ancak yaşamını sürdürebilme amacına hizmet edebiliyor. Çünkü emeğin yeniden üretiminde durum günümüzde çok farklılaştı. Kapitalizm hayatın hemen tüm alanlarını metalaştırdı. Emeğin yeniden üretiminde özellikle önem taşıyan kamusal nitelikteki meta dışı alanlar neoliberal dönemde piyasalaştırılmış durumda. Emekçi bugün ihtiyacı olan hemen her şeyi satın alarak karşılamak zorunda, bunu da ancak emek gücünü satarak, proleterleşerek karşılayabiliyor.

Türkiye’de de kapitalist dönüşüm sürecinin ve neoliberalizmin piyasalaştırma politikalarının sonucu olarak emek gücünü satan ücretli emekçilerin sayısı (işçileşme) önemli ölçüde artmıştır.

1980 darbesi ile birlikte emekçi sınıfların kazanılmış sendikal ve işçi hakları yok edilmiş, kamuya ait üretim işletmeleri özelleştirilmiş, eğitim, sağlık, enerji gibi alanlar özel kesimin mülkiyetine açılarak kamusal alanlar piyasalaştırılmış, metalaştırılmıştır.

Bu süreçte emekte metalaştırılmış, toplam istihdam içinde ücretli emekçilerin payı artmıştır; 1990’da %36’lı bu pay 2000 yılında %49’a günümüzde %70’e ulaşmıştır. Yani son 30 yılda ücretli emeğin istihdam içindeki payı iki kat artmıştır. 1990 yılında 7,2 milyon olan ücretli emekçi sayısı, 2022 yılında 21,8 milyona ulaşmıştır. Aynı dönemde ülkede 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus yüzde 70 oranında artarken, ücretli emekçilerin sayısı ise yüzde 300 oranında artmıştır. Bu sonuçlar Türkiye’de emeğin proleterleşme sürecinin çok hızlandığını, üretim ilişkilerinin kapitalizm tarafından güçlü bir biçimde belirlendiğini gösteriyor.

Marksist terminoloji ile söylersek bugün Türkiye’de işçi sınıfı emek-sermaye arasındaki artı değer sömürüsünü daha çıplak olarak görüyor ve yaşıyor. Bunun yanısıra toplumsal hayatın birçok alanının piyasalaştırıldığı günümüzde ücret, ücretin düzeyi emekçiler için geçmiş yıllara göre daha fazla yaşamsal öneme, hayatiyete sahip. Çünkü önceki yıllarda kamusal eğitim ve sağlık hizmetleri ve diğer sosyal devlet uygulamaları emekçilere ek ücret-dışı kazançlar sağlayabilmekte, ücrete olan bağımlılıklarını azaltabilmekteydi.

Ücretin proleterlerin yaşamlarındaki öneminin artmasına karşın proleterler toplumsal zenginlikten giderek daha az pay alıyorlar, giderek artan bir biçimde daha çok emekçi asgari ücrete yakın ücretlerle çalışır hale geliyor. Türkiye hızla asgari ücretliler ülkesine dönüşüyor. Ücretler asgari ücret düzeyine geriliyor, üstelik asgari ücret düzeyi kişi başı milli gelire göre daha az artıyor; 1978 yılında kişi başına gelirin yüzde 103’ü düzeyinde olan asgari ücret, 2023 yılında kişi başına gelirin yüzde 47’sine gerilemiştir. Bu sonuçlar hem proleterlerin toplumsal zenginlikten daha az pay aldıklarını hem de emek sömürüsündeki büyük artışı göstermektedir.

2018’den bu yana düzenin ekonomide yaşadığı büyük bunalım emekçilere yüksek enflasyon, hızla değerini yitiren asgari ücret ve derinleşen yoksulluk olarak yansıyor. Bu dönemde emeğin toplumsal zenginlikten aldığı payda tarihin en hızlı düşüşü yaşanmış, bölüşüm göstergeleri emekçiler adına önemli ölçüde bozulmuş, emekçilerin artı değerinin daha büyük kısmına sermaye el koyarak emek sömürüsünü, yoksulluğu ve eşitsizliği daha da arttırmıştır. 

Ülkemizde gittikçe derinleşen ve yaygınlaşan bir yoksullaşma söz konusudur. En temel gündelik gereksinimlerine ulaşamayan, beslenemeyen, barınamayan, ısınamayan milyonlarca insan bulunuyor. Büyük bir eşitsizlik, geleceksizlik ve acımasız bir adaletsizlik var. Üretimde, dağıtımda, bölüşümde, adaletsizlik üzerine kurulu böyle bir düzende, kapitalizmde eşitsizlik kaçınılmazdır. Kapitalizmin gelişmesinin kaçınılmaz sonucu olarak düzen daha fazla mülksüzleştirme ve yoksulluk yaratıyor.

Cumhuriyetin 100. yılına eriştiğimiz bugünlerde Türkiye kapitalizminin emekçi sınıflar için artan eşitsizlik ürettiğini, eşitsizliği, yoksulluğu derinleştirdiği görülüyor. 

Eşitsizlikleri, yoksulluğu ortadan kaldırabilmek, toplumsal sınıflara refah artışı sunabilmek, onların beklentilerini karşılamak için toplumsal zenginliği eşit olarak paylaşacak yeni bir düzen kurmak gerekiyor.