Kore’nin hayalet adası Jeju’da ölüler nihayet seslerini duyurabiliyor

70 yıl önce, günümüzün tatil adası Jeju’da yaklaşık 30 bin kişi antikomünist bir baskın sonucunda katledildi. Artık tüm ipuçları Amerika’ya işaret ediyor.

Andrew Salmon

soL’un notu: Kore Savaşı’nın başlangıcında önemli bir payı bulunan Jeju Adası Katliamı günümüzden 70 yıl önce, 3 Nisan 1948’de başladı. Jeju Adası’nda ABD destekli Güney Kore ordusu ve paramiliter güçleri tarafından, aralarında pek çok kadın ve çocuğun da bulunduğu yaklaşık 30 bin kişi, “komünist oldukları” gerekçesiyle katledildi. Bölgenin günümüzdeki durumunu anlamak açısından büyük önem taşımasına karşın “unutturulan” bu katliama ilişkin Andrew Salmon imzasıyla Asia Times’da yayımlanan bu makaleyi dikkatinize sunuyoruz.

Go Wan-soon askerlerin geldiği günü hiçbir zaman unutmayacak. O zamanlar yedi yaşında olan Go, sahil köyü Bukçon’daki evindeydi. Go, annesi ve üç yaşındaki erkek kardeşi, süngü zoruyla dışarı çıkarıldılar. Dışarıda evler alev alev yanıyordu. Sürüklene sürüklene, çevresi askerlerce kuşatılmış bir ilkokulun bahçesine götürüldüler.

Go, o anı, “Bahçe çok kalabalıktı, insanlarla dolup taşıyordu” diye anımsıyor. “‘Neden bu kadar çok insan var? Neler oluyor?’ diye düşünmüştüm.” Pek çok insanın el ele tutuştuğunu fark ediyor.

Go, korkuyla alçak bir duvarın arkasına oturuyor. Kardeşi ağlamaya başlayınca bir asker kardeşinin kafasına bir sopayla vuruyor. “Bir anda sesi tamamen kesildi.” Go, daha sonra otomatik silahların muazzam gürültüsünü işitti. Ve insanlar yere yıkıldılar.

Kabusun ortasında “bir karınca gibi sürüne sürüne ilerledi”. “Kanlar içinde bir bacak gördüm, annesinin memesinin üstüne yatmış, emmeye çalışan bir bebek gördüm; ama annesi çoktan ölmüştü. İnsanların kafaları kopmuş, tüm bedenler birbirine karışmıştı; toprak akan kandan kapkara olmuş, güneş ışığının vurmasıyla parıldıyordu.”

Go, dar bir sokağa sığındı. “Bütün evler yanıyor, havada küller uçuşuyordu” diyor.  Yanmakta olan evinin önüne oturmuş yaşlı bir kadının saçları tutuşmuştu. Askerler belirdi. Go, tüfeklerin şakırtısını işitti, ardından bir cip durdu. Bir ses, “Ateşi kesin!” diye emir verdi. Askerler oradan ayrıldı. Köye, yakınlarda partizanlarca pusuya düşürülüp öldürülen iki askerin intikamını almak için saldırmışlardı.

İçin için yanmaya devam eden yıkıntıların arasında, “bedenler, tarladaki turplar gibi etrafa saçılmıştı” diyor Go. Ölüler arasında, göğsü ve karnı süngülerle yarılmış haldeki teyzesi de vardı.

“Cesetlerin gözlerini kargalar yemesin” diye onları battaniyelerle örtmesi söylenmişti. Artık 77 yaşında olan Go, bir süre duraksıyor. “Hatırladıkça kahroluyorum.”

Sonraki aylarda yeni travmalar yaşandı. Amcası “kayboldu”; askerlerin vücuduna kaya bağlayıp onu denize attıklarını duymuştu. Kardeşi kafasına aldığı darbenin etkisini atlatamayıp öldü. Harabelerde yaşamaya devam eden Go ise neredeyse açlıktan ölüyordu.

Ve bir gece hayaletlerle ilgili hikayeleri duydu. “İnsanlar beyaz bir etek ve gömlek gördüklerini söylüyordu; hayaletler dolaşıyordu.” diyor. “Öylesine korkuyordum ki bazı yerlere gidemiyordum.”

Bukçon aslında daha büyük bir trajedinin küçük bir parçasıydı. Go, Kore’de bugün “Sa-Sam” (tam olarak “dördüncü ayın üçü” ya da 3 Nisan anlamına geliyor) denilen, yakın dönem Kore tarihinin en büyük – ve belki de en az bilinen – katliamının son tanıklarından biri. Jeju’da, 1948-49’da, yani Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı’ndan önce, çıkan ayaklanmayı bastırmak üzere düzenlenen kanlı harekatta 30.000 kadar insan katledildi.

AYDINLIK CENNETİN KARANLIK SIRLARI

Bu tüyler ürpertici geçmiş, her yıl Güney Kore’nin güney sahiline 80 kilometre mesafede bulunan Jeju’yu (Çeju olarak da telaffuz ediliyor) vizesiz ziyaret eden milyonlarca Çinli ya da balayı için adaya akın eden Güney Koreli çiftlerin çoğunluğunca bilinmiyor.

“Kore’nin Hawai’si” diye de adlandırılan Jeju, maden suları, kadın dalgıçları ve bir tabloyu andıran sönmüş yanardağ, Halla Dağı’yla tanınıyor. Labirentleri, dinozor temalı bir eğlence parkını, bir “Hello Kitty” müzesini, hatta bir “erotizm” müzesini tanıtan broşürlerle turistleri davet ediyor. Çok az turist Uluslararası Jeju Havaalanı pistinin bir toplu mezarın üzerine kurulduğunu biliyor.

Bugün Cumhurbaşkanı Moon Jae-in, adadaki ayaklanma, katliam ve bütün bunların on yıllardır örtbas edilmesinin 70’inci yıldönümü vesilesiyle adada düzenlenen bir törende konuştu. Binlerce kişilik bir kalabalığa, “Acısı halen devam eden bir trajediye ve gözyaşlarına neden olan bu derin kedere rağmen bahar, geç çiçeklenen ağaçlar gibi er ya da geç Jeju’ya gelecek.” dedi. “Yaşananları unutmadınız… Artık sessizlik dönemini geride bırakıyoruz.”

Törende Papa Francis’in gönderdiği bir uzlaşma mesajı da okundu.

'KIZIL AVI'

Kore 1945’te, Japon İmparatorluğu’nun yenilgisinin ardından ABD ve SSCB tarafından bölündü. Güney’de Mayıs 1948’de, yoğun muhalefete karşın, BM himayesi altında seçim yapılması planlandı; hem İşçi Partisi taraftarı solcular hem de bazı milliyetçiler, seçimlerin bölünmeyi tahkim edeceği gerekçesiyle bu karara karşı çıkıyorlardı. Jeju’da 1 Mart’ta düzenlenen bir mitingde bir çocuk, bir [atlı] polis tarafından ezildi ve altı gösterici vuruldu. [Bunun üzerine] Düzenlenen genel grev, yüzlerce kişinin tutuklanmasıyla sonuçlandı.

3 Nisan 1948’de –sonrasında yaşanan felaketin adını aldığı tarihte– 500 ila 700 arasında partizan, ada çapında polis karakollarına saldırdı. Partizanlardan bazılarının Kuzey Kore’yle bağları vardı; diğerleriyse yerellikteki kötü yönetimden mağdur olmuş insanlardı. O gün yaşananlar öylesine önemliydi ki, ABD’li askeri tarihçi Allan Millett, “The War for Korea, 1945-50” (2005, University of Kansas Press) başlıklı kitabında “dördüncü ayın üçünü” Kore Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul ediyor. [Savaşın başlangıcı için] Geleneksel olarak verilen tarihse, Kuzey Kore’nin Güney’i işgale giriştiği 25 Haziran 1950.

Seul, partizanların saldırısına yanıt olarak polis, asker ve – en kötüsü – Kuzey Kore’den kaçmak zorunda kalan fanatik Hıristiyanların oluşturduğu bir paramiliter örgüt olan “Kuzeybatı Gençlik Teşkilatı”nı harekete geçirdi. Yaşananlarla ilgili kuşkuları artıran bir diğer olgu da bazı askerlerin firar edip, tepelerdeki partizanlara katılmış olması.

Muharip güçlerle siviller arasındaki çizginin bulanıklaşmasıyla 1800 kilometrekarelik Jeju çapında bir “kızıl avı” başlatıldı. Halk, bambudan yapılma mızraklardan başka bir silahı olmayan milislerin koruduğu kıyı köylerine akın ederken, Jeju’nun engebeli iç kesimleri bir serbest atış sahasına dönüştü. Yakıp yıkma taktiklerine tabi tutulan bu ölüm tarlasında insanlar, saldırılardan kaçmak üzere volkanik mağaralar ve geçitlerde saklandı. Bu klostrofobik karanlıkta, termit el bombaları kullanan askerlerce hedef alındılar. Köyler yerle bir edildi. Partizanların kanlar içindeki bedenleri halka teşhir edildi. Yakalananlardan pek çoğu, bir daha geri dönmemek üzere anakaradaki hapishanelere gönderildi.

Yalnızca harekatın son aşamalarında af önerileri yapıldı ve yardım dağıtıldı. Seul, Nisan 1949’da zaferini ilan etti, ama bundan sonra da pek çok cinayet işlemeye devam etti. 1950’de, Kore Savaşı’nın ilk aşamalarında yüzlerce solcu, “önleyici infazlar” kapsamında vurularak öldürüldü. Jeju’daki yetkililer bugün toplamda, beşte biri kadın olmak üzere, 25-30 bin kişinin, yani ada nüfusunun yüzde 10’unun katledildiğini tahmin ediyor.

ÖRTBAS, ANMA VE UZLAŞMA

Jeju’ya yerleştirilen Kuzeybatı Gençlik Grubu üyeleri kiliseler açıp, cemaatler oluşturdular; bazıları polis teşkilatının ve siyasetin önde gelen şahsiyetleri haline geldi. Ve Seul’de askeri yönetimlerin hüküm sürdüğü dönemde “Kızıl Ada”da olup bitenler, on yıllar boyunca sumen altı edildi. Ada halkının ölülerini anmak üzere diktikleri bir anıt, 1960’larda yıkıldı. 1978’de katliamı anlatan bir roman, yayımlandıktan kısa bir süre sonra yasaklandı ve yazarı hapse atıldı.

Partizanlarla ilişkisi olan herkes dışlandı. “İş bulamadım, yaşadıklarımı anlatamadım”, diyor katliamın tanığı Go. “Herkes Bukçon halkının komünist olduğunu düşünüyordu; bütün hayallerimden vazgeçmez zorunda kaldım.”

Yakınlarını kaybeden aileler sessizdi. “Bugün bile birini ‘Sen komünistsin, Kuzey Kore taraftarısın’ diyerek suçlamak çok kolay” diyor, Jeju 3 Nisan Barış Anıtı araştırma bölümü başkanı Kim Eun-hee. “Birinin ayaklanmayla ilişkisi varsa iş bulması imkansızdı; ama poliste veya orduda olan bir yakınını kaybetmiş biriyseniz durum bambaşkaydı.”

Ancak 1987’deki demokratikleşme sürecinden sonra Jeju’da yayımlanan bir gazete, katliamla ilgili araştırma yapmaya başlayabildi. Bunu kitaplar, filmler ve televizyon dizileri izledi. En sonunda liberal Cumhurbaşkanı Roh Moo-hyun, Jeju’yu ziyaret etti ve 2003’te özür diledi.

Günümüzde, büyük ölçüde adanın yerel yönetimi tarafından finanse edilen 109 yardımlaşma derneği cinayetler konusunda araştırma yapıyor, kalıntılar üzerinde kazı çalışmaları yürütüyor ve ölenleri anıyor. Jeju 3 Nisan Barış Anıtı ise 2000’de dikildi. Anıt, üzerinde ölenlerin isimlerinin yazıldığı kubbeli bir tapınak, anakaradaki hapishanelerde kaybedilen 4.000 kişinin mezarı ve bir müzeden oluşuyor.

Bugün bile işlenen cinayetlerin boyutu çok az biliniyor; pek çok insan geçen onca yılın alışkanlığını kırmayı ve yaşananlar hakkında konuşmayı güç buluyor. Kore Tarih Öğretmenleri Derneği’nin hazırladığı “Yabancı Okurlar İçin Kore Tarihi” adlı kitap, Japon sömürgecilerinin mezalimine tam bir bölüm ayırırken, Korelilerin Korelileri katlettiği Jeju’dan tek bir satır olsun bahsetmeye gerek görmüyor.

60 bin üyeli Yakınlarını Kaybeden Aileler Derneği’nin başkanı Yang Yoon-kyung, “Adada 70 yıl önce yaşananları bilen çok fazla insan yok.” diyor. “Bu bize acı veriyor.”

Jeju çapında dünyayı bilgilendirmek konusunda neredeyse umutsuz denilebilecek bir çaba söz konusu. Geçen ay bir restoran sahibi, adayı ziyaret eden bir muhabirden yaşananların hikayesini anlatmasını isteyerek, içtiği içkilerin parasını almayı reddetmiş. “Lütfen insanlara olanları anlatın” diye rica etmiş Kim.

Buna karşın “dördüncü ayın üçü” hakkında halen çelişkili anlatımlar söz konusu.

Bazı partizanların Kuzey Kore’yle bağlantıları olduğu kesin olsa da Jeju’daki turist rehberleri onlardan Kore milliyetçileri diye bahsediyor. Katliamdan sağ kurtulan Go ise daha adil. “Gündüzleri asker ve polis bize zorbalık ediyordu.” diyor Go. “Geceyse silahlı direnişçiler gelip aynısını yapıyordu.”

Kimileri de öldürülenlerin sayısını sorguluyor. Millett kitabında, aslında o dönemde ada nüfusunun arttığını gösterdiğini söyleyerek, 1946 (233.455) ile 1949 (253.164) nüfus sayımı rakamlarını aktarıyor. Ancak Millett bile sağlanan barışın bir – Roma tarafından yok edilen ünlü kente atıfla - “Kartaca” zaferi olduğunu teslim ediyor.

Hayatta kalan partizan bulunmuyor; yalnızca bir avuç partizan Japonya’ya kaçabilmiş. Zafer kazananlar – katliamı yapanlar – hiçbir zaman suçlarını itiraf etmediler ve yaptıkları yüzünden hiçbir zaman cezalandırılmadılar. Kim, “Polis veya paramiliter güçlerden tek bir kişi bile çıkıp konuşmadı.” diyor. “Belki de utandıklarındandır.”

Buna rağmen kurbanların temsilcileriyle güvenlik güçleri arasında bazı uzlaştırıcı hamleler gerçekleşti. “Her yıl farklı bir kabristanda buluşup, saygılarımızı sunuyoruz; birlikte gidiyoruz.” diyor Yakınlarını Kaybedenler Derneği’nin Jeju kolu başkanı Han Ha-young. “Polis memurları da kurbandı.”

Daha genç olanlara göreyse bu tartışmalı. “Yüreklerinin derinlerinde halen birbirlerinden nefret ediyorlar.” diyor Kim. Bir turist rehberiyse “‘Uzlaşma’ sözcüğü bizi çok rahatsız ediyor.” diyor.

YA AMERİKA’NIN ROLÜ?

ABD askerleri katliama doğrudan katılmış olmasa da Nisan ayaklanması, Eylül 1945’ten Ağustos 1948’e kadar Kore’de ABD Askeri Yönetimi işbaşındayken başladı. ABD’li yöneticiler – Jeju valisini eleştirmiş olsalar da – Güney Kore silahlı güçlerine danışmanlık yapıyor, onları teçhiz ediyor ve ayaklanmayı bastırma operasyonlarını övüyordu; bu arada ABD gemileri de Kore karasularında devriye gezip isyancıların teknelerine müdahale ediyordu.

Jeju 3 Nisan Barış Vakfı Başkanı Yang Jo-hoon, “ABD yönetiminin yaşananlarda büyük bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum; katliam ABD askeri yönetimi altında gerçekleşti.” diyor. “Artık ABD’yi sorumluluğu üstlenmeye çağırmanın vakti geldi.”

Yakınlarını Kaybeden Aileler Derneği üyeleri ABD’li akademisyenler, araştırmacılar ve bazı senatörlerle görüşmüş, ancak onlara Jeju’yu hükümetler arası bir mesele haline getirmemeleri tavsiye edilmiş. Bu amaçla vakıf, ABD’li yöneticilere sunulmak üzere 100.000 imza topluyor.

Ancak Moon, bugünkü konuşmasında ABD’nin rolü veya sorumluluğu hakkında hiçbir şey söylemedi.

“Dördüncü ayın üçü vakasından” sağ kurtulanlar 70 yıl sonra bile psikolojik olarak yaşananların yaralarını taşıyor. Go, “Hepimiz depresyondayız, hepimiz travma yaşadık.” diyor. “Ben hala midemin boş olmasına dayanamıyorum; korkuyorum.”

Katliamdan sonra “İnsansız Köy” diye bilinen Bukçon’da, ölenlerin anısına insan bedeni boyutlarında siyah taşlardan yapılan bir eser yapılmış. Bu eser bebeğini emzirirken ölen bir anneyi temsil eden taştan oyulmuş bir heykeli de içeriyor. Ölen çocuklar anısına dikilen, yine siyah taştan yapılmış daha da yürek burkan bir anıtsa, denizden esen rüzgarın karşısındaki bir çam koruluğunun içinde bulunuyor. Ziyaretçiler, bu heykellerin kaidesine şeker ve oyuncak bırakmış.

Go, ölmeden önceki son yıllarında bu anıtlarla ve konuşma özgürlüğüyle bir nebze huzur buluyor. “Bu hayatımın en iyi dönemi; öldürülenler hakkında konuşabildiğim için mutluyum.” diyor. “Artık huzurunuzda ölmeye hazırım”.