Düzenle uyuşmanın 'alternatif' biçimi: Uyuşturucu

"Bilinçliliğin ve hayat disiplininin en yüksek düzeyine ihtiyaç duyan insanca bir yaşam kavgasında uyuşturucunun ve uyuşturucu kültürünün yeri yoktur."

Doğan Can

Moda üzerine “radikal” söylevler, yurt odalarında ve dost sohbetlerinde esrar kokusuyla karışırken, bir tür “anti-popüler” popüler kültürün hızla yaygınlaşmasına şaşkınlıkla tanıklık ediyoruz. Toplumun geri kalanından, yerli değil de yabancı dizi izleyerek ya da domatesin ve uyuşturucunun organik olanını tüketerek ayrışmanın insanı gerçekten “farklı” kıldığına dair bir inanış, içten içe, “okuyan insan”lar arasında kol geziyor.

Özellikle son yıllarda, kullanımı gençler arasında oldukça yaygınlaşmış, dost meclislerinin “tadı tuzu” mertebesine ulaşmış olan kimi uyuşturucu maddeler, adeta kullanan insanların kültürel sermayesinin büyüklüğüne işaret ediyor. Hatta kimilerine göre, “ortam”lardaki uyuşturucu modası, genç topluluklarının “insana dair hiçbir şeyin ötekileştirilmediği” ve herkesin üstündekini çıkarıp evin içinde bilinçaltıyla dolaşabileceği bir olgunluğa sahip olduğunun göstergesi. 

Bu salgının; biçimcilik, ergen isyanı, hedonizm ya da boşvermişlik olarak adlandırılabilecek görünümleri aranıp bulunabilir, ama tek başına bunların hiçbiri önümüzdeki tabloyu açıklamıyor. Öte yandan, işin daha acı verici kısmı, bu hastalıklı durumun kendini bir muhalif kimlik olarak sunabilmesi ve bazıları tarafından toplumun çizdiği sınırları aşma cüreti olarak görülmesi. Oysaki işin komikliği ve sıradanlığı, toplumun çizdiği sınırların ve bunu aşma cüretinin somut bir şekilde tanımlanması istendiğinde, en bayağı “yasak karşıtı”, “bireysel özgürlükçü” argümanların sayıklanması sonucunda, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor.

Hatta diyebiliriz ki, esrarın ve hapların cazibesi, bir ölçüde, dünya çapında çoğunlukla yasak olmalarından ve gerici hükümetler tarafından görünürde hedef alınmalarından ileri geliyor. Bu durum, yasaklara, giderek bireyleri baskılayan topluma karşı “isyanın” “enternasyonal” karakterini güçlendiriyor ve ABD ve Batı Avrupa metropollerinde üretilen bu alt kültür gençlik içerisinde -Türkiye gibi ülkelerde özellikle öğrenci gençler arasında- coşkuyla karşılanıyor. Böylece dünya gençliğinin küresel isyanının parçası dahi olunabiliyor: “Marijuana, illegal!”

Konunun “muhalefet” olmadığı ve aslında uyuşturucu kullanımının hiçbir zaman bu netlikte ve sistematik bir şekilde gerekçelendirilmediği açık olmakla beraber, uyuşturucu etrafında oluşturulan kültürün böylesi bir sahte algıyı yaratabildiğini görüyoruz. 

Bu sözde “isyan”ın karşısına düzen muhalefetinin ve kimi sol kurumsallıkların da çıkabiliyor olması, bunun yanı sıra yaygın eğlence kültürünün ve sosyalleşme biçimlerinin ötesine geçilmesi ise, radikal görüntüyü güçlendirebiliyor. Böylece “her şeye karşı” olmanın sorumsuzluğuyla, apolitik bir düzen karşıtlığı ve popüler olanın dışında olma iddiası birleştiriliyor.
 
Peki daha sonra ne oluyor bu asi çocuklara?

Çoğunlukla şu oluyor: Yıllar sonra karşımıza “gençliklerini doludizgin yaşamış” kravatlılar olarak dikilip, insan kaynakları departmanında olağanca “açık fikirlilik”leriyle iş verimliliğimizi sorguluyorlar.

Fazla mı indirgemeciyiz?

Uyuşturucu modasının ideolojiler alanında ve buna bağlı olarak kültür endüstrisinde izi sürülürse yukarıdaki özetin hiç de indirgemeci olmadığı görülecektir. Hollywood’dan yabancı dizilere, MTV’deki müzik kliplerinden post-modern bireysel özgürlükçü, liberal yazına, uyuşturucu kullanımı aşağı yukarı sunduğumuz çerçeve içerisinde propaganda edilmektedir.

Ancak elbette, uyuşturucular arasında da bir tasnife gitmenin, ayrım gözetmenin mümkün olduğu söylenmektedir. Bu bakış açısına göre, üretildiği maddeler üzerinden, organik ve kimyasal olarak, iki farklı kategoriye ayırabileceğimiz uyuşturucunun zararlı olup olmadığına içerdiği katkı maddelerine bakılarak karar verilmelidir. Kimyasallar zararlı, organik ise doğal ve hatta bazı araştırmalara göre kullanan için faydalıdır. Yine organik uyuşturucular, sigaradan daha fazla bağımlılık yapmamaktadırlar. 

Bu önermelerle iddia edilen aslında şudur: uyuşturucu kullanan bazı kişiler, “uyuşturucu kültürü” dediğimiz şeyden azadedirler ve kullanma ya da kullanmama tercihini bilimsel ölçütlere göre yapmaktadırlar. Anlayacağınız bir nevi rejim! Bu anlayışa göre uyuşturucunun tanımı da şu olmalı: biradan daha az kalorisi olan kafa yapıcı maddeler…

Bilimsel darkafalılığın en güzel örneği olan ve “marijuananın aslında kanser hücrelerini öldürdüğü” vb. sonuçlu araştırmaların, konumuz açısından hiçbir değeri olmadığı artık görülmelidir. Uyuşturucunun bünye üzerindeki zararlı etkisi akciğerlere zarar vermesi ya da kanserojen olup olmamasına değil, kişinin sinir sistemi ve beyin fonksiyonları üzerindeki zararlı etkilerine bakılarak değerlendirilmektedir. Uyuşturucunun faydalarını kanıtlayan “bilimsel araştırmalar” insanın bünyesini bir bütün olarak değerlendirmemekte hatalı oldukları gibi, insanın esasen biyolojik varlığını ön plana çıkararak da yanılırlar.

İnsanlığın geldiği aşamada, söz konusu olan ve en önemlisi, insanın kültürel evrimidir. Uyuşturucu kullanımına ilişkin kültürel, ideolojik ve siyasal değerlendirmeler yaparken, anatomik olanın hiçbir önemi yoktur. Hatta genel olarak, anatomik ve biyolojik olanın, uyuşturucu kullanımıyla hiçbir ilgisi yoktur.

Gerçek hayatta uyuşturucu kullanmaya “bu benim için çok faydalı” denilerek başlanmadığı ya da bu tip bir aydınlanmayla uyuşturucudan vazgeçilmediği açık… 

Öyleyse, uyuşturucu konusunda da -biyolojik değil- kültürel ve siyasal bir yargıya varmak durumundayız. Uyuşturucunun kişisel değil, toplumsal bir mesele olduğunu kavramalıyız.

Uyuşturucu sömürü düzeninin aracıdır

Kapitalist sistemde, işçiler kafeinle ayık kalmaya çalışırlar, kendilerine ayırabildikleri sınırlı zamanda ise onlardan uyuşmaları istenir. Bu uyuşturma işleminin çeşitli araçları vardır. Televizyon, genel olarak burjuva medyası, kumar, kahvehaneler, gece kulüpleri, endüstriyel futbol ve daha nicesi bu amaca hizmet eder. 

Uyuşturucu ise bunun en amaca yönelik, doğrudan ve en devlet eliyle sunulan aracıdır. Uyuşturucu çeteleri çoğu zaman emniyetle ortak çalışmakta ve direngenliğiyle bilinen yoksul mahalleleri yozlaştırmaları için onlara halka karşı her türlü güvence sağlanmaktadır. Uyuşturucuyu toplumun çoğunluğu açısından uzak durulur ve polisiye bir mesele haline getiren de, aşırı dozdan hayatını kaybetme riskinin yanı sıra, büyük ölçüde uyuşturucunun bu semtlerde büründüğü görünümdür.
 

Oysaki yoksul mahallelerin dışında da uyuşturucu daha farklı bir işleve sahip değildir. Sadece büründüğü görünüm ve “mal”ın kalitesi farklıdır. İşçi sınıfının en alt gelir grubundakilere uyuşturucu yerleşim yerlerinde egemenlik kuran çeteler kanalıyla ulaşırken, görece daha yüksek gelir gruplarındakiler uyuşturucularını “güvenilir” tacirlerden konspiratif bir şekilde edinirler. 

Burada, tedarik edilme biçiminden, kullanım ritüellerine ve gösterdiği sanrılardan, içine konularak yapılan keklere uyuşturucu çağımızın macerası ve en keyifli kaçamağı olarak giderek daha fazla benimsenmektedir. Bu macera için, 2.730 kilometre yol yapıp, Amsterdam’a giden bile oluyor. Önceki gece yaşanan sanrıları ve krizleri –diğer bir deyişle “girilen tripleri”- anlatıp gülmek ise bu işin vazgeçilmez parçası…

Hepimizin dinlenmeye, eğlenmeye, kimi zaman çılgınlıklar yapmaya hakkımız olduğu gerçeğini dile getirerek uyuşturucunun, bu bağlamda kabul edilebilir bir şey olduğunu iddia etmek de bütünüyle anlamsız. Sahip olduğu hakları zaten kimsenin reddedeceği ya da kimseden bunu bekleyen yok.

Ancak saldırının da tam bu noktada, biyolojik değil ideolojik-kültürel bir saldırı olduğunu görmek gerekiyor. İş ve öğrenim hayatımızda yüklendiğimiz stresi nasıl deşarj edeceğimiz, dertlerimizi hangi yollarla aşacağımız, sosyalleşme ihtiyacımızı hangi ortamlarda karşılayacağımız ideolojik ve kültürel bir mücadelenin konusudur. Uyuşturucu kullanımının alkol almaktan ya da sigara kullanmaktan farkı da daha çok bu düzlemde ortaya çıkmaktadır.

Hepimiz hayatın stresinden ve dertlerinden kendimizi kurtarıp biraz dinlenmeyi, gevşemeyi hak ederiz. Ancak hayatın dertleri karşısında, bu dertlerin maddi temelini kavramamızı sağlayan bilincimizden kurtulmak ya da birkaç saatliğine onu askıya almak bir sorunlarla mücadele etme yöntemi olarak görülemeyeceği gibi, insanı dinlendirmez ya da deşarj etmez. 

Yorgunluk ve stres olarak adlandırılan şeyler, çoğu zaman psikolojiktir ve ne yapacağını bilememe, sıkışmışlık, bıkkınlık gibi hislerinin yol açtığı durumlardır. Dolayısıyla, sorundan kaçmak, sorunla nasıl başa çıkacağını anlamaktan daha dinlendirici olamaz, olsa olsa yorgunluğu ve stresi süreklileştirir. Bilinçaltına dönmek ise, insanı insan yapan şey olmaksızın sorunların insana yakışır şekilde çözülemeyeceği gerçeğinden hareketle, zararlıdır.

Bilinçliliğin ve hayat disiplininin en yüksek düzeyine ihtiyaç duyan insanca bir yaşam kavgasında uyuşturucunun ve uyuşturucu kültürünün yeri yoktur. Aslolan, ideolojik, kültürel ve siyasal olarak düzenle uyuşmamaktır.

Bu perspektiften bakıldığında uyuşturucunun hangi sınıfın hizmetinde olduğu ve gençliğe ve emekçilere karşı nasıl kullanıldığı daha iyi anlaşılacaktır.

Uyuşturucu, kapitalist toplumda, yönetenlerin yönetebilmek için emekçi halka ve gençliğe karşı sistematik olarak kullandığı bir araçtır.