Adı üstünde: Orman Kanunları!

'İnsanlık sermayenin kâr hırsı peşinde korkunç bir sona doğru hızla koşuyor. Oysa her şey bambaşka olabilir. Umutsuzluğu ve çaresizliği üzerimizden atıp, kol kola girersek, bu düzen değişebilir!'

Özge Fındık

13 Şubat 2024 günü Erzincan’dan gelen maden faciası haberi ile ısrarla hatırlatmamız ve hesabını sormamız gereken bir konu var: düzenin açgözlülüğü canımızı ve geleceğimizi çalıyor! Topraklarımız siyanür ve sülfirik asitle sulanıyor. Dur demezsek, gölgesinde dinlenebileceğimiz tek bir ağaç, bir yudumuyla serinleyebileceğimiz tek bir temiz su kaynağımız kalmayıncaya dek doğal kaynaklarımız paraya tahvil edilecek. 

Emekçilerin canına mal olan, doğayı talan eden pek çok uygulamada olduğu gibi Erzincan’daki felaket de göz göre meydana geldi. Sermaye bir yerden para kazanmayı aklına koyduysa, hukuku koluna takar ve önündeki engelleri birer birer kaldırır. Erzincan’ın ve yurdun pek çok farklı bölgesinin maden patronlarının emrine sunulması da böyle oldu.  

Bir varmış bir yokmuş: Ormanım nerede?

Güncel hukuki düzenlemelerle, bir orman bölgesinin orman vasfının değişmesi için yangın ile ortadan kalkması veya tahrip olması gerekmiyor. 2018 yılında Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikle gelen ek madde 16, Cumhurbaşkanına, dilediği orman arazisinin kadastral sınırlarını değiştirme yetkisi veriyor. Bu şu demek: orman sınırları dışına çıkarılan arazinin orman vasfını yitirmiş bir yer olması gerekmez. Orman arazisi kâr getirmiyorsa vasfı kolayca değiştirilebilir ve özel sermayenin kullanımına açılabilir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 169. maddesi devleti mevcut orman arazilerini korumakla ve orman alanlarının genişletilmesi için çalışmakla yükümlü kılar. Bugün olanın tersine, kamu kaynaklarının ormanların korunması ve büyütülmesi için kullanılması gerekir. Bu düzen, insanlığın ortak yararı için ormanları korumak yerine patronların kâr hırsı için ormanların altının kazılmasının kolaylaştırıcılığını yapıyor. Bu gözü dönmüş kâr hırsı ile son 15 yılda 386 bin maden ruhsatı verildi.1 Bu maden işletmelerinin kaçı bu ruhsatı alabilecek nitelikte, kaçı gereği gibi işletiliyor, kaçının çıkaracağı maden; doğaya, yaşam alanlarına, doğal turizm bölgelerine vereceği tahribata değiyor bilmiyoruz zira kamuoyuna bu konularda tatmin edici açıklamalar yapılmadığı gibi, ruhsat iptali için açılan davalar reddediliyor, yürürlükteki hukuk bir şekilde dolanılıyor. 

Öte yandan, orman örtüsünün küresel iklim değişikliği riskine karşı koruyucu etkisi açıkça bilinmekte. Türkiye, Paris Anlaşması’na taraf olup dünya genelinde küresel sıcaklık artışını 2 santigrat derecenin altında tutmayı vaat eden ülkeler arasında yer alıyor.2 Bu anlaşmaya göre, taraf ülkeler küresel iklim değişikliğine karşı alınacak önlemleri üst düzeyde yerine getirmekle yükümlü olduklarını uluslararası düzeyde kabul etmiş oluyorlar. Yine içerisinde Türkiye’nin de yer aldığı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC)’nin yayınladığı “1,5ºC Küresel Isınma Özel Raporu”na3 göre, sera gazı emisyonları halihazırda olduğu gibi devam ederse küresel ısınma 1,5ºC sınırını geçecek ve bu sınır doğal yaşam açısından kritik bir öneme sahip. Şüphesiz, doğal kaynaklarımızı korumak için emperyalizmin uluslararası hukukuna sırtımızı yaslayacak değiliz. Bu veriler ve anlaşmalar, bu felaketlerin hesabını vermesi gereken sorumluların gerçeği bilmediğini, kandırıldığını iddia edemeyeceğini açıkça ortaya koyduğu için önem taşıyor. Dünya geri dönülemez bir eşiği geçmek üzere ve olan biten her şey yetkililerce kasıtlı olarak yapılıyor. Bu noktada 2021 Temmuz yangınları ile onlarca yıllık yangın rezervinin bir yılda yandığını hatırlamamızda fayda var. 4

Bu kayıpların beraberinde getirdiği sağlık, barınma sorunları, psikososyal zararlar gündemin hızla değişmesiyle hafızamızdaki canlılığını zamanla yitirse de gerçekte varlığını koruyor. Deprem ve heyelan riski taşıyan bölgelerde orman örtüsünün koruyucu bir rol oynadığı da çocukların dahi bildiği bir gerçek.

Erzincan İliç’in taşıdığı deprem riski düşünüldüğünde, orman arazisinin maden faaliyetlerine açılmasının hiçbir mantıklı açıklamasının olamayacağı daha da açık hale geliyor. Peki her şey bu kadar açıksa, nasıl bu izinler verilebiliyor? Bunu emeği ile geçinen, onuru ile yaşayan bizlerin anlaması mümkün değil. Piyasacılığın örgütlü kötülüğü ile bizim değerlerimiz aynı değil. Daha çok felaketin ardından üzülmek istemiyorsak, bu düzeni değiştirip sermayeyi genel geçer değer olmaktan çıkarmamız gerekiyor. 

Düzenin domino taşları üzerimize yıkılıyor: Sağlık, çevre, ekonomi krizleri

Erzincan İliç Anagold madeni, yüzde sekseni Amerikalıların, yüzde yirmisi Çalık Grubu’nun elinde bulunan ve 2010’da faaliyete geçen bir işletme ve bu madenin adını ilk kez duymuyoruz. Bu işletmeyi 24 Haziran 2022’de siyanür borusu patlaması ile de duyduk. Sızıntının Fırat’a karıştığı, bir çevre felaketine yol açtığı konuşulduysa da şirketin başına, göstermelik bir para cezasının dışında hiçbir şey gelmedi. Gerçek bir yaptırım uygulanmak şöyle dursun, şirket 209 milyon liralık vergi borcu silinerek ödüllendirildi.5 Oysa çevreye zarar vermek suçtur. Belki bu suçun önünü açan, bu suça ortak olan yetkililer, kamu görevlileri, patronlar, siyasi sorumlular unutmak istiyordur, hatırlatmalıyız: Görevi kötüye kullanmak suçtur! Kamu kaynakları üzerinden menfaat elde etmek suçtur!

Binlerce canlıya ev sahipliği yapan, gezegenin ciğerlerini besleyen ormanları sermayenin dişleri arasında öğüten ve geleceğimizi, ülkemizi, doğal kaynaklarımızı talan eden bu düzeni değiştirmek, olan bitenin birer birer hesabını sormak zorundayız. Sağlık hakkımız var ancak eşit sağlık hizmetlerine erişemiyoruz. Sağlıklı bir çevrede yaşamak anayasa ile korunan haklarımızdan biri ancak her geçen gün daha da kötü çevresel koşullara mahkum ediliyoruz. Eğitim hakkımız var ama ücretsiz, eşit, laik bir eğitime ulaşamıyoruz. İnsanca koşullarda çalışmak hakkımız ama ölümüne çalışıp, elimize geçen üç beş kuruşla hayat pahalılığına yetişmek için didinip duruyoruz.

İnsanlık sermayenin kâr hırsı peşinde korkunç bir sona doğru büyük bir hızla koşuyor. Oysa her şey bambaşka olabilir. Parlak güneşin korkmadan tadını çıkaracağımız, ağaçların gölgesinde dinleneceğimiz, insanca yaşayacağımız bir gelecek düş değil; umutsuzluğu ve çaresizliği üzerimizden atıp, kol kola girersek, bu düzen değişebilir!