Kolombiya’da kimler barışıyor?

Referandum uğrağının ardından barış süreci sınıfsal dengelerin daha gerçekçi bir hesabıyla yola devam ediyor. Ülkenin özellikle son 20 yılda yaşadığı dönüşümü, değişen sınıf ilişkileri ve birikim modellerini incelemek ve yeni dönemin ihtiyaçlarını tespit etmekte yarar var.

Can Önen

Kolombiya’da devrimci gerilla hareketi Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile Santos hükümeti arasında yaşanmakta olan “barış” süreci, çeşitli renkleriyle dünya sol kamuoyu tarafından büyük bir merak ve dikkatle izleniyor. Süreç, hem FARC ile benzer eğilimlere sahip örgütler, hem de sınıfsal yönelim ve programatik hedefler bakımından “geleneksel” diye kodlanabilecek sol özneler açısından oldukça öğretici.

İmzalanan anlaşma Ekim ayı başlarında referanduma götürülmüş, eski devlet başkanı Uribe’nin başını çektiği “hayır” bloğu oldukça düşük bir farkla galip ilan edilmişti. Düşük bir katılımla gerçekleşen oylama, anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte ilan edilen “barış” atmosferini kısa bir süreliğine tehlikeye soksa da; tarafların ateşkesi sürdüreceklerini deklare etmelerinin ve Havana’da görüşmelere yeniden başlamalarının ardından FARC ve hükümetin kararlılıkları ortaya konmuş oldu. Başkan Santos’un Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesi de bu havayı destekleyen bir gelişmeydi. Referandum uğrağının imzalanan anlaşmanın içeriğinde ne gibi değişikliklere yol açacağı henüz kesin olarak bilinmiyor. Bir önceki dönemi karakterize eden, “imha” döneminde daha da serpilen büyük toprak sahibi, endüstriyel tarım kapitalisti, uyuşturucu ve paramiliter çete koalisyonunun temsilcisi olarak görülen Uribe’nin galip ilan edilmesinin kesin gözüyle bakılan bir sonucu, özellikle gerillaların mevcut yargı sisteminin sopasından sıyrılmalarını ve toplumsal/siyasal yaşama eklemlenmelerinin kolaylaştırılmasını öngören anlaşma maddelerinin revize edilmesi olabilir.

Daha çok “ilkel birikim” modeliyle ilişkilendirilen bu sınıfsal bloğun referandum momentinde ağırlık koyması ve sonrasında Santos’un sürecin devamında bu kesime daha çok kulak kabartacağını müjdelemesi, meseleyi savaş ve barış ikileminden çıkararak sınıfsal bir perspektifle okumak isteyenlere davetiye çıkarmış durumda. Ülkenin özellikle son 20 yılda yaşadığı dönüşümü, değişen sınıfsal dinamikleri, emperyalizm ve uluslararası tekellerin bu dönemdeki rolünü göz önünde bulundurmak ve tüm bunların FARC’ın mücadelesiyle gerilimini incelemek, yaşanan süreci romantize edici biçimsel bir bakış açısıyla okumaya çalışmaktan çok daha yerinde olacaktır.

İKİNCİ BİR KÜBA OLAMAYAN HAREKETİN ÇELİŞKİLERİ

Yoksul köylü hareketinin Küba devriminin rüzgarının da etkisiyle yüzünü liberalizmden Marksizme döndüğü 1960’lı yılların ortasında doğan FARC, hem varlığını hem de bugün kendisini tasfiyenin eşiğine getiren karakteristik özelliklerini bir anlamda Küba devriminin özgünlüğüne borçludur. Küba devrimi bir gerilla hareketinin iktidara gelirken işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını program haline getirmiş bulunan komünist partiyle buluşmasıyla başarıya ulaşmıştı. FARC’ın bu rüzgarı arkasına alması, hareketi sola çekti, ancak kıtanın bu bölgesinde devrim rüzgarının dinmesi ve hareketin işçi sınıfı partisiyle buluşmamış olması, zamanla onu hakimiyeti altında bulundurduğu kırsal lokalliklerde üretim ilişkilerinin kapitalistleşmesini yavaşlatan bir güç haline getirdi. FARC’ı 52 yıllık savaşın ve ara ara gündeme gelen “barış” denemelerinin muhatabı haline getiren işte bu özelliğidir.

Bugün devam eden barış denemesi devam eden savaşın sona erdirilmesi için girişilen dördüncü denemedir. Bu denemeyi öncekilerden ayırt edici hale getiren bazı özellikler var. Örneğin bu denemenin gizli ve resmi görüşmeler, anlaşmanın şekillenmesi ve referandum sonrası gibi farklı evrelerinde Dünya Bankası, IMF’si, AB’si ve Obama’sı ile emperyalizmin hararetli desteği oldukça dikkat çekicidir. Ayrıca bu dönemde medya/finans/maden/enerji sermaye bloğu ve uluslararası  tekellerin temsilciliğine soyunan Santos’un bu yöndeki çabası da dikkat çekicidir. Çünkü kendisi, Uribe ile özdeşleşen “imha” politikası döneminin Savunma Bakanı’dır. Diğer ayırt edici özellik ise, FARC’ın bir anlamda mücadelesinin merkezinde yer alan kapsamlı bir toprak reformu talebinin bu kez pazarlık dışı bırakılması olmuştur. Bunun yerine kırsal alandaki mevcut mülkiyet ilişkilerinde radikal bir değişim içermeyen bir tür kırsal kalkınma programı anlaşmada yer aldı. Böylece masanın diğer ucuna FARC’ı da yerleştirdikten sonra, tüm bu tarafları buluşturan “barış” denemesini önceleyen yaklaşık 20 yıllık toplumsal değişime kısaca değinebiliriz.

ENDÜSTRİSİZLEŞME, KENTLEŞME VE İLKEL BİRİKİM

90’lı yıllarda başlayan neoliberal dönemde, 80’li yıllara damgasını vuran kahve ihracına dayalı sanayi, yerini giderek fosil yakıt ve madeni ürün ihracına bıraktı. Petrol üretimi öylesine önem kazandı ki, 2013 yılına gelindiğinde kömürle birlikte toplam ihracatın 2/3’ünü ve yaratılan toplam değerin %21’ini oluşturuyordu. 1999 yılına gelindiğinde günlük üretim 800 bin varili buldu, ancak sonraki beş yılda bu rakam 550 bine dek geriledi. Bu gerilemede gerillalarla devam eden savaş nedeniyle yeni petrol sahalarında araştırma ve sondaj faaliyetlerinin güvenli bir şekilde yürütülememesi başat nedendi.

Hükümet, buna benzer dönemleri petrol üretimini özelleştirerek ve özellikle yabancı yatırımcılara büyük tavizler ve kolaylıklar sağlayarak geçiştirse de, genel olarak enerji ve maden sektörlerinde sermaye birikiminin geleceği gerilla hakimiyetindeki kırsal bölgelerde “güvenliğin” sağlanmasıyla koşut hale geldi.

Bu açıdan düşünüldüğünde çıldırmış Uribe ve savunma bakanı Santos’un bu yıllarda ABD “akıllı bomba”larını kullanarak FARC’ın imhasına yönelmeleri biraz daha anlam kazanmaktadır.

Neo-liberalizmin yarattığı dönüşüme kirli savaş durumu da eklendiğinde tarımın küçülmesi, kırdan kente göç gibi durumlar nicel ve insani açıdan çok daha dramatik hale gelirken, köylülerin ve FARC’ın boşalttığı yaklaşık 8 milyon hektarlık alan da, yerli büyük toprak sahipleri, yabancı tarım-sanayicileri ve paramiliter/uyuşturucu çeteleri tarafından adeta yağmalandı ve ülkenin bu dönemine ilkel birikim damga vurdu. Tarımın toplam gelir içindeki payı, 90 yılların başlarında %21.8’den 2015’te %6.2’ye kadar geriledi.

Bu dönemde gerilla hareketinin verdiği kayıplar muazzam ölçekteydi. Silahlı militan sayısı 20 binlerden 7 bine gerilerken kontrol altında tutulan milyonlarca hektarlık toprak yitirilmiş oldu. FARC’tan yağmalanan topraklarla birlikte nüfusun %0.4’lük azınlığının mülkiyeti olan toprak, tüm tarım alanlarının %62’sini buluyordu. 2000’li yıllara gelindiğinde uyuşturucu çetesi ve paramiliter grupların kontrolü altında bulunan toprağın da 5 milyon hektarı bulduğu ve yakın geçmişte güya tasfiye edilen bu grupların önemli bir kısmının tarım kapitalistleri haline geldiğini not etmekte yarar var. Tarımın FARC’a rağmen hızla kapitalistleştiği ve toprak mülkiyetinin görülmedik ölçüde yoğunlaştığı bu dönemde ülkenin gıda ithal eder hale gelmesi de son derece ironiktir.

RESTORASYON VE EMPERYALİZME DAHA DERİNDEN BAĞLANMA

Sonuç olarak bugün yaşanan süreci, kirli savaşla karakterize olan bir önceki dönemde yağmalanan bölgelerde yaşanan ilkel birikimi sonlandırma ve bu alanların daha gelişkin ve uluslararası sisteme entegre bir sermaye talanına açma ihtiyacıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Ayrıca süreç, bu birikim modeliyle ilişkili büyük tarım kapitalistlerini tasfiyeyi de ön görmüyor. Aksine örneğin dünya pazarında önemli yere sahip ihraç ürünlerinden hurma yağı veya şeker kamışı gibi ürünlerin pazara daha az maliyetle taşınabileceği mega otoban gibi projeler de gündemde.

“Barışın” gelmesiyle birlikte hükümet enerji tekellerine arama, sondaj ve üretim faaliyetlerini gerilla korkusu olmadan huzur ve güven içinde yapabilecekleri istikrarlı bir yatırım ortamı vaat ediyor.

FARC, “sürece zeval gelmemesi” adına kapsamlı bir tarım reformu talebinden vazgeçmiş durumda. Benzer denemelerden de bilindiği üzere köylülerin topraklandırılması kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin sürdüğü özellikle neo-liberal modelin devam ettiği koşullarda uzun vadede köylülerin bu küçük üretim aracından da mahrum kalması ve işçileşmeleriyle sonlanıyor. Üretim için girdi maliyetlerinin arttığı ve tarım tekellerine bağımlı hale gelinen bu koşullarda borç döngüsüne giren köylülerin toprakları ya büyük toprak sahiplerine ya da kredi aldıkları finans tekellerine geçiyor.

Hükümetle FARC’ın anlaşmasında yer alan kırsal kalkınma programı ise, küçük köylülerin korunacağı ve destekleneceği özel alanlar, kırsal alanda altyapı yatırımları, yol inşaatları ve küçük çiftçilere kredi kolaylığı gibi adımlar öngörüyor. Böylece “barış” sürecinin köylülere gecikmiş bir tasfiye dışında bir seçenek sunmaktan öteye gitmediğini söylemek abartılı olmaz. Farklı eğilimleri ile birlikte bir tür ortak miras üzerinden eşitsiz bir bütün oluşturan uluslararası komünist hareketin içinde yer alan FARC’ın ise sosyal demokratlaşması beklenebilir.


* Boyun Eğme dergisinin 51. sayısında yayımlanmıştır.