İnsan evrimi durmadan devam ediyor

Biyolojik araştırmalar insanın düşünülenden daha hızlı değiştiğini gösteriyor.

Ahmet Baran Bol - BAA

Biyolojik araştırmalar insanın düşünülenden daha hızlı değiştiğini gösteriyor. İdealizmle vücut bulan insanın mükemmel bir yaradılışın ürünü olduğunu öne süren fikir, aslında bilimsel gelişmelerle de kendini çürütmüştür. Çünkü bu düşünce -diğer şeylerin yanı sıra- Homo sapiens’in evrimsel gelişiminin bittiğini öne sürüyor. Gerçekte ise bilimsel veriler gösteriyor ki insanın evrimi sürüyor.      

Journal of Anatomy'de Ekim 2020'de yayınlanan bir çalışma bu konuya örnek olarak gösterilebilir. Avusturyalı araştırmacılar giderek daha fazla insanın ön kolunda ek bir kan damarı oluştuğunu bildiriyorlar.  Median arter denilen bu ek damar, sadece fetüslerde bulunuyor ve hamileliğin 2. ayında kayboluyor. Ancak bazı insanlarda median arter kaybolmadan korunabiliyor. Araştırmaya göre bu anatomik özelliğin görülme sıklığı, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar geçen sürede üç kat artarak yaklaşık %30’a yükseldi. Araştırmacılar, bu artışın devam etmesi halinde 80 yıl içinde doğacak insanların neredeyse tamamının bu medyan artere sahip olacağını düşünüyorlar.

Bu arterin neden bazı insanlarda kaybolmadan kalıp diğerlerinde kalmadığı henüz bilinmiyor. Belki de bu durumun arkasında dünya nüfusunda giderek daha yaygın hale gelen bir genetik yatkınlık olabilir.      Avusturyalı araştırmacı Ruhli, “O zaman  neden bu kadar yüksek bir seçilim baskısı altında kalındığını sormamız gerekir” diyor. Başka bir deyişle insanlar, üçüncü arterlerinden dolayı büyük bir avantaja mı sahipler?

Giderek daha sık görülen medyan arter resimde sağda yıldız ile işaretlenmiş şekilde gösterilmiştir.El arterleri dokunun derinliklerine doğru uzanır, yüzeysel olarak sadece damarlar gözlemlenebilir (solda). Kaynak: © THEPALMER / GETTY IMAGES / ISTOCK

Ek damar, diğer atardamarların yaralanması durumunda ele kan akışı sağlayabilir. Böylece bir acil durum rezervi işlevi üstlenebilir. Fakat deneyimler, ekstra bir damarın duruma göre dezavantaj olabileceğini gösteriyor. Çünkü bu ek damar, kemik ve bağ dokudan oluşan “karpal tünel”in içinden geçmek durumundadır. Çok sayıda tendon ve orta kol siniri de bu tünelin içinden geçer. Medyan arterin eklenmesi halinde bu tünel, çok daha sıkı hale gelir ve sinir sıkışmasını kolaylaştırır. Bu sıkışma, ekstra kan damarı olmaksızın da yaşanabilir, buna “Karpal Tünel Sendromu” denir. Karpal Tünel Sendromu yaşayanlar ilk başta sadece ellerinde hafif bir karıncalanma hissederler ancak semptomlar giderek kötüleşir. Uyuşma, kavramada güçlük ve keskin ağrılar yaşanabilir. Karpal tünelin içinde yerin dar olması, içerisinde bulundurduğu damarları da daraltabilir. Bu durumda      damar içinde kan pıhtısı oluşumu daha olası hale gelir.

Evrim mükemmele ulaşmaya çalışmaz

Neden her geçen gün daha fazla insan median arter ile doğuyor? En uygun olanın hayatta kalması (‘survival of the fittest’ - Charles Darwin'den değil, filozof Herbert Spencer'ın dile getirdiği) ilkesine göre daha sağlıklı ve dirençli hale gelmemiz gerekmez mi? Konstanz Üniversitesi’nden Axel Meyer “Evrimin mükemmele ulaşmaya çalıştığı düşüncesi büyük bir yanılgıdır” diyor. Evrimi elinde boş bir kağıt olan bir mühendis olarak değil, çok çeşitli yedek parçalarla bir makineyi koşullara uyarlayan ve zamanın akışına göre eldeki ‘yedek parçaları’ kullanarak bu makinenin çalışmasına ve kendini yeniden üretmesine olanak sağlayan bir amatör olarak görmeliyiz. Vücudumuzda her türlü evrimsel yükü ve damgayı taşımamızın sebebi de budur. Buna en iyi örnek yirmilik dişler gibi artık hiçbir işe yaramayan dokular ve yapılardır. Meyer, bu tür özelliklerin ortadan kaybolup kaybolmayacağının, öncelikle kişinin ölüm riskini nasıl etkilediğine bağlı olduğunu söylüyor. Kaç kişi aslında yirmilik dişlerden kaynaklanan problemlerden ölüyor? Bir başka örnek de insan testisleridir. Testisler, vücut ölçülerine göre gerekenden çok daha büyüklerdir. Yani gerekenden daha fazla sperm üretilir. Bu safi enerji israfı mıdır? Meyer, “Bu, türümüzde çok eşliliğin tek eşlilikten daha yaygın olduğunun bir göstergesidir. Tek eşlilik, çok uzun bir tarihe dayanmayan bir batı yeniliğidir” diyor. Erkek bedeni açıkça tek eşliliğe henüz uyum sağlayamamıştır. Fazla sperm üretimi erkeklere hayati bir zarar vermez.

Canlının hayatta kalmayı ve üremeyi nasıl başardığı nesiller arasında farklılık gösterebilir. Meyer bu nedenle, evrimin belirli bir hedefe doğru ilerleyemeyeceğini söylüyor. “Optimallik, hareket eden bir hedeftir, sürekli olarak değişir”. Ayrıca genetik yapımızdaki değişiklikler tamamen rastlantısal olarak gerçekleşir. Meyer, “Faydalı mutasyonlar daha sık ve hedeflenmiş bir şekilde meydana gelmez, sadece yeni bir seçilim yönü -mesela değişen bir iklim- onları ‘faydalı’ olarak sınıflandırmamıza izin verir” diyor.

Modern tıp dengeyi değiştiriyor

Teorik olarak kalıtsal hastalıkların aktarılmasını engelleyebilen modern tıp bile seçilimi alt edememiştir. Meyer, döllenmiş yumurtanın yumurta kanalını geçtikten sonra rahim iç duvarına tutunması öncesindeki teşhislerin, gen terapilerinin veya benzer yöntemlerin şu anda yalnızca nadir durumlarda ve çok az sayıda gelişmiş ülkede kullanıldığını belirtiyor ve bu durumun evrim üzerinde kesinlikle önemli bir etkisi olmadığını ekliyor. Kültür faktörünün çok daha önemli olduğunu düşünüyor. Kültürel geleneklerimizi iletiyoruz ve bu gen havuzumuzu etkiliyor.

Bunun güzel örneği, laktoz toleransı olarak bilinen vücudun laktozu ömür boyu parçalama yeteneğidir. Geçmişte sadece bebekler, gerekli olan enzimi üretiyordu. Emzirme döneminin ardından vücut, enzimin üretilmesi için gerekli geni inaktif hale getirir. Bununla birlikte insanlar evcilleştirdikleri hayvanları sağmaya başladıkça yetişkinlerin sütü sindirebilmesi bir avantaj haline geldi. Bundan yaklaşık 7500 yıl önce ortaya çıkan ve bahsi geçen genin ömür boyu aktif kalmasını sağlayan bir mutasyon, bu nedenle taşıyıcılarına çok büyük bir avantaj getirdi. Bu mutasyona sahip olan bireyler, hayatta kalma ve üreme avantajı kazandı ve bu mutasyon gen havuzunda gittikçe daha yaygın hale geldi. Bugün, yetişkin Avrupalıların tahmini % 80 ila 95’i süt ve süt ürünlerini sindirebiliyor. Asya ve Doğu Afrika gibi bölgelerde ise insanların çoğu laktozu sindiremiyor. Süt ürünleri bu ülkelerin geleneksel mutfağında büyük bir yer tutmuyor.

Viyana Üniversitesi'nden antropolog ve evrimsel biyolog Philipp Mitteröcker, modern tıbbın başarılarının temelde büyük olduğunu düşünüyor. Mitteröcker, "Doğal seçilimden olabildiğince kaçmak istiyoruz" diyor. Fakat bu evrimin durduğu ya da kesildiği anlamına gelmez. Aksine farklı seçilim baskıları dengeleri farklı şekilde değiştirecektir. Mitterröcker, “Bu karmaşık bir şey” diyor. Belli bir fizyolojik veya davranışsal özellik kategorik olarak “iyi” veya “kötü” olamaz. Örneğin patojenlerle savaşmak için güçlü bir bağışıklık sistemi önemlidir. Öte yandan güçlü bir bağışıklık sistemi otoimmün hastalıklara yol açabilir.

Evrim nasıl işler?

Kültürün ve evrimin birlikte vücut yapımızı ne kadar etkilediğini ve hatta değiştirdiğini,  insan leğen kemiği örneğinde görebiliriz. Kadınların geniş bir doğum kanalına sahip olması, doğumda bir avantajdır. Özellikle büyük doğan bebeklerin hayatta kalma şansının daha yüksek olması bu seçilim baskısını arttırır. Öte yandan leğen kemiği geniş olan kadınların idrar kaçırma veya rahim sarkması ile karşı karşıya kalma olasılığı daha yüksektir. Bu yüzden büyük çocuk doğumuna yönelik seçilim baskısı, dar pelvise yönelik baskıya zıttır. Zamanla bir tür evrimsel uzlaşma gibi görebileceğimiz bir denge ortaya çıkmıştır ve pelvis doğum için yeterince geniş ancak çoğu kadının sağlıklı kalması için yeterince dardır.

Ancak 20. yüzyılın ortalarında bu denge değişti. Çünkü sezeryan uygulanmaya başlandı. Sezaryan      uygulamasından sonra pelvisi çok dar olan kadınlar da sorunsuz bir şekilde doğum yapabiliyor. Matematiksel bir modelin yardımıyla Mitteröcker ve ekibi, sezeryan      uygulamasından sonra doğum kanalının ve yeni doğan arasındaki ilişkinin çok daha orantısız olduğunu hesapladı. Sezeryan ile doğum %10 ila %20 arasında arttı. Bu daha da artacak, çünkü sezaryen      ile dünyaya gelen kız çocuklarının ileriki yıllarda yaşayacakları bir doğumun sezeryan      olma olasılığı normal doğum olasılığından 2 veya 3 kat daha fazla. Ancak sezaryen sadece anatomik nedenlere bağlanamaz. Mitteröcker, “Bir araya gelen çok karmaşık bir çevresel, biyolojik ve sosyokültürel faktörler ağı var” diyor. Sonuçta, bugün çok az kadın tamamen yardım almadan doğum yapabiliyor. Dolayısıyla doğuma yardım etme eylemi evrimimizi etkileyen kültürel bir faktör.

Koldaki ek arter oluşumunun arkasında da benzer bir “kültürel” fenomen olabilir. Araştırmacılara göre, atardamarla doğan insanların rahimde normal gerileme sürecini kesintiye uğratan hafif bir enfeksiyon vardı. Eskiden nadir görülen arterin insan popülasyonu arasında artık bu kadar sık görülmesinin nedeni, modern tıp sayesinde sorunlu gebeliklerin başarılı bir doğumla sonuçlandırılması olabilir. Ayrıca bu arterin görülme sıklığının nedeni olarak seçilim baskısının gevşemesi durumu da düşünülebilir. Her gün avlanmak ve tarlalarında çalışmak zorunda olan insanlar, Karpal Tünel Sendromunu kaldıramazlar. Günümüzde  ise bu sendrom, sadece acı ve rahatsızlık verici, ancak tedavi edilebilir ve nadiren insanın yaşamını tehdit eden bir durumdur.

Parazitlerin rolü

Tarihte kaderimizin parazitlerle aynı zamanda virüsler ve bakterilerle beraber örüldüğünü gösteren çok sayıda örnek vardır. Avrupa nüfusunun yaklaşık üçte biri Orta Çağ’da vebadan öldü. Sıtma ve sarı humma olmasaydı, Amerika kıtasının kolonizasyonu muhtemelen farklı olurdu. Kanadalı tarihçi Timothy C. Winegard ‘Sivrisinek’ isimli kitabında, “Sıtma muhtemelen türümüz için en büyük evrimsel engeldi” diye yazıyor. Uzun süredir sıtmaya yol açan bir parazit olan Plasmodium falciparum ile mücadele eden Avrupalılar, koruyucu mutasyonlar taşıyordu. Amerika kıtasındaki yerli nüfus ise hiçbir şekilde bağışıklığa sahip değildi ve kolonicilerin beraberinde getirdiği hastalıklar tarafından adeta kırıldılar. Koloniciler, Amerika kıtasının yerli halkını köleleştirmelerinin yanı sıra biyolojik olarak da bir ‘soykırım’a uğratmışlardı.

Günümüzde yeni patojenler dünya çapında her zamankinden daha hızlı yayılıyor ve genetik olarak gittikçe daha benzer hale gelen insanlık yeni seçilim baskılarıyla karşı karşıya kalıyor. Yeni SARS-CoV-2 virüsünün bile insan evrimi üzerinde bir etkisi olabilir mi? Meyer, “Önemli bir gende doğru mutasyona sahipseniz, bu doğal olarak bir seçilim farkı yaratır” diyor. New England Journal of Medicine’de yapılan bir araştırmaya göre, örneğin kan grubu 0 olan kişilerde şiddetli Covid-19 geçirme riski %50 oranında daha düşük. Meyer’e göre pandemi, evrimi durdurduğumuzu ya da onu kontrol altına aldığımızı göstermedi. Tam tersine seçilim baskılarının değişmesi sonucunda evrimin yönünün mutlak bir şekilde öngörülemeyeceğinin başka bir kanıtı olarak değerlendirildi. Mittröcker de aynı fikirde: “Yaratılışın tacı diye bir şey yoktur. Evrim, isteseniz de istemeseniz de gerçekleşir. Bugün durum hala böyledir.”

KAYNAKLAR:

https://www.spektrum.de/news/die-evolution-des-menschen-geht-weiter/183…