Kafasına beton çivisi çakılarak ya da domuz bağıyla öldürülüp mezar evlere gömülen 188 kişinin katili Hizbullahçılar 10 yılı aşan tutukluluk nedeniyle serbest bırakıldı.
Hizbullah'ın üst kademelerinde yer alan, isminin saklı tutulmasını isteyen bir kişinin Ekim 1993'te Cumhurbaşkanlığı'na uyaran bir mektup yazdığı ortaya çıktı. Basına yansıyan mektupta örgütün askere ve polise darbe indirmek istediği, gençlerin intihar saldırıları için eğitildiği ve tedbir alınmazsa büyük felaketlerin yaşanacağının yazdığı söyleniyor.
Mektubun 21 Ekim 1993’te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Necdet Sekinöz imzasıyla dönemin Başbakanı Tansu Çiller'e gönderildiği ve mektubu inceleyen dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar'ın "Hizbullah devlet aleyhine eylemlerden kaçınmaktır. Örgüt üyelerini yakalamak fayda sağlamaz" dediği belirtiliyor.
“İhmal ederseniz felaketleri seyredeceğiz”
Mektup, “Günden güne gelişmekte olan bu örgüt, pek yakında PKK’dan daha beter terör havası estirecektir. Çünkü devlete karşı hesapsız kini vardır... Halk bunların devlet tarafından kullandığını söylüyor... Haliyle yaptıkları zulümleri de devlete mal oluyor. Ben vazifemi yaptığım ve gerekenleri ilettiğimi ve iletmeye devam edeceğimi bildirirken kendimi yaptıklarıma karşılık vicdanen rahat hissediyorum. Takdir sizlere kalıyor. İhmal edilmesi halinde felaketleri hep beraber seyredeceğiz” sözleri ile noktalanıyor.
Ağar mektubu “yeterli” bulmamış
Yapılan değerlendirme sonrasında dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar imzasıyla ilgili birimlere şu açıklama gönderildi: “...İhbar mektubunun yeni bilgiler verme yerine, geçmişte illegal örgüte yönelik olarak yapılan çeşitli operasyonlarda yakalanan kişiler hakkındaki bilgileri ihtiva ettiği, içeriğinde somut yeterli bilgilerin bulunmadığı görülmüştür.” “...Anayasal sistemimizi yıkarak yerine şeri kuralları esas alan bir rejim kurma amacını güden yasadışı Hizbullah örgütü stratejisi gereği güvenlik kuvvetleri ve devlet aleyhine herhangi eylemden kaçınmaktadır. Ancak yeterli taban ve güce sahip olduklarında nihai hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla devlete yönelik faaliyetlere girebilecekleri değerlendirilmektedir.
"Bahse konu ihbar mektubunu esas alarak örgüt mensubu oldukları bilinen şahıslara yönelik yakalama amaçlı bir operasyonun bu aşamada beklenen faydayı sağlamayacağı gibi yakalanacak kişiler delillendirilemeyeceğinden, cezalandırılmalarının da mümkün olamayacağı, bu nedenle hedef şahıslara yönelik istihbari mahiyetteki çalışmalara devam edilerek elde edilecek bilgiler ışığında hareket edilmesi daha uygun olacaktır.”
Ağar: İhmal söz konusu olamaz
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, konuya ilgili değerlendirmesinde “İhmal falan söz konusu olamaz. O dönem en olumlu sonuçların, en netice alıcı sonuçların ortaya konduğu bir dönemdir. Hiçbir eleştiri olamaz. İhbar mektubunu hatırlayamadım. Hizbullah gibi örgütler istihbari olarak takip edilir, yeri ve zamanı geldiğinde operasyon yapılır. Ayrıca örgütler kolay olsa zaten örgüt diye bir şey kalmaz” dedi.
İhmal değil bilinçli tercih!
Ölüm saçan bir örgüt ile ilgili ihbarı “somut ve yeterli” bulmayıp, “devlet aleyhine herhangi bir eylemden kaçınmakta” oldukları gerekçesiyle dikkate almayan Eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın adı birçok faili meçhul cinayetin emrini vermek ve işkence iddialarıyla anılıyor.
Mehmet Ağar'ın, 1992'de Erzurum Valisi, Temmuz 1993'te Emniyet Genel Müdürü, Aralık 1995'te Doğru Yol Partisi'nden milletvekili olan Ağar , Mart-Haziran 1996 tarihleri arasında Adalet Bakanlığı, Haziran-Kasım 1996 tarihleri arasında da İçişleri Bakanlığı yaptı. Türkiye siyasi tarihinin en karanlık yılları olan bu yıllarda önemli pozisyonlarda yer alan, adı Susurluk kazası ile birlikte bir kez daha anılan Ağar’ın “derin devlet” denince akla gelen ilk isimlerden olduğu aşikar. Ağar'ın, Gazi olayları sırasında da Emniyet Genel Müdürü olduğu biliniyor
Bilindiği gibi eski kontrgerilla mensupları, dönemin Emniyet Müdürü Ağar'dan emir aldıklarını ya da bazı suçları beraber işlediklerini anılarında anlatıyor.
Devletin suç işlemesini olağanlaştıran, “vatan için kurşun atmayı da yemeyi de” şerefli sayan mafya karakterli emniyet mensupları arasında önde gelen isimlerden Ağar’ın 1997 yılında İstanbul DGM Başsavcılığı'nın fezlekesi ile başlayan yargılama süreci, itirazlar, görevsizlikler, temyizler, "yasama dokunulmazlığı" gibi kimi hukuksal engellerden dolayı bir türlü tamamlanamamıştı.
Ağar’ın, emniyetteki kadrolaşmada da büyük payı olduğu, Polis teşkilatının en karanlık isimlerini bir araya getirdiği biliniyor.
Örneğin, 1993 yılında Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde vekaleten Özel Harekat Daire Başkanlığı'na İbrahim Şahin’i getirmiş, Şahin’i daha önce “şube müdürlüğü" olarak faaliyet gösterirken “daire başkanlığı”na dönüşen birimin ilk başkanı yapmıştı. 1996 yılına kadar Özel Harekat timleri yetiştiren ve bunlarla birlikte operasyonlara katılan eski MİT’çi Korkut Eken de Ağar’ın davetiyle görevine başlamıştı. Her ikisi de Susurluk davasına adı karışan, yapılan “operasyonlarla” onlarca kişinin ölüm emrini veren isimler olmuştu.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptığı dönemde 'ölüm timi' kurdurduğu, birçok gözaltında ölüm ve ev baskınından sorumlu olduğu, neredeyse her kirli taşın altından onun adının çıktığı bilinirken, kendisi ise her devlet cinayetine “münferit” demişti.
Ağar, adının karıştığı yüzlerce kanlı “operasyonun” üzerine bir de "Ben devletten çalmadım, kredi almadım, teşvik almadım, banka soymadım, Hazine arazisini yağma etmedim. Ben, devlet nizamına isyan eden bir eşkıya grubuna karşı mücadele ettim. Güvenlik güçlerinin sorumlu bir amiri olarak, hukuk düzeni içinde, kanuni yetkilerimi kullanarak bunların bertaraf edilmesinde görev aldım. Bununla da iftihar ediyorum. Geçen süreç, benim bu konudaki haklılığımı ortaya koymuştur" diye konuşmuştu.
"Çok basit bir Susurluk olayı büyütülmüştür" diye ifade veren Ağar, “Türkiye burası, 50 bin tane örtülü, açık gizli iş olur" sözüyle hatırlanıyor.
(soL - Haber Merkezi)