Hatay gündemi Başbakan'ın keyfini kaçırdı

AKP hükümetinin dış politikada yaşadığı tıkanıklıklara, ülke içinde karşılaşmaya başladığı huzursuzluk ve tepkiler de eklenince, bir yandan hükümetin içinden öte yandan da yandaş basından tehditler gelmeye başladı. Başbakan ise, keyfini bozacak tek bir kelime dahi duymak istemiyor.

Suriyeli muhaliflerin Hatay’daki varlığı, haftanın en önemli tartışma başlıklarından birini oluşturdu. CHP milletvekillerinin Antakya’daki Apaydın kampına girmelerine izin verilmemesi üzerine tartışmayı büyüten CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakana bir mektup yazarak Suriye politikası hakkında önerilerde bulundu. Kılıçdaroğlu'nun yaptığı önerilerin başında ise Suriye’de hükümet ile muhalifler arasında diyalog sağlanması için çaba gösterilmesi ve uluslararası bir toplantının organize edilmesi geliyordu.

CHP’nin bu önerilere olumlu olmasa da, en azından “medeni” bir yanıt alma beklentisi ise boşa gitti. Başbakan Erdoğan, yanıt olarak yazdığı mektupta CHP’yi yerden yere vurdu. Kuşkusuz, Erdoğan bu üslubuyla, muhalefet etmeyi beceremeyen CHP’yi azarlayarak rakibi karşısında birkaç puan almış olmayı hesap etmiştir. Ancak başbakanın öfkesinde ve tepkisinde son günlerde hükümet açısından iyice baş ağrıtmaya başlayan Suriye gündeminin ve Hatay’daki muhaliflerin de payını da görmek gerekiyor. Yani CHP, biraz da Apaydın kampı üzerinden muhalifler konusunu büyüttüğü için azarlandı.

Yandaş basından cansiperane savunma
Konunun medya gündeminde ağırlık kazanmasıyla birlikte, çok kısa sürede Antakya’da olanlar hakkında birçok haber yapıldı. Haberler Suriyeli muhaliflerin Hatay’da rahatsızlık yarattıkları ve halkın bu konuda tepki göstermeye başladığı yönündeydi. Her şeyden önce, kamplarda kalanların önemli bir bölümünün sivil ve “masum” sığınmacılar değil, silahlı militanlar olması Hatay halkını tedirgin ediyordu. Üstelik muhalif denen islamcı grupların alevi düşmanlığı yaptıklarına, bölgede yaşayan halk birebir tanıklık ediyordu. Başbakanın ve hükümet yetkililerinin açık desteğini de arkasına alan bu muhaliflerin, Hatay’da olaylar çıkartmaya başlamalarıyla birlikte, medya da bölgeyi görmezden gelemez hale geldi.

Fakat aynı anda, yandaş medyanın cansiperane bir biçimde muhalifleri savunmaya başladığı görüldü. Star, Zaman, Bugün, Sabah gibi hükümet yanlısı gazeteler, Antakya’daki Apaydın kampına milletvekillerinin sokulmamasını “güvenlik” gerekçesiyle açıklamak için sayfalarca mazeret ürettiler. Ardından kamplarda kalan Suriyeli muhaliflerin silahsız, rejim tarafından baskıya uğrayan, sivil ve masum kişiler olduklarını yazdılar. Bu arada herkesin kolaylıkla ulaşabileceği ve muhaliflerin ağır silahlarla görüldüğü, Türkiye’den Suriye topraklarına girip savaştıkları ve AKP’nin reddettiği silah ve lojistik desteğini Türkiye’den aldıklarını kendi ağızlarıyla itiraf ettikleri videolar ise görmezden geliniyordu.

Kısacası muhalifler “silahları Türkiye'de temin ediyor, sınırdan Türkiye’nin yardımıyla geçiyoruz sabah Türkiye’deki kamplarda kalıp dinlenerek akşam Suriye’ye savaşmaya gidiyoruz” diyorlardı, ama hükümet ve yandaş basın bütün bunları reddediyordu.

Bu iddiaları reddetmenin de ötesine geçen yandaş basın, önce yaşananlara dair eleştirilerini dile getirenlere “Esadçı”, “Baasçı”, “mezhepçi” gibi suçlamalar yöneltip, sonra da açık açık tehdit etmeye başladı. Antakya’da düzenlenen ve halkın yoğun ilgisine sahne olan barış etkinliğine düşmanca ifadelerle saldıran yandaş basın, Hataylı nusayri-alevi yurttaşları suçlayarak hedef gösterdi. Tek bir tane bile “vatandaş” görüşüne yer verilmeden sipariş üzerine haberler yaparak, “Hatay’da her şey güllük gülistanlık, ama bazı fitneciler sorun varmış gibi göstermeye çalışıyor” mesajı veren yandaş gazeteler, halkın planlayıcı ve katılımcısı olduğu etkinlikte dile getirilen eleştirileri itibarsızlaştırmaya çalıştı.

Gazetecilerden gazetecilere tehdit
Bu saldırının tetikçiliği rolüne soyunan gazeteciler de oldu. “Bizim Çalık’ın” Sabah gazetesinin ekonomi müdürü Oğuz Karamuk, Hürriyet, Milliyet ve Vatan gazetelerinin genel yayın yönetmenlerini açıkça hedef göstererek, bu gazeteleri Hatay hakkında yalan haberler yapmakla suçladı. Oysa söz konusu gazeteler Hatay konusunda gözlerini olabilecek en uzun süre boyunca kapalı tutmaya çalışmış, son günlerde gündeme oturan tepkileri ise mümkün olduğunca hafif bir biçimde aktarmıştı. Buna rağmen, Karamuk, “halkı birbirine karşı kışkırtmak için yaptıkları, belgesiz, asılsız Hatay haberleri gibi bu konuda da yalan söylüyorlar. Yalanları yüzlerine çarpıldığında ölü balık gibi oluveriyorlar” diye yazdı.

Enis Berberoğlu, Tayfun Devecioğlu ve İsmail Yuvacan’ın fotoğraflarının da basıldığı haberde, Karamuk şu ifadeleri kullandı:

"Eşek sıpası, vatan hainleri", ırkçılık yapıyorlar, yalan haber yazıyorlar, Sünni'yi, Alevi'yi, Türk'ü, Kürt'ü birbirine düşürmeye çalışıyorlar vb. gibi ifadeler yer almış salı günkü yazımda. Candaş medya olarak tarif ettiğim Hürriyet, Milliyet ve Vatan gazetelerinin birinci sayfalarını yazan gazeteciler hakkında.

Kuşkusuz o ağır sözlerim bu gazetelerin yayın yönetmenlerini, yani Hürriyet'ten Enis Berberoğlu, Milliyet'ten Tayfun Devecioğlu ve Vatan'dan İsmail Yuvacan'ı yakından ilgilendiriyor.

Doğrudan muhattap onlar. Kendilerine açık çek de verdim, 'Gazetenizden, gazeteci gibi istediğiniz cevabı yazın söylediklerime' diye. 'Çıt' yok...

Bugün resimlerini de mandalla astım sayfaya... Daha ne yapayım? Cevapları varsa yine bekliyorum... Ama İsmail'e yazdırmasınlar mesela.. Zaten tanırım akşama kadar bir spot yazamaz, adını bile yazamaz o Tayfun ağabeyine, Zafer ağabeyine sormadan... Boş yere harcamayın oğlanı.. Hürriyet ve Milliyet'in varsa cevapları, Tayfun Devecioğlu ve Enis Berberoğlu'ndan gelsin... Çünkü muhatap onlar. Hee kaçmak için emirlerindeki birilerine yazı yazarlarsa ben yine onlara cevap vereceğim... Öte yandan cevap verirken patronajı karıştırma ahmaklığına girerlerse yazıyı koymadan Aydın Bey'e sorsunlar. O beni gayet iyi tanıyor.

Karamuk’un bir yandan hakaretlerle, bir yandan da patron tehdidiyle süslenen bu yazısı tek örnek değil. Bir diğer örneğini ise, soğuk savaş jargonuna pek aşina olduğunu anladığımız Mümtazer Türköne sunuyor. Türköne, Zaman gazetesindeki köşesinde Kılıçdaroğlu’nun mektubunun işe yaramaz olduğunu, mektuptaki önerilerin Esad’ı meşrulaştırmak amacıyla yapıldığını ve CHP’nin Suriye ve İran ile aynı kefeye konması gerektiğini belirtiyor.

Türköne daha da ileri giderek, CHP’nin ve Suriye konusundaki politikalara eleştirisi olan herkesin Suriye gizli servisi El Muhaberat tarafından yönlendirildiğini, aynı söylemleri dillendirdiğini ve bu nedenle de mezhepçi bir tutum aldıklarını söylüyor. Türkiye sağının soğuk savaş zamanında NATO kurslarında ezberlediği replikleri tekrar ederek, AKP’nin arkasında saf tutmayanları başka devletleri ajanı olmakla suçlayan Türköne, Suriye’de yaşananların bir mezhep çatışması olarak gösterilmesini de bu ajanlığın kanıtı sayıyor.

Suriye iç savaşını bir Alevî-Sünnî çatışması olarak takdim edenler de El Muhaberat'tan gelen talimatları harfiyen uygulayanlar olmalı. Suriye'de bir insanlık dramı yaşanıyor. Kanlı bir azınlık diktası her türlü aracı kullanarak ve kan dökerek ömrünü uzatmaya çalışıyor. Dikta hanedanının Nusayri olması, Yezid rolünü Esed'in oynamasına engel değil.

Oysa yaşananların içinde ciddi mezhep düşmanlığı olduğunu söyleyenler, “Alevileri kıtır kıtır keseceğiz” diye açıklamalar yapan muhaliflerin kendisi. Dolayısıyla, Türköne’nin mantığıyla, ajanlık yakıştırmasını hak edenler de aynı kişiler.

Başbakan ve uysal gazetecileri
Hatay ve Suriye konusundaki gelişmelerden en fazla rahatsız olan kişi muhtemelen Başbakan Erdoğan’dır. Muhalefete ve eleştiriye doğası gereği düşmanca bakan Erdoğan, bir de Suriye gündeminde sıkıştıkça daha da sertleşmekte. Bu nedenle olsa gerek, bugün yayınlanacak ve Başbakanın gazetecilerin sorularını yanıtlayacağı özel programa davet edilen gazeteciler hassasiyetle seçilmiş.

Programın duyurularında, Başbakana soru sorma ayrıcalığına kavuşan gazeteciler şunlar: Erhan Başyurt (Bugün gazetesi genel yayın yönetmeni), Ekrem Dumanlı (Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni), Mustafa Karaalioğlu (Star gazetesi genel yayın yönetmeni), Erdal Şafak (Sabah gazetesi genel yayın yönetmeni) ve Nuh Albayrak (Türkiye gazetesi genel yayın yönetmeni).

Görüldüğü gibi, AKP karşıtı ya da muhalifi olmak bir yana, merkezde durmaya çalışan gazetelerden dahi kimse Başbakana soru sorma izni alamıyor. Başbakan, hayli sıkıntılı ve ağırlaşan bir iç ve dış gündemle karşı karşıya olduğu bu anda, kendisini asgari düzeyde olsun zorlayacak bir görüşmede bulunmak istemiyor. Bu yüzden, programa davet edilen gazeteciler “çanak” sorular soracağına kesin gözüyle bakılan, hükümete saygıda ve sadakatte kusur etmemiş gazetelerden seçiliyor.

Bu saldırganlığın ve öfkenin altında yatan bir diğer husus ise, AKP’nin ve Erdoğan’ın Suriye konusunda Türkiye kamuoyunu bir türlü arkasına alamamış olması. Her türlü manipülasyona, çarpıtmaya, yalana ve medya sansürüne rağmen, Türkiye toplumu Esad rejimine yönelik düşmanlığın meşru bir gerekçesi olabileceğine inandırılamamış durumda. Özellikle de Hatay’da yaşayan ve Suriye ile tarihsel olarak yakınlığı bulunan yurttaşların, AKP’nin Suriye yalanlarına kanması mümkün değil.

Fakat AKP düşmanlığı körükledikçe ve Suriye’ye kurulan komployu büyüttükçe, başta Hatay halkı olmak üzere, duyarlı kesimlerin tepkisini çekmeye devam ediyor. Görünen o ki, Hatay ve Antakya’da halk, Erdoğan’ın yalanlarına inanmamış ve AKP şimdiden Hatay’ı kaybetmiş durumda. Eğer sorun sadece Hatay’ın kaybedilmesi olsaydı, belki bu kadar telaşa gerek olmazdı. Ancak AKP ve Erdoğan, Hatay örneğinde, saplandığı bataklıktan çıkamazsa başka neleri kaybedebileceğini görüyor. Karşı karşıya olduğumuz ağır saldırının gerekçelerinden biri de,Bbaşbakana soğuk terler döktüren bu ihtimal gibi görünüyor.

(soL - Haber Merkezi)