Alman-Fransız silah arkadaşlığı ve sermaye

İlhan Ayer

Blog: Serbest Kürsü

Geçtiğimiz hafta, tank üreticisi Alman Krauss- Maffei Wegmann ile Fransız savunma sanayi şirketi Nexter’in birleşimi Alman Kartel Dairesi’nden onay aldı. (Junge Welt, 25 Ağustos 2015, s.1) Bu iki şirket, ortak  tank üretip Avrupa ve Ortadoğu pazarına hakim olmaya çalışacak. En büyük müşterileri olan kendi ülkelerinin ordularına ve çatışmalı bölgelerdeki devletlere “tehlike satmaya” devam edecekler. Ordular olmadan bir hiç olan bu şirketler, kapitalist devletlerin birer uydusu gibidirler; eko-politik gücün yörüngesinden çıkmaya izinli değildirler.

2008 ekonomik krizinden önce veya sonra Yunan burjuvazisinin İsviçre bankalarına taşıdıkları paranın 200 milyar avro olduğu  tahmin ediliyor. Diğer ülkelerdeki Off-Shore hesaplarda yatan paraları bilemiyoruz bile. (Junge Welt, 21 Ağustos 2015, s.12) İlginç olan şu: Troyka’nın Yunanistan’a verdiği krediler, bir şekilde kamu kuruluşlarına, yatırım bankalarına, Yunan burjuvazisine ulaşırken, Yunan halkının cebinde bir gün bile durmayan bu paralar belli bir zaman diliminden  sonra İsviçre’ye geri dönüyor. Sonuç: Bir tarafta Yunanistan’dan faiz almaya devam eden Troyka, diğer tarafta deniz-hava limanlarını, adalarını satmaya kalkan Yunan devleti, öte tarafta yoksullaşan Yunan halkı!..

Oysa dünya finans merkezleri bir taraftan borç verdikleri ülkelere “Devleti küçültün, devlet ekonomiden elini, eteğini çeksin!” derken, diğer taraftan kendi ülkelerinde, devlet sermayesine, devlet işletmelerine sıkı sıkıya sarılıyorlar. Devlet, kimi şirketlere küçük paylarla ortak olurken kimi şirketlerle de düzenli olarak alışverişini sürdürüyor. Özellikle Federal Almanya’nın mal, hizmet üreten kamu kuruluşlarını incelediğimizde, devlet sermayesinin “merkez”, “eyalet”, “belediye”ler eliyle birbirlerine bağlandığını, birbirlerini kontrol ettiğini, devletin, dördüncü bir özne olarak büyük bir özel sanayi kuruluşunu “kamu”ya ortak ederek sistemini kurmuş olduğunu görürüz. Olan biten ne? Avrupa’nın güneyinde her an kaçabilen “çakma” bir sermaye var, kuzeyinde ise “sabit sermaye”nin devletiyle, ordusuyla silah şirketlerinin iç içe geçtiği demokratik Avrupa devletleri söz konusu.

“İşi sağlama almak” böyle bir şey olsa gerek:  Zengin ülkeler sermayelerini, iş hacimlerini en tepedeki stratejik şirketlerle “sağlama almış” görünüyorlar. Devlet sermayesiyle kurulan şirketler yukarıdan aşağıya örgütlenerek, aşağıdaki küçük şirketlere iş çıkarmış oluyorlar. İlk kurulan büyük şirket aracısız olarak üretim yapmaya başlarken “Bu büyük üretim zincirinin parçaları yurtdışına kaçar mı kaçmaz mı?” diye bir dertleri de yok! 

Devletle “özel” bir ilişkisi olan bu şirketlerin bizdeki yansımaları da yok değil: Yeni burjuvalar yaratan, devlet işlerini ihaleler yoluyla cemaatlere, kendi imtiyazlı şirketlerine veren devlet,  öte yandan, uluslararası dengeyi gözetme açısından başka devletlerin sermayelerini ülkeye çekmeye çalışmaktadır. Gerçek öyle mi, sen yapmazsan, elin oğlu yapıyor!.. Bir farkla: Türkiye bunu stratejik sektörler yerine, inşaat, maden gibi herkesin üstesinden kolaylıkla gelebileceği alanlarda yapıyor!...

Devlet-özel sektör ilişkisinde tek sorumlu, “imtiyazlı şirketler”dir; bu ilişkide “öteki” söz konusu değildir. Dışarıda kalanlar kendi başlarının çarelerini bakabilmelidirler. Sadece karşılıklı çıkarlar, iktidarın sonuna kadar kullanıldığı “kamu alanı” vardır. Herkesin düşünüldüğü bir yer değildir burası. Bu konuların etraflıca belirtildiği “öteki” kavramının ideolojik olarak ilk belirdiği yer marksizmdir.

Liberallerin kendi öz be öz kavramlarını “devlet”le yeniden ilişkilendirmeleri, “milli burjuva” hayalleri kuran "Milli Demokratik Devrimciler"in de bir sabun köpüğü olan “milli burjuvazi” kavramını yeniden sorgulamaları gerekiyor. Sorgularken de hayatın “akıl-dışı” yönlerini, kriz dönemlerini, ideolojilerinden soyutlamamaları gerekiyor...