'Vize kalkacak' aldatmacası: ‘Türkiye AB’nin göçmen kampı olacak’

AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması hakkında, CHP Kırklareli Milletvekili ve İçişleri Komisyonu üyesi Mehmet S. Kesimoğlu’yla konuştuk. Anlaşma sonucu yüzbinlerce göçmenin Türkiye’ye gönderileceğini belirten Kesimoğlu, AB’nin Türkiye’ye sömürge muamelesi yapmış olduğunu söylüyor.

Serdar Şahinkaya

AKP hükümeti, içinde “Vize Politikası Alanında İşbirliği Hakkında Ortak Beyan”ın da bulunduğu “İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma”yı, kısa adıyla “Geri Kabul Anlaşması”nı 8 Ocak’ta TBMM’ye sundu. Anlaşma 30 Ocak’ta İçişleri Komisyonu’nda görüşüldü. 5 Şubat’ta Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilip ardından TBMM Genel Kurulu’na indirilecek.

17 Aralık’ta patlayan yolsuzlukları yeni propaganda malzemeleriyle onarmaya çalışan iktidar, Türkiye’nin uzun süredir alamadığı ve uzun bir süre de alamayacağı AB üyeleri içinde “vizesiz serbest dolaşım” hakkını bu Anlaşma ile başlatacağını ileri sürüyor ve seçim meydanlarında kullanmaya hazırlanıyor.

Anlaşma’nın gerçek yüzünü, CHP Kırklareli Milletvekili ve İçişleri Komisyonu üyesi Mehmet S. Kesimoğlu ile görüştük.

Kamuoyuna açıklandığı kadarıyla Türkiye’nin bu anlaşmayla AB’de “serbest dolaşım hakkı” kazanacağı öne sürülüyor ve anlaşmanın daha çok bu yönü öne çıkarılıyor. Bu doğru mu?
Tabii ki değil. Türkiye bu anlaşma karşılığında AB’den ne almıştır hiçbir şey... Nasıl 10 yıl önce de, 2004’te, hem de gündüz vakti fırlatılan havai fişeklerle “AB üyeliğini” kutlamıştı AKP, aynı şey. Yine hayal satıyor AKP... O zaman AB’den alınan “açık uçlu müzakere” vaadiydi. Hâlâ ucu açık, bir türlü kapanamadı. Bu da onun gibi bir şey demek isterdim ama ondan da kötü.

Niçin?
Çünkü Türkiye bu anlaşmayla hiçbir şey alamayacak. Bu Anlaşma’nın nimeti yok, ama Türkiye’ye külfeti çok. Türkiye’nin bu Anlaşma ile üstleneceği külfet şu: Türkiye üzerinden kaçak olarak Avrupa’ya giden ve Türkiye üzerinden geçmese bile AB ülkelerinin “Türkiye’den geldi” dediği tüm kaçak göçmenleri geri alma yükümlülüğü. Üstlenilen külfet bu.

Anlaşmanın bir Türkiye yurttaşları açısından sonucu var, bir de AB’ye giden kaçak göçmenler açısından...
AB ülkelerindeki Türk yurttaşları açısından konu ayrı bir dram.

Anlaşma’nın Türkiye’den giden Türk yurttaşları için getirdiği üç farklı yükümlülükten söz edebiliriz. Bir: AB ülkelerindeki kaçak Türk yurttaşlarını geri alma. İki: Kaçak olmasa ve AB’de ikamet hakkı kazanmış olsa bile, bu hakka sahip olmadan onlarla evlenen Türk yurttaşlarını ve onlardan doğan çocukları geri alma. Üç: Kaçak olmasa ve AB’de ikamet hakkı kazanmış olsa bile, bunların evlendikleri üçüncü ülke yurttaşlarını geri alma.

Türkçesi şu: AB ülkelerinde ikamet iznine sahip Türkler’in bu hakka sahip olmadan evlendikleri eşleri ve çocukları Türkiye’ye geri gönderilecek. Eşi ve çocuğu Türkiye’ye iade edilen kişi de o ülkede kalamayacağı için o da geri dönecek.

Bu durumda ya hepsi gidip o ülkedeki Büyükelçiliğimiz önünde ya da ilgili AB ülkesinin Dışişleri Bakanlığı önünde eylem yapacaklardır. Bu iyi olasılıktır.
Daha kötüsü şu. Kendimizi bu tür gazete haberleri okumaya şimdiden alıştıralım: “Eşi ve çocukları Türkiye’ye gönderilecek ..... eşi ve çocuklarını vurduktan sonra intihar etti!”

Bu anlaşmanın en olası sonuçlarından biri budur ve bunun sorumlusu bu anlaşmayı imzalayanlar ve TBMM’de kabul edenlerdir.

Kaçak göçmenler açısından...
Anlaşmanın Türkiye’ye getirdiği esas külfet bu... Bu anlaşma kapsamında bir AB ülkesi Türkiye üzerinden geçmese bile o göçmen için “Türkiye’den geldi” diyebiliyor ve Türkiye’ye gönderebiliyor. Eğer Türkiye üzerinden AB’ye gitmediyse, yani yanlışlıkla gönderildiyse, bunu ortaya çıkarmak ve süresi içinde itiraz etmek Türkiye’nin yükümlülüğü. Süre üç ay. Üç ay içinde yanlışlıkla gönderildiğini belirleyip itiraz etmezse, AB’ye Türkiye üzerinden gitmemiş bile olsa, Türkiye’de kalacak... Bu anlaşma Türkiye’ye, dünyanın her yerinden Avrupa’ya kaçak giden göçmenlerin neredeyse tamamını geri kabul yükümlülüğü getiriyor.

YENİ GÖÇMEN KAMPLARI
Bunu, Türkiye’nin Suriyeli göçmenlerden dışında yeni göçmen kampları olacak biçiminde anlayabilir miyiz?
Aynen öyle.

AKP’nin neredeyse Suriye’ye savaş açmaya varan yanlış dış politikası sonucu Suriye’den göç başladığında, önce en fazla 100 bin kişinin göçmen olarak kabul edilebileceği açıklanmıştı ancak göçmen sayısı 600 bini aştı...
Değil mi? Bu anlaşma yürürlüğe girdiğinde Türkiye’nin dünyanın kaç ülkesinden kaç milyon göçmeni alacağı belli değildir. Türkiye, Avrupa’ya kaçak göç edenlerin göçmen kampı olacaktır.

Türkiye’nin bu Anlaşma’dan sonra yaşayacaklarını anlamak için sizin işaret ettiğiniz Suriyeli göçmenlerin ve onlar için kurulan adı “geçici” olan kampların Türkiye’de yarattığı sosyolojik sonuçlara bakmak yeterli:

Yasadışı ikinci evlilik piyasası ve/veya yurttaşlık hakkı kazanmak için evlilikler... Çocuk/genç gelin alıp kısa bir beraberlikten sonra geri gönderme... Tecavüzler... İlk üç maddenin isteyerek veya istemeyerek yaratacağı hamilelikler... Sağlıklı ya da sağlıksız ortamda çocuk düşürmeler, yasadışı kürtaj piyasası ve bu sırada yaşamını yitirecek ya da sakat kalacak anne ve çocuklar. Bu hamilelikler sonucu bir bölümü doğacak babasız, vatansız, kimliksiz ve sağlık güvencesiz çocuklar... Kadına ve çocuğa şiddet. Kaçınılmaz olarak doğan ve büyütülen fuhuş piyasası... Bunun getireceği ve yaygınlaştıracağı zührevi hastalıklar... Sağlıksız ortamların yaygınlaştıracağı salgın hastalıklar... Dramlar, toplu ölümler, tarihe mal olacak trajediler.

Bunlar, bu Anlaşma sonucu Türkiye’de ortaya çıkacak kara tablonun yalnızca satırbaşları... Milliyet’te Mehveş Hanım yazı dizisi yaptı “Suriyeli Misafirler”i... Suriyeli göçmenler arasından Türkiye’nin her yerine “gelin” gönderiliyor “aracı” şu şu şu illere “gelin gönderdim” diye övünüyor ve “ne yapayım arıyorlar” diye kendini savunuyor. Genç Suriyeli kızlar “ağır ağabeyler”in “sohbetsiz masaları”nda konuk oluyorlar vs...

Bunların birkaç katına hazır mı olalım?
Başka sonuçları da var. Türkiye’de uzun süredir görülmeyen ve kontrol altına alındığı düşünülen “çocuk felci” Suriyeli göçmenlerin artmasından sonra yayıldı. Anımsayacaksınız Sağlık Bakanlığı bunun için özel bir aşı kampanyası başlatmak zorunda kaldı. Öte yandan yıllardır görülmeyen “şark çıbanı” Türkiye’de yeniden ortaya çıktı.

Suriye örneğinde yaşanan bu olayların çok daha fazlası AB’ye kaçak giden göçmenlerin Türkiye’ye “transit geçiş” için geri gönderilmesinden sonra kurulacak göçmen kamplarında yaşanacak.

GÖÇ MAFYASI
Kaçak göçün yarattığı bir da mafya var.
Önce kaçak göçe dair istatistikleri söyleyeyim mi? 1995-2012 arasında yakalanan yasadışı göçmen sayısı 900 binden fazla Türkiye’de... 2010’da yakalanan yasadışı göçmen sayısı, 32 bin 667. 2011’de 44 bin 415. 2012’de 42 bin 690. Yüz binlerce Suriyelinin gelmesiyle bu rakamın 2013’te ciddi şekilde artmış olduğu da açık.

Böylesine talebin olduğu bir yasadışı göç, “mafya”sız olmaz. Bu mafyanın Türkiye’de kaçakçılık ve usulsüz göçmen ticaretinden elde ettiği gelir, yılda 750 milyon dolar, 1,5 milyar TL’den fazla... Kaç ayakkabı kutusu eder bilmiyorum... Yani, bu anlaşmadan sonra Ege’de, Akdeniz’de daha çok tekne batacak, daha çok insan ölecek.

AB’ye göçü engellemek Türkiye’nin sorumluluğu mudur?
Güzel soru... Kuşkusuz göç AB’nin sorunudur ve sorunu AB kendisi çözmelidir. Ama, kendi yarattığı ve çözemediği sorunu Türkiye’ye yüklemekte, karşılığında da “serbest dolaşım hakkı”nı verecekmiş gibi yapmaktadır.

Anlaşma AB’ye hangi yükümlülükleri getiriyor?
Bu anlaşmayla AB beş yıl önce AB ülkelerine göç etmiş her kaçak göçmeni Türkiye’ye iade etme hakkı kazanıyor. Üstelik bu beş yıllık süre ilgili kişinin AB ülkesine girme ya da yakalanma tarihinden değil, o ülkenin kişinin kaçak bir göçmen olduğunu öğrenme, Anlaşma’daki tabiriyle “bilgi edinme” tarihinden başlıyor. Örneğin kişi, 10 yıl önce AB ülkelerinden birine kaçak girmiş bile olsa, söz konusu ülke “bu kişinin kaçak olduğunu yeni öğrendim” deyip Türkiye’ye gönderebiliyor.

'BİZE SÖMÜRGE MUAMELESİ YAPILIYOR'
Buna karşılık Türkiye’nin de geri gönderme hakkı olduğunu savunuyor bazıları...
Biliyoruz ki kaçak göç, AB’den Türkiye’ye değil dünyadan AB’ye... İkisini aynı şey sayıyor ve aynı biçimde düzenliyor anlaşma... Geri Kabul Anlaşması kapsamında AB’nin Türkiye’ye göndereceği kişi sayısı onlarla yüzlerle ifade edilebilecekken, göç dünyadan AB’ye olduğu için AB’nin Türkiye’ye göndereceği kaçak göçmen sayısı onbinleri, yüzbinleri buluyor. Bazıları da bunu “eşitlik” olarak göstermeye çalışıyor...

Daha kötüsü şu: AB üyesi ülkenin “yazılı ifadesi” yeterli sayılıyor. Her AB üyesi, ülkesine gelen her göçmeni “Türkiye’den geldi” diye Türkiye’ye gönderebiliyor çünkü yazılı beyan yeterli.

Bu kadar mı, hayır... “Hatalı Geri Kabul” başlıklı l3. maddeye göre topraklarından AB ülkelerine göç ettiği iddia edilen göçmeni alan Türkiye, kendisine yanlış birinin gönderildiğini üç ay içinde ortaya koyamazsa, bu kaçak göçmenlerin hepsini kabul etmek zorunda. Bu kapsama girenlerin sayısı on binler, yüz binler. AB Türkiye’ye yollayacak, Türkiye kendi üzerinden gitmediğini kanıtlayacak...

Bu savınızı desteklemek için biraz da resmi verileri aktarsak...
AB’nin bir Sınır Güvenliği Ajansı var: Frontex... Onun verilerine göre 2012’de AB sınırlarında ele geçirilen 141 bin kaçak göçmenin 55 bini Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçmiş. 2010 Mayısından 2012 yılı Haziranına kadar sadece 4 bin 373 kişi ülkelerine gönderilmiş. Şimdi hepsi gönderilebilecek...

Frontex’e göre AB’ye kaçak göçte Türkiye üzerinden gelenlerin payı yüzde elli. 2012’de AB üyesi ülkelere iltica başvurusu 302 bin dolayında. Eğer AB Frontex’in görüşünden hareket edecekse bunun yarısı olan 150 bin kişiyi Türkiye’nin geri almasını isteyecek demektir. Ayrıca bugüne kadar AB’ye kaçak göç sayısının yüzde 50’sinin Türkiye üzerinden olduğu “görüş”ünü taşıyan AB’nin bu görüşü değiştirip oranı yüzde 60-70-80 vb’ye çıkarmayacağının da hiçbir garantisi yoktur.

Buna karşılık AB ülkelerine iltica başvurusunda bulunan Türk vatandaşlarının sayısı azalıyor. 2012’de 6 bin 500 civarında. Bu 6 bin 500 ile Yunanistan’da yakalanan kaçak göçmen sayısı olan 55 bini, tüm AB ülkelerinde yakalanan 141 bini ya da AB’ye yapılan iltica başvurularının sayısı olan 302 bini nasıl karşılaştırabiliriz?

Bir de transit geçiş var. Yani Türkiye üzerinden AB’ye gittiği varsayılan kaçak göçmenler, yine Türkiye üzerinden transit geçişle ülkesine iade edilecek.
Anlaşma’nın 14. maddesi transit ilkelerini yani Türkiye’den transit geçtiği iddia edilenlerin yine Türkiye üzerinden transit geçerek ülkelerine iadesini düzenliyor. Adı “transit” ama gelenler kalıcı... Düzenlemenin anlamı şu: Transit geçiş için Türkiye’ye yolla. Kendi devleti kabul edene kadar Türkiye’de kalsın. Ülkesi kabul etmezse o süreyi Türkiye’de geçirsin. Sonra AB’ye yollarsın...

Bu düzenleme göçmenlerin geçici üssü Türkiye olacak demektir. AB yakaladığı göçmenleri, Türkiye’deki göçmen kamplarında ağırlayacak demektir.

Peki, Geri Kabul Anlaşması’nı genel olarak nasıl yorumlarsınız?
Bu düzenleme Türkiye’ye bir AB üyesi ya da AB aday üyesi muamelesi yapmıyor, Türkiye’ye resmen bir müstemleke, bir sömürge muamelesi yapıyor. Bu anlaşmayla AB, Türkiye’ye “bana yapılan bu göç senin sorumluluğun, bedelini de sen öde” diyor. Bu devletler arası ilişkiler açısından tek sözcükle ayıptır bunu kabul eden devlet açısından ise, utanç vericidir. AB’ye göç, AB’nin sorumluluğudur. Önlenmesi de AB’nin görevidir.

Geri Kabul Anlaması’nın olası sonuçlarını nasıl yorumlarsınız?
Bu Anlaşma ile Türkiye, belirsiz bir tarihte, belirsiz bir vize kolaylığı vaadiyle AB’nin göç sorununu üstüne almayı yüklenmektedir. Bunun maddi yükü bir yana, toplumsal yükü çok yüksektir. Dünyanın her yanından gelen göçü Türkiye’ye yöneltecektir. Çünkü, artık AB’ye göç edenler, en azından Türkiye’de kendi ülkelerinden daha iyi koşullarda göçmen olarak yaşama hakkına sahip olacaklarını düşüneceklerdir. Üstelik, bir de AB’ye kaçak olarak girme umutlarını koruyacaklar ve deneyeceklerdir. Çünkü, bileceklerdir ki, yakalandıkları takdirde bile, Türkiye’ye iade edileceklerdir ve Türkiye’de -kendi ülkelerine göre- “paşalar gibi” yaşama hakları vardır. Bu anlaşmanın üçüncü dünyaya yansıması böyle olacaktır.

Galiba Dimyat’a pirince giderken..
Evet, evdeki bulgurdan da olacağız.

Birincisi bu anlaşma, Türkiye’ye bir AB aday üyesi muamelesi değil, bir komşu ülke muamelesi bile değil, aynen Osmanlı’nın son dönemindeki muameleyi yapmaktadır. Bu Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı’ya yaptığı müstemleke muamelesidir, dominyon muamelesidir.

İkincisi, bu anlaşma ile AB, tarihin daha önceki dönemlerinde de görülen, tarihin büyük göçlerinden birinin, kapitalizmin büyük krizinin Afrika ve Asya’da yarattığı büyük göç dalgasının ve AB destekli ABD’nin Afganistan’da, Irak’ta yaptığı işgallerinin yarattığı göçü, Türkiye’ye yöneltmeye ve orada tutmaya çalışmaktadır.

Bu anlaşma ile AB, o ülkelere ve o insanlara bir mesaj vermektedir: “Artık bana gelemezsiniz, gelirseniz sizi ya kendi ülkenize, beceremezsem Türkiye’ye gönderirim.”

Peki, bu mesaj o göçmenler için de aynı anlama mı gelecek?
Hayır tam tersine... Göçmenler için şu anlama gelecek: “AB’ye gidemesem bile Türkiye’ye giderim ve Türkiye’de kendi ülkemden daha iyi koşullarda yaşarım. Hem bir fırsatını bulursam AB’ye de kaçarım.”

Anlaşma, dünyanın değişik yerlerinde sömürülen ve başka bir yerde daha iyi yaşama umudu besleyerek ülkesini terk edip göçmen durumuna düşen insanları, Türkiye’ye yöneltecektir.

AKP, Türkiye’yi “dünya devleti yaptık” diyen övünüyordu.
İronik olan o ya da o yaman çelişki işte burada... Bu anlaşmayla Türkiye, evet, gerçekten bir “dünya devleti” olacak çünkü dünyanın yetmiş iki milleti Türkiye’ye göç edip Türkiye’de göçmen olarak yaşayacak!

Son sözünüz...
Tarihe kaydetmek için söylüyorum: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünyadan Avrupa’ya göç artmıştı ve o göçmenlerin hepsi hastalıklarıyla Avrupa’ya gidiyordu. Avrupa da, Türkiye’yi bir karantina üssü olarak kullanmak istiyordu. Bu anlaşma 100 yıl sonra Türkiye’yi Avrupa’nın karantina merkezi haline getirecek.