AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “müjde” olarak duyurduğu Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) “çırak” ve “stajyer” adı altında çocukları sermaye için ucuz iş gücüne dönüştürdü.
Yüz binlerce lise öğrencisi iş ve maaş umuduyla Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri (MTAL) bünyesinde açılan bu programa geçerken, geçtiğimiz dönem en az altı öğrenci MESEM kapsamında çalışırken yaşamını yitirdi. Bu kapsamda çalışan kaç öğrencinin iş sırasında yaralandığı ise bilinmiyor.
16 yaşındaki Zekai Dikici, 17 yaşındaki Ulaş Dumlu, 15 yaşındaki Ömer Girgin, 17 yaşındaki Ömer Çakar, 14 yaşındaki Arda Tonbul ve 15 yaşındaki Erol Can Yavuz geçtiğimiz dönemde MESEM kapsamında çalışırken hayatını kaybeden çocuklar.
MESEM, etik olarak tartışılmasının yanı sıra hukuken de tartışmalı bir uygulama.
‘MESEM’ler açık bir anayasa ihlali’
Eğitim-İş Genel Merkez avukatı Burak Sabuncu, MESEM’in hukuki boyutuyla ilgili soL’a konuştu.
“MESEM’lerin yarattığı eğitim hakkı gaspının ölçüsünü, olması gereken hukuk tartışmasını bir kenara bırakarak, yürürlükteki hukuk bağlamında ele alsak dahi en temelde açık bir anayasa ihlalinin karşımıza çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.” diyen Sabuncu, MESEM’in açık bir anayasa ihlali olduğunu belirtti.
Sabuncu, AKP’nin MESEM kapsamında çocuk işçiliği yasallaştırmaya çalıştığını belirterek şunları kaydetti: “AKP’nin bir yönüyle sermaye karşısında yoksulluğa terk edilmiş halkın çocuklarının çocuk işçiliğini yasallaştırma, bir başka yönüyle de gericileştirme ve piyasalaştırma temelinde kurduğu sistemde eğitim hakkının gaspı projesi olduğunu da peşinen tarif etmek zorundayız.”
Anayasanın ülkede yaşayan her yurttaşın laik, demokratik, eşit, kamusal ve parasız eğitim alma hakkını koruduğunu söyleyen Sabuncu, bu hakkın MEB eliyle hayata geçirilmesi gerektiğinin yasal bir zorunluluk olduğunu belirtti.
‘MESEM’ler MEB için yükümlülüklerin etrafından dolanılmasının aracı’
Ayrıca devletin uluslararası sözleşmeler aracılığıyla da eğitim hakkını koruyacağını taahhüt ettiğini belirten Sabuncu, MESEM’lerin, okul olarak tanımlanmasından dolayı bu yasal zorunlulukların etrafından dolanmanın bir aracı haline geldiğini söyledi.
Burak Sabuncu, şunları kaydetti: “MESEM’ler tam da bu noktada Milli Eğitim Bakanlığı nazarında uluslararası sözleşmeler, anayasal ve yasal yükümlülüklerin etrafından dolanılmasının bir aracı haline getirilmiştir. MESEM’ler bir okul türü olarak tarif edildiğinden buradaki yüzbinlerce öğrencinin kâğıt üzerinde örgün eğitimin içerisinde değerlendirileceği bir sistem inşa edilmiş durumdadır.”
MESEM’lerde okuyan çocukların örgün eğitim aldığını iddia etmenin “kanuna karşı hile” olacağını söyleyen Sabuncu şunları belirtti: “Bu öğrencilerin gerçek anlamda bir örgün eğitimin parçası olduğunu ileri sürmeye olanak bulunmamaktadır. Haftada yalnızca bir gün okulda olan bir çocuğun, ortaöğretimden yararlandığını iddia etmek olsa olsa ‘kanuna karşı hile’ anlamına gelecek bir davranıştan öte olmayacaktır.”
Kanun işlemiyor, öğrenciler işlemeyen iş güvenliği sistemine bırakılıyor
Burak Sabuncu, “Mesleki Eğitim Kanunu’nda ve ilgili yönetmelikte şantiyelere, fabrikalara, atölyelere gönderilen öğrencilerin, usta öğreticilerin gözetiminde, tehlikeli olmayan işlerde eğitim alması gerektiği, bunun yanında okul öğretmenleri tarafından da belirli aralıklarla bu işyerlerinde denetlenmesi şeklinde bir mekanizma öngörülmüştür. Ancak öğretmenler tarafından yapılacak denetimin işletme üzerinde bir denetim olmadığını belirtmek gerekir. Mevzuatta öğretmenlerin buradaki yetkisi yalnızca öğrencinin orada olup olmadığının denetimi ile varsa bir sorununu anlatması esasından ibarettir” sözleriyle Mesleki Eğitim Kanunu’nun çalışmadığını, MESEM kapsamında öğrenci çalıştıran işyerlerinin tam anlamıyla denetlenemediğini söyledi.
Sabuncu, öğrencilerin, yetişkinleri koruyamayan iş güvenliği denetim sisteminin insafına kaldığını belirterek şunları kaydetti:
“Öğretmenin işyerindeki çalışma ortamına bir müdahalesi, işyeri güvenliği üzerine bir denetim ve yaptırım yetkisi de söz konusu değildir. Bu bakımdan öğrencilerin iş güvenliği, işletmenin tabi olduğu ve ülkedeki iş cinayetlerinin temel meselelerinden biri olan olağan iş güvenliği denetim sisteminin insafına kalmış durumdadır. Yetişkinlerin yaşamını koruyamayan iş güvenliği sisteminin, 14 yaşındaki çocukların güvenliğini sağlayabileceği öngörüsüyle, hayatın olağan akışına dahi aykırı bir sözde denetimin varlığından bahsetmiş oluyoruz.”
‘Olası kasıtla insan öldürme olarak değerlendirilmeli’
“Tüm bunlar dikkate alındığında, çocukların maruz kaldığı ölümleri, yaralanmaları, kötü muameleleri artık bir münferit ‘kaza’ başlığı altında değerlendirmek mümkün değildir.” diyen Sabuncu, Türk Ceza Kanunu’ndaki karşılığıyla bu tür olayların “olası kasıtla insan öldürmek” olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi:
“Bu denli daha en baştan mevcut haliyle ölümlere sebep olacağı açıkça belli olan sistemin sorumluları, bu sonuçları öngörmekte ve bunu da umursamamakta, sonuçlara razı olmaktadırlar. Türk Ceza Kanunu anlamında bunların karşılığını da kasten öldürmeye yakın bir nitelendirme seviyesinde, ‘olası kasıtla insan öldürmek’ olarak değerlendirmek gerekmektedir.”
Burak Sabuncu, mevcut kanunlardan örnekler vererek, sorumluların ortada bırakıldığını söyleyerek şunları kaydetti:
“Peki yaşanacak bu durumlardan kimin sorumlu olduğuna gelecek olursak, Mesleki Eğitim Kanunu’nun 25. maddesinde ‘Aday çırak, çırak ve öğrencinin eğitimi sırasında işyerinin kusuru halinde meydana gelecek iş kazaları ve meslek hastalıklarından işveren sorumludur.’ şeklindeki düzenlemeyle kusur esası gözetilerek işyeri sahibine bir sorumluluk atfedildiğini görmekteyiz.
Bununla birlikte, aynı kanunda denetleme ve ceza başlığı altında gördüğümüz 41. maddede ‘Bu kanun hükümlerine göre Bakanlığa bağlı eğitim kurumlarının dışında kamu ve özel kurum ve kuruluşlarında yapılan aday çırak, çırak ve kalfaların eğitimi ile işletmelerde yapılan mesleki eğitim, öğrencilerin bu eğitiminden sorumlu işletmelerin bağlı olduğu oda veya birliklerin temsilcilerinin katılımı ile Bakanlıkça; iş ortamı, sosyal güvenlik, iş güvenliği ve sağlık şartları bakımından ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca denetlenir. Denetimle ilgili raporlar valiliğe verilir. Raporlarda belirtilen hususlar valilikçe değerlendirilir ve gereği yapılır.’ düzenlemesinde ise yine sorumluluğun ortada bırakıldığı görülmektedir.”
‘Çocukları sermayenin insafına terk edenler suçlarıyla yüzleşmek zorundadır’
Sorumluların belirsiz olduğu bu senaryoda yıllarca süren mahkemeler izlemeye devam edeceğimizi söyleyen Sabuncu, son söz olarak şunları kaydetti:
“Son söz olarak, ‘ahilik kültürüyle’ harmanlanmış nitelikli işgücü yaratmak iddiasını, 14 yaşında fabrikada çalışırken bir çocuk ölmemiş gibi, bir atölyede vücudunun yüzde 80’i yanmış bir kız çocuğu yokmuş gibi hâlâ pervasızca savunanlar, çocukları sermayenin insafına terk edenler; denetlemeyen, hesap sormayanlar, hukuk önünde de tarih önünde bu suçlarıyla yüzleşmek zorundadır.”