12 Eylül iddianamesi baştan aşağı antikomünizm kokuyor

12 Eylül iddianamesi, içerdiği açık antikomünizm ve depolitizasyon övgüsü ile bırakın 12 Eylül'le hesaplaşılmasını, 12 Eylül'ün aklanması anlamına geliyor. İddianame metni, 2. Cumhuriyet'in resmi tarih yazımının da vasat bir örneğini teşkil ediyor.

3 Ocak Salı günü Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Hüseyin Görüşen, 12 Eylül darbesine ilişkin soruşturmanın tamamlandığını ve iddianamede şüpheli olarak sadece dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya'nın bulunduğunu açıklamıştı. Savcı Görüşen ayrıca, iki emekli generalin eski Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı ve 80'inci maddeleri gereğince yargılanacaklarını belirtmişti. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, dün iddianamenin kabul edildiğini açıkladı. 80 sayfalık iddianame de internette paylaşıldı. 4 Ocak'ta soL'da 12 Eylül unutturuluyor başlığı ile yayınladığımız haberi doğrular biçimde, iddianame açıkça darbenin gerçek anlamını unutturmaya ve darbeden kazançlı çıkan kesimleri aklamaya çalışıyor. Dahası, 80 sayfalık iddianamenin Kenan Evren'i oldukça mutlu edecek biçimde klasik sağcı - sol düşmanı bir bakış açısının ürünü olduğu görülüyor.

İnsanlık suçu söz konusu değil
Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin imzalı 12 Eylül iddianamesinde şüpheli olarak yer alan iki isim, halka karşı işledikleri suçlardan, örneğin işkenceden, idam kararlarından, hukuksuz gözaltılardan dolayı değil "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel Olmaya Cebren Teşebbüs Etmek" suçlaması ile yargılanacaklar.

İddianamede sonuç ve istem kısmında "Şüpheliler Ahmet Kenan Evren ile Ali Tahsin Şahinkaya’nın CMK’nın 250-252 maddeleri uyarınca yargılamalarının yapılarak 765 Türk Ceza Kanununun 146, 80, 31 ve 33. maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalıdır" ifadesine yer veriliyor.

Şüpheliler hakkında tutuklu yargılama değil adli kontrol talep edildiği iddianamede belirtiliyor. Bu talebe gerekçe olarak şüphelilerin yaş ve sağlık sorunları gösteriliyor.

Evren ve Şahinkaya'nın yeni Türk Ceza Kanunu'nun insanlığa karşı işlenen suçları düzenleyen 76, 77 ve 78. maddeleri uyarınca yargılanmaları gerektiği iddianameye dönük en temel eleştirilerden biri.

Bütün suç hayatlarının sonuna gelmiş iki emekli generalin üzerine yıkılıyor
İddianamenin 12 Eylül'ün gerçek anlamını unutturmaya dönük olarak hazırlandığının en açık göstergelerinden biri, şüpheli olarak iddianamede sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın yer alması. Dönemin diğer Milli Güvenlik Kurulu üyeleri Osman Sedat Celasun, Nurettin Ersin ve Mehmet Nejat Tümer hayatlarını kaybettikleri için iddianamede yer almıyorlar. Ancak darbe yönetiminin sadece 5 generalden ibaret olmadığı açık. Darbe yönetiminin parçası olarak devlet kurumlarında yöneticilik yapanların, vali, kaymakam ve emniyet müdürlerinin, darbenin bakanlar kurulu üyelerinin ismi iddianamede geçmiyor. Dahası, darbenin ekonomi bakanı Turgut Özal, Evren karşısında mağdur ve demokrasi kahramanı olarak gösteriliyor.

Savcının demokrasi tanımı antikomünizmden ibaret
İddianamenin başlangıç bölümünde demokrasi tanımı yapılıyor. Genel geçer ifadelerin ardından, 12 Eylül darbesinin ruhuna uygun biçimde, antikomünist histeri ile yazılmış cümleler sıralanıyor.

Önce 'tarafsız' görünmeye çalışan bir şekilde burjuva demokrasisi güzellemesi yapılıyor:

"... Demokrasinin gelişim sürecinde birbiriyle bağdaşmayan, birbirine zıt iki ayrı demokrasi anlayışı ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilkine klasik demokrasi veya çoğulcu demokrasi ya da batı demokrasisi, ikincisine ise Marksist ya da sosyalist demokrasi denilmektedir. Çoğulcu demokrasi ideal özgürlüğe yine özgürlük yolu ile ulaşmayı amaçlayan bir rejimdir. Bu rejimde özgürlük hem amaç hem de araçtır. Marksist demokrasi rejiminde ise özgürlük, bir araç değil sadece varılması gereken bir amaçtır. Bu amaca özgürlük kanalı ile değil ancak proletarya (I) diktatörlüğü(II) ile ulaşılabilir."

Bu cümlelerin ardından ise Kenan Evren dahil sağcıların klasik antikomünist şablonu sıralanıyor:

"Demokratik bir devlet anlayışında olması gereken “Devlet toplum içindir.” özdeyişi tersine çevrilerek “Toplum devlet içindir” anlayışı hakim kılınmıştır. Adeta bireylerin özgürlükleri, en temel ve vazgeçilmez hakları sanal ve dokunulmaz bir devlet anlayışına feda edilmiştir. Oysa toplumunun ve bunu oluşturan bireylerin mutluğunu sağlayamayan devlet ne kadar güçlü olursa olsun, güvenliği ne kadar yüksek olursa olsun yıkılmaya, değişmeye mahkum devletlerdir. Bunun en güzel örneği Başta Rusya olmak üzere “Demirperde” ülkeleri dediğimiz ülkelerdir. Amerika ile birlikte dünyanın iki süper gücünden biri olan S.S.C.B halkına yaptığı baskı ve mezalim karşısında daha fazla dayanamamış, dağılarak, bir çok yeni devlet kurulmuştur. Şu anda Rusya olarak dünyanın ve ortak aklın kabul ettiği liberal ekonomi ve özgürlükler anlayışını kabul ederek yeniden süper güç olma yolunda ilerlemektedir."

İddianame: Hukuki değil siyasi ve ideoloji yüklü bir metin
Demokrasi başlığı altında ifade edilen açık antikomünizm, ortada açık siyasi bir metin olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlıyor. Bu durum, şüpheli olarak sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın isimlerine yer verilmesinin, 12 Eylül'e giden süreçte düzenlenen katliamların bütün suçunun Türk sağının sırtından alınarak bu iki kişiye yüklenmesinin de siyasi bir tercih olduğunu gösteriyor.

Demokrasi tanımını böylesi ideoloji yüklü olarak yapan bir savcının, 12 Eylül darbesini üç-beş generalin iktidar ihtiraslarının sonucu gerçekleştiğini düşündüğünü sanmak en hafif ifade ile saflık olacaktır. Belli ki, ortada bilinçli bir karartma bulunuyor.

İddianamede örgütsüzlük güzellemesi
İddianamede 12 Eylül'e giden sürecin tarif edilme şekli, 12 Eylülcülerin 'sağ-sol kavgası vardı' tarifi ile paralel. İddianamede yer alan cümleler, 12 Eylül'ün örgütlülük düşmanlığı ile de oldukça tutarlı. İddianameye göre, ortada haklı ve haksız, ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen yok, örgütlenerek ülkeyi kaosa sürükleyen bir halk ve bu kaostan yararlanan iktidar manyağı birkaç asker var:

"1970’li yıllar, toplumda güçlü ideolojik akımların yaygın olarak boy gösterdiği bir süreçti. Bireylerde kendilerini bir yere bağlı hissetme duygusu olan aidiyet düşüncesi ön plandaydı. Toplumda yasal olarak örgütlenen sivil toplum kuruluşları, ekonomik ve sosyal amaçlardan çok siyasi ve ideolojik amaçlarını ön plana çıkarmışlardı. Özellikle bireylere eşit hizmet sunması gereken devlet memurları arasındaki siyasal ve ideolojik örgütlenmeler toplumun kamplara bölünmesine yol açtı. Bu anlamda, çalışan sayısı bakımından büyük kitleler oluşturan öğretmenler ve polisler arasındaki örgütlenmeler toplumda büyük huzursuzluk oluşturuyordu. Sağcı polisler POL-BİR, solcu polisler POL-DER adı altında, sağcı öğretmenler ÜLKÜ-BİR, solcu öğretmenler TÖB-DER çatısı altında örgütlenmişti.Diğer meslek gruplarında da benzeri karşıt görüşlü örgütlenmeler oluşturulmuştu."

MİT, CIA, patronlar, ülkücüler, islamcılar aklanıyor...
İddianamede "Aşağıda ülkenin 12 Eylüle götürüldüğü süreçte yaşanan ve toplumu en çok etkileyen ve askeri darbede gerekçe olarak kullanılan terör olayları bu yönleriyle değerlendirilecektir" cümlesinin ardından 1 Mayıs 1977 Katliamı ile başlayıp, Beyazıt, Maraş ve Çorum Katliamları ile devam eden olaylar sağdan ve soldan tanıklıklara referansla anlatılıyor. Sözü edilen katliamlarda rolü ve-veya desteği olan NATO, CIA, MİT, ülkücüsünden islamcısına Türkeş'inden Erbakan'ına bir bütün olarak Türk Sağı ve TÜSİAD bu iddianamede ya mağdur ya da izleyici. Dönemin kontrgerilla yuvası olan MHP iddianamede 'askerler tarafından kullanılan' masum bir parti olarak resmediliyor. Tüm suçun 5 askere ait olduğu iddia ediliyor.

Örneğin 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda sola ve emekçi halka karşı işlenen katliamın tüm sorumlusu sadece askerler olarak tarif edilirken iddianamenin ilgili bölümünde şu ifadelere yer veriliyor:

"... olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya sürüklemek, nihai hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde yönetimi ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir provokasyon olduğu ve etkili güçlerin polisin de görev yapmasını engellediği kanaatine varılmaktadır."

Her katliamla ilgili bölümün sonunda savcı tarafından yazılan sonuç kısmında yukarıdaki satırların neredeyse aynısı olan cümleler sıralanıyor.

Katliamcı Ökkeş Şendiller tanık!
İddianamenin pes dedirten noktalarından biri de Maraş Katliamı'nın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger'in (Şendiller) tanık olarak ifadelerine yer verilmesi. Şendiller de kendisini masum gösterip suçu bir takım gizli odakların üzerine atıyor:

"Anonsta 3 tane sağ görüşlü vatandaşın şehit edildiğini, bunların cenazesini almak üzere hastaneye gidileceğine dair, altında 8-10 tane gönüllü kuruluşun, baro dahil, işte belediye dahil, sağ görüşlü partiler dahil, hepsinin isminin olduğu bir anons, ama o anonsu kimin yaptırdığı, anonsu kimin götürdüğü ortaya çıkmadı, o da enteresan bir olay bize göre..."

Çorum Katliamı sanıklarından Adnan Baran'ın Taraf Gazetesi'nin 2 Ocak 2012 tarihli sayısında yayınlanan röportajından bölümler de iddianamenin tanıklıklar bölümünde yer alıyor.

Savcının Fatsa tarifi Evren'den farksız!
İddianamede 'Fatsa Operasyonu' başlığı altında yer alan bölümde yer verilen dönemin Fatsasına dair cümleler, bu iddianamenin ruhunun 12 Eylül ruhu ile tam olarak örtüştüğünü, iddianamenin bayağı bir antikomünizm ürünü olduğunu bir kez daha kanıtlıyor:

"Fatsa ilçesi, sokaklarında rahatça dolaşılamayan, resmi dairelerinde Türk bayrağı asılmayan, camilerinde namaz kılınamayan, okullarında mini mini öğrencilerine dahi sol yumruklar havada enternasyonal marşı söyletilen, devlet gücüne karşı, barikatlarla çevrilmiş, hiçbir adli ve devlet organı faaliyet gösteremeyen, bütün meselelerini 11 Halk-direniş komiteleri tarafından çözülmeye çalışılan, milliyetçi vatandaşların mallarının istimlak edilerek göçe zorlandığı, gitmeyenlerin acımasızca öldürüldüğü bir yer haline geldi."

Darbecilerin TRT'si AKP'yi hatırlatıyor
İddianamede darbecilerin TRT'ye verdiği emirler de demokrasi karşıtlığına örnek olarak gösteriliyor. Ancak bugün TRT'de yapılanlar düşünüldüğünde, 12 Eylül ile AKP'nin zihniyet olarak birbirine çok benzediğini bir kez daha görmüş oluyoruz:

"4 Eylül 1980 günü TRT'ye gönderilen yapılacak yayınlarla ilgili emirlerden bazıları şunlardı (4, s.165):

- Milli Güvenlik Konseyi ve sıkıyönetime karşı haberler verilmeyecektir.
- Aksi belirtilmedikçe MGK bildirileri günde üç defa, sıkıyönetim bildirileri de iki defa yayınlanacaktır.
- 12 Eylül müdahalesiyle ilgili halkla röportajlar yapılacak, daha ziyade orta yaşlılarla konuşulacaktır. Röportaj yayına girmeden önce de tasvip alınacaktır."

İşkence mağdurlarında ilk sıra 'Muhsin Başkan'a!
"Askeri Darbe Yönetimince Gözaltında ve Cezaevlerinde İşkencelere Dair İşkence Mağdurlarının Beyanları" başlıklı bölümde ilk sırada yer verilen isim, ölümünün ardından 'demokrasi kahramanı' ilan edilen, 12 Eylül öncesinin Ülkü Ocakları Başkanı ve Abdullah Çatlı ile Haluk Kırcı gibi katillerin yakın arkadaşı Muhsin Yazıcıoğlu. Yani iddianamede sayfalarca anlatılan katliamların önde gelen faillerinden biri olan Yazıcıoğlu'nun bir '12 Eylül mağduru' olduğuna inanmamız isteniyor.

İddianame Kenan Evren'i yargılarken 12 Eylül'ü aklıyor
12 Eylül öncesinde yaşanan siyasi gerginliklerin toplumun politikleşmesi ve belirli ideolojilerin peşinden gitmesinin sonucu olarak tarif edilmesi, başta kamu emekçileri olmak üzere toplumun örgütlü oluşunun halkı birbirine düşürdüğünün iddia edilmesi, yazılan 80 sayfada açıkça antikomünizm sergilenmesi, düzenin ekonomik ve siyasi tüm aktörlerinin masum gösterilmesi, iddianamede iki darbeci general suçlanırken 12 Eylül'ün aklandığını kanıtlıyor.

DİSK kapatılıp yönetici ve üyeleri tutuklanırken, sağcı devlet sendikası Türk-İş'in neden kapatılmadığı, neden dönemin islamcı sendikası Hak-İş'in sadece bir yıl kapalı kaldığı, neden Vehbi Koç'un Kenan Evren'e destek mektubu yazdığı, neden ABD ve NATO'nun darbeye tam destek verdiği, neden solcu akademisyen ve bürokratlar kamudan kovulup yargılanırken dönemin sağcı ideologlarının örgütlenmesi Aydınlar Ocağı'nın darbeye tam destek verip üyelerinin devlet kurumlarına atanmış olduğu sorularına yanıt veremeyen bir iddianame, 12 Eylül'ün aklanması anlamına gelmiyorsa ne anlama geliyor?

(soL - Haber Merkezi)