Postal yerine portakal

1991'den sonra askeri darbe olmadı. Şimdi sivil darbeler moda.

soL (HABER MERKEZİ) Türkiye darbeyi tartışıyor. Darbe karşıtları sokakta. Platformlar kuruluyor, panolara afişler asılıyor, imza kampanyaları düzenleniyor. Değişik görüşlerden insanlar yan yana geliyor, örgütler bir çatıda birleşiyor. "Bir daha asla" diyorlar, "bu kez izin vermeyeceğiz" diye haykırıyorlar.

Darbe girişimi beklenen kurum TSK. 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 12 Eylül'de doğrudan yönetime el koyan askerlerin daha sonra da dolaylı yöntemlerle siyasal alana müdahale ettiği görüldü. Ancak bunların hiçbirine TSK'nın parçası olduğu NATO itiraz etmedi, son ikisinin planlamasında ise ABD ve onun borusunun öttüğü NATO'nun birinci dereceden rolü olduğu biliniyor. Bu darbelerle sermaye sınıfının çıkarları korundu, emekçi kitleler sindirildi, devrimcilere dönük sınırsız şiddet kullanıldı.

Askeri darbe mevsimi şimdilik kapandı
Başka birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye'de de askeri darbeler ABD'nin onayı hatta isteği ile gerçekleşiyor. Ancak son yıllarda ABD Avrupa ve Latin Amerika'da askeri darbelere pek itibar etmiyor. Başta İtalya ve Almanya'da somutlanan birinci dalga faşist yönetimlerin dışında, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'da İspanya (1936-1978), Portekiz (1926-1974), Yunanistan (1967-1974) Türkiye (1971... 1980...) Amerikan yanlısı açık faşist diktatörlük veya askeri rejim ve darbelere tanıklık etti.

Latin Amerika'da ise Brezilya (1969), Şili (1973-1990) askeri darbelerinin yanı sıra Küba, Arjantin, Nikaragua, Bolivya, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti, Honduras, Guatemala, Haiti, Panama, Paraguay, Peru, Surinam, Uruguay, Venezuela değişik dönemlerde burjuva demokrasisinin tamamen askıya alındığı askeri ya da sivil diktatörlüklerle yönetildi. Oldukça karmaşık bir siyasal yapısı olan ve ABD ile Fransa'nın sürekli olarak iç işlerine müdahale ettiği Haiti sayılmazsa Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Avrupa ve Latin Amerika'da ABD yanlısı bir askeri darbe yaşanmamış durumda. Avrupa'da askeri darbe kategorisine sokulabilecek tek müdahale, 1993 yılında Devlet Başkanı Yeltsin'in ABD yanlısı generalleri kullanarak Rusya Parlamentosu'na tanklarla saldırıp milletvekillerini tutuklamasıydı. Ancak bu olay daha çok 2000'li yıllarda gerçekleşen turunculu, laleli, güllü darbelerin habercisi, öncüsü gibiydi. Batılı ülkelerde "demokrasinin zaferi" olarak lanse edilmişti. Bugün "darbe istemiyoruz" diyenlerin tamamı, eğer o sıralar akılları siyasete çalışıyorsa, Yeltsin'in zorbalığına alkış tutmuştu.

Bu örneği saymazsak, ABD askeri darbelere ara vermiş gözüküyor.

Sivil darbe verelim
Ancak bu durum ABD ya da genel olarak emperyalizmin Avrupa ve Latin Amerika'daki etkinliğinin azaldığı anlamına gelmiyor. Venezuela, Bolivya gibi ülkelerde yaşananlar çok önemli olmakla birlikte, kıtada ABD'nin etkisi sürüyor. Parlamenter birçok rejim ABD'nin izinde gidiyor, liberal ekonomilerin gereklerini yerine getiriyor.

Avrupa'da ise durum daha farklı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Avrupa'da küçümsenmeyecek sayıda darbe gerçekleşti. Bunlar alıştığımız askeri darbelerden değildi ve ABD'nin bölgesel planlarına tam denk düşmeyen iktidarların "sivil zorbalık"la alaşağı edilmesi ve NATO'cu, AB'ci yönetimlerin iş başına gelmesinin sağlanmasını hedefliyordu.

2000'de Sırbistan'da "Buldozer Devrimi", 2003'te Gürcistan'da "Gül Devrimi", 2004'te Ukrayna'da "Portakal Devrimi", 2005'te Kırgızistan'da "Lale Devrimi" mevcut iktidarların düşürülmesi ile sonuçlandı. Hepsinde ABD'nin, Avrupa Birliği'nin ve Soros'un parmağı ve parası vardı. Otpor (Sırbistan), Kmara (Gürcistan), Pora (Ukrayna), KelKel (Kırgızistan) adlarına "kasıtlı" bir biçimde "devrim" denen bu Amerikancı liberal darbelere öncülük eden örgütler. Sivil gençlik örgütleri olarak kuruluyorlar. Bu örgütler birbirlerine yardımcı oluyor, hatta zaman zaman deplasmana çıkıyorlar. Öyle ki şu anda bu örgütlerin militanları Rusya ve Belarusya'da "yıkıcı" faaliyetlerini sürdürmenin yollarını arıyorlar. Birçok ülke ise bu tür örgütlenmeleri ve onların destekçilerini kapı dışarı etti.

Gençlik örgütleri olarak yola çıkan ve bir anda para ve medya desteğine boğulan bu grupların arkasında Açık Toplum Enstitüsü, Özgürlük Evi, Uluslararası Cumhuriyet Enstitüsü, USAID, Ulusal Demokratik Enstitü ve Avrupa Birliği'ne bağlı çeşitli kuruluşların bulunduğu kanıtlanmış durumda.

Uyguladıkları taktik her yerde birbirine benziyor. Seçimlerden sonra "hile karıştı" diye ABD ve AB'den protesto geliyor, bunun üzerine sokak gösterileri başlıyor, batılı ülkeler yönetime siyasi ve ekonomik baskı yapıyorlar ve iktidar el değiştiriyor. Sırbistan'da AB yanlıları iktidara geldikten sonra Belgrad'da değişik ülkelerden "darbe"cileri eğiten Şiddet Kullanmayan Direniş Merkezi oluşturuldu.

Böylece sayıları on binlerle ifade edilen kalabalıklarla bir ülkenin yönetimini devirebilecek batı yanlısı hareketler ortaya çıkıyordu.

Devirdikleri, sosyalist iktidarlar değil. ABD'nin stratejik hesaplarına uymayan, bu nedenle bir an önce kurtulunması gereken yönetimler. Özetle kapitalist bir ekonomi ABD'nin ve AB'nin hışmını çekmemek için yeterli değil.

Bugün Türkiye'de "darbe istemiyoruz" diyenler arasında Avrupa Birliği ve ABD desteği aldıkları gün gibi açık kesimlerin varlığı, Soros'un ülkemizde küçümsenmeyecek bir etkisinin olması, birbiri ardına "sivil" inisiyatiflerin kurulmaya başlanması doğal olarak akıllara yukarıda andığımız örnekleri getiriyor.

Darbe karşıtlığı diye diye acaba Türkiye'de yeni bir darbe mi hazırlanıyor?