Türkiye’nin sorunu: Recep Tayyip Erdoğan

İngiltere’de yayımlanan Financial Times gazetesinden David Gardner, Türkiye’deki siyasi krizi değerlendirdi. Geniş bir özetini sunduğumuz makale, Batı’nın ana akım medyasında Erdoğan’a ilişkin algının geldiği noktayı göstermesi nedeniyle dikkat çekici.

Kuşağının en içkin politikacılarından biri olan Recep Tayyip Erdoğan, dijital çağın gereklerine ayak uydurmakta zorlanıyor. YouTube’da yayımlanan, kendisiyle oğlu Bilal arasında milyonlarca avronun saklanmasıyla ilgili olduğu söylenen ses kayıtlarını, düşmanları tarafından üretilmiş bir montaj “kaset” diyerek reddetti. Ancak artık bir çukurun içinde Türkiye de öyle... Erdoğan’ın neo-İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’yle bir zamanlar müttefiki olan ABD’de yerleşik imam Fetullah Gülen hareketi arasındaki iktidar kavgası ülkeyi sarsıyor. (...)

Erdoğan çok uzun süredir iktidarda. Her defasında daha yüksek bir oy oranıyla seçimleri kazanan Erdoğan’ın Temmuz 2011’de üçüncü kez elde ettiği seçim zaferi, adeta bir çığ etkisi yarattı. Bunun sağlam nedenleri var. AKP, uzun süren bir siyasi tıkanıklık ve iktisadi kaos döneminin ardından iktidara geldi. Erdoğan’lı on yılda Türkiye yeniden bölgesel bir güç olarak ortaya çıktı. (...)

Ordudan büyük işadamlarına kadar uzanan seçkinlerin bir kenara itilme biçimleri, Türkiye’nin kurumlarındaki kırılganlığı açığa çıkartarak hukuk devleti ilkesinin sağlamlığının sorgulanmasına neden oldu. Bir dizi şatafalı komplo yargılamasında, Gülenci savcı ve hakimlerle ittifak yapan hükümet, generalleri ve Kemalist müttefiklerini ezmek için hukuku kullandı bazen de istismar etti.

Ancak ordu etkisizleştirildikten sonra Erdoğan, Gülencilerin Türkiye’nin kurumlarını ele geçirme heveslerine sınır koymaya başladı artık koçbaşı bir bumeranga dönüşmüştü. Kirli dalavereciler ustalarına yöneldiler -hem de öylesine yöneldiler ki, Erdoğan artık Kemalist ve ulusalcı muhalefet liderlerini, bazı liderlerinin son seçimlerden sonra internette yayımlanan seks kasetleriyle nasıl alaşağı edildikleri konusunda konuşmaya davet ediyor.

Erdoğan çelişkili bir biçimde, AB’ye girme saikiyle başlatılan hakiki ama tamamlanmamış bir anayasal devrime başkanlık etti. Ancak Almanya ve Fransa gibi AB üyeleri Türkiye’nin AB’ye girmesinden yüz çevirince, Avrupa reformların motoru olma vasfını yitirdi. Erdoğan internete kelepçe vurup, yargıyı sakatlayıp, ajanlarına dinleme izinleri çıkartınca Brüksel’den gelen azarın, AB’nin dışarıda tutmak istediği bir ülke üzerinde bir etkisi olmadı. “Bu bir istiklal savaşı” diye gürledi bu hafta ve “son sözü milletim söyleyecek”.

Erdoğan’ın kendisini milletle özdeş görmesi, sorunun ne olduğunu aşağı yukarı özetliyor. İktidarı üzerinde neredeyse hiçbir kurumsal ya da siyasal denetim olmayınca kendisinden başka hiçkimseyi dinlemez oldu. Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde, yazın yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve hiç kuşkusuz kendi koşullarının tayin edeceği bir zamanda yapılacak genel seçimlerde test edilecek olan sandıktaki eşi görülmemiş üstünlüğüne kişisel bir referandum olarak yaklaşıyor.

İslamcı içgüdüleri hiç olmadığı kadar kabarmış olsa da belirleyici unsur bu olmayabilir zira İslamcı olsun ya da olmasın, Osmanlı sonrası dünyada Balkanlardan Doğu Akdeniz’e kadar bütün Türk partilerinin mayasında kazanan her şeyi alır kültürü var. Örneğin AKP’nin İstanbul belediye başkanlığını kaybetmesi mümkün (...) Bu, sonun başlangıcına işaret edebilir ama başına buyruk Kemalist rakip Mustafa Sarıgül de Erdoğan’ın aynadaki bir yansımasından farksız. Fakat hiç kimse Erdoğan’ın karizmasını seçimlerde bozamasa bile işler yine de kötüye gidebilir. Erdoğan şirketlerde, okullarda, gazetelerde, mahkemelerde ve karanlık odalarda henüz keşfetmediği sahipsiz komplolara saldırmayı sürdürürse, kısa vadeli para girişlerine bağımlı Türkiye’ye olan güven çökebilir. Bu sırada İslamcı saflarda devam edecek kavga, yeterince kişinin AKP’yi tek adamın kaprislerinden kurtarmak isteyip istemediğini sınar ya da -partinin kurucularından birinin özel bir görüşmemizde benimle paylaştığı gibi- Erdoğan projesi patlar.