Kullanımı giderek yaygınlaşırken: Uyuşturucu tartışması için çerçeve

Durum böyleyken gerçekten de bir insanın seçenekleri sınırlıdır. Ya bu tarzda bir yaşama karşı insan kendini güçlü hissedeceği bir tür kavganın parçası olmayı seçer, ya da kendini uyuşturur.

Efe Ardıç

2010’ların başından beri ABD başta olmak üzere emperyalist odaklar uyuşturucu kullanımını meşrulaştırmaya yönelik belli girdiler yaptılar. Önce kendi içlerinde tartışmayı ısıtıp belli bir çerçevede mutabık kalarak bazı maddeleri yasallaştırdılar. Ardından Hollywood, Netflix gibi kültür ihracı mekanizmalarıyla bu çerçeveyi yaydılar. 

Son on senedir yürütülen süreç çoğunlukla kendisinden önce gelen 40 senelik “uyuşturucu ile savaş” döneminin argümanları ile tartışarak, bireysel özgürlük kavramını ön plana çıkararak ve uyuşturucu karşıtlığının temellerini muğlaklaştırarak ilerledi. Bu ilerleyiş sırasında solun liberalizmin etkisindeki bir bölümü özgürlük bağlamını çekici buldu ve bu sürecin destekleyicisi haline geldi.1 Kalanıysa kendi argümanlarını yeniden üreterek güçlü yanıtlar veremedi ve zaman zaman ABD emperyalizminin “uyuşturucuyla savaş” döneminin hatalı ve sola uzak argümanlarını kullanmaya çalışarak mücadeleyi kısırlaştırdı…

Meşrulaştırma çabasını incelemeden önce sınırlarını kavramamız gerekiyor. Dünyada ve Türkiye’de yaygın olarak kendini gösteren, yoksul mahallelerde artışı gözlenen uyuşturucu tüketimi fiziksel sağlığı çok hızlı tahrip ettiği ve çok kez ölüme sebep olduğu için meşruiyetinin ikna ediciliği olmadığını düşünebilirsiniz. Ancak oluşturulmaya çalışılan yeni çerçeve, belli maddelerin sağlığa zararının o kadar da fazla olmamasıyla temellendirilip, genellikle üniversite kampüsleri ve ev partileriyle uyuşturucu kullanımını devamlı olarak sevimli göstermekte. Meşrulaştırma çabası da bu yeni çizilen çerçeve içerisinde yoğun şekilde sürüyor. Bu yazı, temelde, kurulmaya çalışılan ayrımın gerçekliğini sorgulayacak ve uyuşturucu kullanımını bütünlüklü bir şekilde karşısına alacak. Bunun için önce kısaca yakın tarihsel süreci incelememiz lazım.

Nixon dönemi ve Uyuşturucuya Karşı Savaş

Siyasi skandallarıyla tarihe geçmiş, dönemin ABD Başkanı Nixon, 1971 Haziranında uyuşturucu kullanımını “bir numaralı halk düşmanı” ilan ediyor. Bu bir sürecin başlangıcını imler. İlerleyen zamanlarda “narkotik şube” olarak DEA (Drug Enforcement Administration) kuruluyor. Uyuşturucuyla savaş, kısa sürede Nixon’ın siyasi düşmanlarına karşı ve emperyalist emelleri için kullandığı bir kılıf olduğunu hissettirmeye başlıyor. Bunun üzerinde çok durmayacağım ama emperyalizmin bir aracı olması açısından DEA’in ABD’nin ülke dışı topraklarda görev yapan ilk polisiye kurumu olması anlamlı. 

Bu dönemde birçok ülke uyuşturucuyla savaş kisvesi altında emperyalist müdahalelerden payını alıyor. Türkiye’nin burada payına düşen de 70’li yılların ilk yarısında ABD’yle yaşanan haşhaş ekimi krizidir. İç siyasette nasıl bir araca çevrildiğini ise en iyi Nixon’ın danışmanlarından biri olan John Ehrlichman anlatıyor:

“… Savaş karşıtı olmayı ya da siyahi olmayı yasadışı yapamayacağımızı biliyorduk. Ama kamu nezdinde hippileri esrarla, siyahileri de eroinle özdeşleştirip iki maddeyi de ağır bir şekilde kriminalize edersek bu topluluklara müdahale edebilirdik. Liderlerini tutuklayabilir, evlerine baskınlar düzenleyebilir, toplantılarını dağıtabilir ve her gün akşam haberlerinde onları kötüleyebilirdik.” 

Bu süreci anlamak önemli çünkü ABD yıllarca batı dünyasında sözde uyuşturucu karşıtlığının amiral gemisi oldu. Yukarıda görünen zeminin uyuşturucu konusunda sağlıklı ve doğru bilgi üretmesi, uyuşturucu sorununu çözmek konusunda sonuç alıcı bir süreç yürütmesi mümkün değildir. Yine Ehrlichman’den aktarmamız gerekirse: “Uyuşturucular konusunda yalan söylediğimizi biliyor muyduk? Tabii ki de biliyorduk!”

Geldiğimiz noktada elimizdeki tablo şu: ABD emperyalizmi yıllarca uyuşturucu maddeler konusunda yalan söylüyor, ardından kendi yalanlarıyla hesaplaşarak uyuşturucu kullanımını meşrulaştırmaya çalışıyor. Bizim bu tablodan öğrenebileceğimiz bir şey yok. Bu zemini kökünden reddedip, uyuşturucu karşıtlığını sağlam bir zemin üzerinden inşa etmek durumundayız.

Nelere uyuşturucu diyeceğiz?

Uyuşturucu kullanımına kategorik olarak karşı çıkacaksak, öncelikle uyuşturucu kavramından ne anladığımıza karar vermemiz gerekiyor. Reddettiğimiz zeminde uyuşturucu tüketimi yalnızca bağımlılık ve fiziksel olarak verdiği zararlar üzerinden karşı çıkılması gereken bir olguydu. Elbette bunlar var, ama ötesi de var…

Argüman şöyle ilerler:

1- X maddesi sağlığa çok zararlıdır ve bağımlılık yapar. Bağımlılık yaptığı için kişi, sağlığına çok zararlı olmasına karşın kullanıp kullanmamaya dair rasyonel bir karar veremez.

2- Eğer x maddesi tarif edildiği kadar zararlı ve bağımlı edici değilse bile zaman içerisinde daha “ağır” maddelere geçişe sebep olur.

Bu argümanların iyi incelenmesi lazım. İkinci argümanı destekleyen veriler varmış gibi görünse de korelasyon, nedensellik anlamına gelmez. X maddesi ile ilgili yanlış bilgilendirilmiş bir kişi x maddesinin korktuğu gibi bir etkisi olmadığını gördüğünde daha “ağır” olan y maddesine de ilgi gösterebilir. Buradaki “neden” x maddesinin kendisi değil, yanlış bilgilendirme olacaktır. Örneğin alkolün kitlesel uyuşturucu tüketimine kapı aralamaması da bununla alakalıdır.2

İlk argümansa birçok madde için doğru olmakla birlikte yetersizdir. Yetersizdir çünkü gerçekten de tütün ya da alkolden daha zararlı ya da daha bağımlı edici olup olmadığı tartışmalı olan maddelerin tüketiminin meşrulaşmasına alan tanır.

O zaman bizim için temel belirleyen yalnızca sağlık üzerindeki etki olamaz. Bizim konuyu toplumsal açıdan ele almamız gerekiyor. Böyleyken de uyuşturucu tanımını kültürel ve siyasi bir tanıma yerleştirmemiz gerekiyor. Örneğin, halüsinojen bir maddenin tarih öncesi bir kabile topluluğunda şaman ayinlerinde kullanılmasıyla günümüzde rekreasyonel olarak kullanılmasının aynı şeyler olmadığını görmek zorundayız.

Alkolle uyuşturucu maddeler arasındaki temel ayrım da burada aranmalı. Alkol, ya da “içki” insanlık tarihinin büyük bir kısmı boyunca bir araya gelmenin ve sosyalleşmenin etkili bir aracı olmuştur. Toplumlar çeşitli içkileri kültürlerinin parçası haline getirmiş etrafında usül ve adetler oluşturmuşlardır. Bira masalarında ne arkadaşlıklar pekişmiş, aşklar başlamış; rakı sofralarında eskiler yad edilmiştir. “Dolu sigara” dönen masalardaysa hatırlanmaya değer anılar birikmemektedir. Bu denklemden kültür çıkarıldığında gerçekten de içkiyle mesela esrar arasındaki farklar muğlaklaşmaktadır. Ancak bu muğlaklaşma esrarın hayrına değil, içkinin aleyhine gelişir.

Uyuşturucu maddelerin sigara veya alkolle karşılaştırılarak aklanmaya çalışılması sık karşılaşılan bir durum. Bu karşılaştırma bazen de tersinden bir sorun doğuruyor: sigara ya da alkol tüketiminin her biçiminin meşru olduğu varsayımı. Oysa bağımlılığın her çeşidiyle mücadele -belli bir öncelik sırasıyla- gereklidir. Ülkemizde özellikle alkol tüketimi konusunda getirilen her türlü düzenlemeyse alkolizmin etkisini artıracağı cinsten düzenlemeler olmuştur. Bugün çok geniş kesimlerin içkiyle kurdukları ilişkide, ne yazık ki sosyal denetim mekanizmaları oldukça zayıflamıştır. Pek çok genç içki içmeyi ilk kez kendi gündelik yaşam alanlarında değil tüketimin yoğunlaştığı birkaç ilçede “vegasta olan vegasta kalır” anlayışına yakınsayan şekillerde deneyimlemektedir. 

Sıkılmaya övgü

Bütün dünyada bir eğilim olarak geleceksizleşme, geçim sıkıntısı, içinde yaşadığın toplumla bir bağ kuramama, hayatta anlam bulamama, özgürlüklerin kısıtlanması gibi olguların ağırlığı artarken, bir “bireysel özgürlük” olarak belli uyuşturucu maddelerin serbestleşmesi bir tezat değil, tersine bir bütünlük oluşturur. Kitleler artık içinde yaşadıkları düzenle hiçbir vicdani veya duygusal bağ kuramaz hale geldiler. Bununla birlikte savaş ihtimalinin yakınlığı, hayat pahalılığının vardığı nokta, iş güvencesi diye bir şeyin kalmaması, işçilerin emeklilikte bile rahat bulamaması… Bu şartlarda huzur yalnızca bugün aranan bir şey olmaktan değil, gelecekte erişilecek bir ihtimal olmaktan bile çıkmıştır. 

Durum böyleyken gerçekten de bir insanın seçenekleri sınırlıdır. Ya bu tarzda bir yaşama karşı insan kendini güçlü hissedeceği bir tür kavganın parçası olmayı seçer, ya da kendini uyuşturur. Bu açıdan Türkçe’deki “uyuşturucu” kelimesi derdimizi anlatmak açısından belki de İngilizce’deki “drug” (ilaç) ya da “substance abuse” (madde istismarı) kavramlaştırmalarından daha doğrudur denebilir. Çünkü derdimiz gerçekten de bu kendini uyuşturma haliyledir. 

Yukarıda bahsettiğimiz “alkolün aleyhine bir muğlaklaşma” da bununla alakalıdır. Bir yerden sonra gerçekten de yalnızca sarhoş olmak amacıyla bir merdiven altında arka arkaya üç yüksek alkollü bira kutusunu kafaya dikmekle “dolu sigara dönmek” arasında bir fark yoktur. Bu açıdan aslında dinci-ahlakçı aktörlerin alkol kullanımını gayrimeşru ilan etme ve toplumsal yaşamın dışına itme çabaları yukarıda da değinildiği gibi alkolü bir uyuşturucu konumuna itmektedir ve gerçek toplumsal yozlaşma o noktada başlamaktadır.

Kapitalizmin yalnızca haz ve keyif öğütleyen anlatısının aksine olumsuz duygu diye bir şey yoktur. Sıkılmak, sıkkınlık, rahatsızlık, öfke, mutsuzluk; bunlar insana yaşadığı hayatla ilgili bir şeyler söyleyen ve insanı harekete geçiren duygulardır. Bu duyguların yokluğunda insan yalnızca kendisine dış etmenlerin dayattığı işleri yapan bir varlığa dönüşür. Bugünkü tablo da buna yakındır. Genç nüfusun içinde yalnızca piyasanın gerekliliklerine göre okulunu okuyan, stajına giden, CV kabartıcı kurslara yazılan ve kalan bütün vaktini saatlerce izlenen Tik-Tok videoları, tekrar ve tekrar izlemekten Netflix dizilerinin repliklerini bile ezbere bilen ve madde kullanımıyla büsbütün uyuşan bir kesim oluşmuştur. Bu gerçekten de zamanının en becerikli köle sahiplerini bile imrendirecek bir -kendi kendine dayatılmış- kölelik halidir. Ve burada uyuşturucu madde kullanımının çok özel bir yeri vardır. Böyle bir tabloda uyuşturucu kullanımını bireysel özgürlük kategorisinde ele almak gerçekten de akılsızlıktır. Bugün kaygı üreten, yalnızlaştıran, her şeyi alınıp satılabilir hale getirdiği ölçüde anlamsızlaştıran düzen, bunlara çözüm olarak insanlara kendilerini uyuşturmayı öneriyor.

Ne âlâ!

Bitirirken…

Değinilmesi gereken son bir konu da bu tarz tartışmaların kendisinin gerçekliği çarpıtmak gibi bir işlevinin de olduğudur. ABD odaklı kurulmaya çalışılan bu yeni çerçeve yüzünden ülkedeki bir kesimin aklına uyuşturucu dendiğinde “keyifli ev partileri” gelmektedir ve bu algı ülke gerçekliğinden oldukça kopuktur. Uyuşturucu maddelerin meşruluğu ya da yasallığı gibi bir konu bugün Türkiye’de tartışılacaksa yüzler aslen yoksul mahallelerde suça itilen ve ölüme sürüklenen gençlere çevrilmelidir. Bu açıdan da kurulan çerçevenin dolaylı da olsa bu tabloyu meşrulaştıran bir yanı olduğu görülmelidir. 

Bu konunun içinden “ağır maddeler yasak kalsın gerisi serbest olsun” basitliğiyle çıkılamaz. Hem bu durum hem de yukarıda oturtmaya çalıştığımız bağlam, uyuşturucu tüketiminin tekil maddeler üzerinden ayrı kategorilerde incelenemeyecek bütünlüklü bir olgu olduğunu gözler önüne sermelidir. Zaten toplumsal olarak edindiği işlev açısından da sözüm ona hafif uyuşturucu kullanımıyla ağır uyuşturucu kullanımı arasında da bir fark yoktur. Fark ancak fiziksel etkilerinin ağırlığında gözlenebilir.

Bu düzene karşı mücadele etmek, bu düzenin insan üzerindeki çürütücü etkileriyle de mücadele etmeyi mutlaka içermelidir. Pandemi sonrası dünyada hayat pahalılığının da yarattığı şartlarda yalnızlaşma dayatılıyorsa, insanlarla derin ve anlamlı ilişkiler kurmak önemsenmesi gereken bir çabadır. Piyasada pazarlanamayacak ilgi alanlarına sahip olmak, kişiliğini kariyer üzerinden kurmamak, boş zamanlar bu kadar kısıtlıyken keza çok önemlidir. İçinde bulunduğumuz tüm ilişkilerde dönüştürücü, nitelikli bir bağ geliştirmek düzeni değiştirmek isteyenler için zorunluluktur. Bugün sağlıklı bir “birey” olabilmenin yolu bu çabadan geçiyor. Kendini uyuşturmaya başlamaksa bu çabanın terk edilmesi anlamına geliyor.

Bir birey olmayı bırakıp kendi kendini köleleştirmenin bireysel özgürlük alanına girip girmediği sorusunun cevabıysa elbette tartışmaya dahi açılmayacak netlikte verilmelidir. Bireysel özgürlüklerden bahsetmek isteyenler, eğer samimilerse, önce bireysel özgürlükleri konuşmamızı engelleyen nesnel koşulları ortadan kaldırmak için mücadele etmelidirler.

  • 1. Aynı sol öznelerin emperyalizm olgusuyla barışık halleri manidardır.
  • 2. Alkolün uyuşturucu madde kullanımına, ya da aynı örnekten devam edersek x maddesinin yanlış bilgilendirme olmadığı senaryoda bile y maddesinin kullanımına kapı araladığı senaryolar olabileceğini kabul etsek bile; burada tekil maddelerin toplumsal bağlamlarından kopuk, özleri gereği “sebep” olarak tarif edilmesi bizi kısır bir noktaya sürüklüyor. Çubuğu her zaman insanların kendilerini uyuşturma ihtiyacına sürükleyen koşullara bükmekte fayda var. İnsanları ilk etapta x maddesini ardından y maddesini kullanmaya iten ortak bir “sebep” olduğu unutulmamalı.