Koronavirüs ve insan kaynaklı sayısal izler: 'Takip sistemleri' toplum sağlığı için kullanılabilir mi?

Yeni tip koronavirüsün neden olduğu Covid-19 salgınını yaşadığımız şu günlerde, 'takip sistemleri'nin toplum sağlığını korumak amacıyla kullanılıp kullanılamayacağı tartışılıyor. Ancak ne yazık ki yaşadığımız çağ aynı zamanda tüm bu gelişkinliğin kapitalist sistemin kısıtlarıyla belirlendiği bir çağ.

Ziya Gün

İnternet gezintileri ve cep telefonunda yaptığımız herhangi bir şeyin internet servis sağlayıcıları, cep telefonu operatörleri ve yüklediğimiz uygulamaların sahibi olan şirketler tarafından kayıt altına alındığı artık genel geçer bir bilgi haline geldi.

Bilinçli bir şekilde internette gezinmediğimiz veya bir uygulamayı kullanmıyor olduğumuz anlarda bile takip edildiğimiz ise biraz daha az bilinen bir gerçek. Bu tür takip yöntemleri, kamusal alandaki kamera görüntüleri, kredi kartı harcamaları, toplu taşıma için kullandığımız kart sistemleri, iş yerine girip çıkarken bıraktığımız imza veya okuttuğumuz kart izleri ve benzerlerinden oluşuyor.

Bu sistemler bir yandan sermaye birikimini hızlandırmak amacıyla pazarlama ve verim artırma gibi işler için iş yerinde çalışanı, pazarda tüketiciyi izlerken, bir yandan da düzenin devamını sağlamak için hayatın her alanında işçi sınıfını takip etmekte kullanılıyor.

Yeni tip koronavirüsün neden olduğu Covid-19 salgınını yaşadığımız şu günlerde, bu takip sistemlerinin toplum sağlığını korumak amacıyla kullanılıp kullanılamayacağının tartışıldığını görüyoruz.

Bu salgına insanlığın iletişim, ulaşım ve hesaplama olanaklarının çok geliştiği bir çağda yakalandık. Ancak ne yazık ki yaşadığımız çağ aynı zamanda tüm bu gelişkinliğin kapitalist sistemin kısıtlarıyla belirlendiği bir çağ. Eğer bu böyle olmasaydı aşağıda saydığımız önlemlerin eklektik bir biçimde değil de kamunun yararı için sistematik bir şekilde, geçici olduğundan ve ticari olmadığından emin olarak kullanılması çok daha kolay olurdu. Ancak yaratılan korku atmosferinin de etkisiyle özünde kapitalist düzenin devam ettirilmesi için geliştirilen bu tür izleme sistemlerinin kalıcılaşması tehlikesiyle karşı karşıyayız gibi görünüyor.

Her ne kadar hakim üretim biçimi kapitalist olsa da güçlü bir merkezi yönetimin var olduğu az sayıdaki ülkeden biri olan Çin’den başlayarak birkaç ülkede insanların bıraktığı sayısal/dijital izlerin koronavirüsle mücadelede nasıl kullanıldığına bakalım.

ÇİN

Aslında Çin, salgından önce de, insani sayısal izlerin ülke yönetiminde kullanılması açısından diğer kapitalist ülkelerin açıkça yapamadığı türden işler yapıyordu. Örneğin tüm ülke çapında yaygın bir şekilde yerleştirilmiş bir yüz tanıma sistemi halihazırda çalışmaktaydı. Çin bazı bölgelerde bu sistem aracılığıyla insanlara otomatik olarak ‘puan’ verip bu puana göre bazı hizmetlerden yararlanıp yararlanamama yetkisi vermeye başlamıştı bile. AB, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği bir grup ülke bu tür sistemleri kurmaya çalışsa da, gelen liberal itirazlardan ötürü çoğu kez bu planlarda geri adımlar atmak zorunda kalmıştı.

Salgın sırasında yapılan yeni şey ise Alibaba adlı internet şirketinin hazırladığı ‘Alipay Sağlık Kodu’ (Alipay Health Code) adlı cep telefonu uygulaması. Bu uygulamayı yüklemeyen ve uygulamanın ekranında kendisine verilen renk kodunu göstermeyen birisinin Çin’de birçok kamusal hizmetten yararlanamadığı veya belirli bölgelere giriş yapamadığı söyleniyor. Uygulamanın atayabildiği üç renk kodu var: yeşil, sarı ve kırmızı. Yeşil kodlular diğer önlemler sabit kalmak koşuluyla yaşamlarına devam edebiliyorlar, örneğin metroya binip yolculuk yapabiliyorlar ancak maske takıp sosyal mesafeyi korumak koşuluyla. Sarılar ve kırmızılar ise çeşitli türde karantinalara girmek zorundalar.

Uygulamanın nasıl çalıştığı tam olarak bilinmiyor. Ancak cep telefonu operatöründen ve polis veritabanından alınan bilgileri kullanarak KOVİD-19 pozitif bir kişi ile yan yana bulunmuş veya onun bulunduğu bir yerde bulunmuş olduğunuzu tahmin ettiği düşünülüyor. Bu bir tahmin olduğu için, yanlış kodlamalar da yapabilen bu uygulamadan nefret eden de, koruyucu bir araç olarak görüp severek kullanan da var.

GÜNEY KORE

Güney Kore en başından beri çok fazla test yapıp her pozitif vakayı takip altında tutmasıyla biliniyor. Bunun da ötesinde ‘Temas takibi’ (Contact Tracing) adını verdikleri bir işlem ile pozitif vakanın temas ettiği tüm kişileri bulup onları da takip listesine alıyorlar. Pozitif vakanın gittiği yerlerin tamamına hem dijital kayıtlardan hem de sorgulamalardan edinilen bilgilerle ulaşılıyor, öyle ki pozitif bir vakanın gittiği sinema salonundaki kaç numaralı koltukta oturduğunu bile tespit ediyorlar. Daha sonra bunlar anonimleştirilmiş bir halde tüm toplumun görebileceği bir şekilde harita üzerinde sunuluyor. Haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla bu o kadar içselleştirilen bir uygulama olmuş ki insanlar bu uygulamanın haritasından bakarak yollarını değiştirir olmuşlar.

ABD

İnsani sayısal izlerin yoğun bir şekilde ama gizlilik altında izlendiği bir ülke olan ABD, şu ana kadar saydığımız diğer ülkeler gibi dijital izleri kullanarak etkin bir önlem almamış görünüyor. Hükümet sadece Facebook ve Google gibi şirketlerden bu tür bir çabaya dahil olmalarını istemekle yetinmiş. Google da bu çağrıya temkinli bir şekilde sunduğu bir raporla yanıt verdi. Raporda dünya çapında topladığı veri içinden, teknik ve hukuki nedenlerle paylaşmanın sorun olmadığı ülkelerdeki Google kullanıcılarının sosyal mesafelenme çağrılarına uyup uymadığına dair özet bilgiler bulunuyor. Şirket yaptığı açıklamalarda bu veriler oluşturulurken anonimleştirmenin çok dikkatli bir şekilde yapıldığını ve gizliliğe zarar vermeyeceğini net bir şekilde belirtiyor.

AVRUPA BİRLİĞİ

19 Şubat’ta AB’nin yayımladığı AB’nin verisinin AB’de işlenmesini zorunlu kılan düzenlemeler koronavirüs ile mücadele eden bilim insanlarının işini zorlaştırabileceği kaygısıyla ileri bir tarihe ertelendi. Bunun dışında yukarıda saydığımız ülkelerdekine benzer uygulamalar AB’de uygulanmıyor.

TÜRKİYE

İnsani dijital izlerin özenle korunması konusunda Türkiye’nin sınıfta kaldığı birçok örnek yaşanmıştı. En açık örneklerden birisi olarak milyonlarca kişinin adres bilgilerinin kolayca çalınması veya 8.5 milyon kişinin kimlik numaralarının paylaşılması gösterilebilir. Adım başı yapılan kimlik kontrolleri ve kameralar aracılığıyla yapılan izleme faaliyetleri de bilinen şeyler. Ne var ki Türkiye, bu tür bir uygulamayı iki gün öncesine kadar hayata geçirmemişti.

‘İzolasyon Takip Projesi’ adı verilen uygulama pozitif vakaların ev izolasyonundan ayrılmasını engellemek için cep telefonu operatörlerinden alınan konum bilgilerini anlık olarak işleyip gerektiği hallerde kolluk kuvvetlerini yönlendirecek. Bu kontrollerin sonucunda hangi yasaya dayanarak bir zorlama yapılacağı ise çok açık değil. Bununla birlikte bu tür engellemelerin cep telefonunu evde bırakarak kolayca atlatılma sorununu nasıl aşacakları da belirtilmemiş. Yapılan açıklamaya göre toplanan veriler başka bir amaçla kullanılmayacak ve salgın etkisini yitirdiğinde silinecek.

DİĞER ÜLKELER

Hong Kong hükümeti, ev karantinasına alınan kişilerin elektronik bir bileklik takmalarını zorunlu kılıyor ve karantinaya uymayanları bu şekilde tespit ediyor. Singapur ise karantinaya uymayanlara ev hapsinde kullanılan elektronik kelepçelerden takıyor. İsrail istihbarat kurumları cep telefonu operatörlerinden hareketlilik verisini isteyerek şüpheli koronavirüs vakalarını takip ediyor.