Şiirler hiç boyun eğer mi?

Hakan Erol

Blog: Serbest Kürsü

Şiir başlı başına bir başkaldırıdır. Yazarak hislerini ve düşüncelerini kağıda aktarmaktır. Öyle bir yazmaktır ki, onu okuyan, her defasında aynı tadı almalıdır. Aynı hissiyatla onu iliklerine kadar duyumsamalıdır. Şair de adeta cümlelerle sevişmelidir. Her satırla bir bütün olmalı, her bir harfin ince nakışını yapmalıdır. Aziz Nesin şairleri bu konuda uyarır:’’Şair, sözcüklerinden herkesten daha çok sorumlu olmalı. Her sözcüğünün, her işaretinin hesabını vermeli, verebilmelidir.’’ der ve ekler:’’ Şair, dili en iyi kulanan olmak, diline özenmek zorundadır.’’

Şiir yazmak böyle ciddi bir iştir anlayacağınız. Türkiye’de şiir denilince akla ilk başta Nazım gelir. Komünist kimliğinin onuruyla yazdığı şiirleri anımsarız. Nazım’ı, büyük bir şair yapan da, komünist kimliğiyle, şairliğini birleştirebilme yeteneğindedir. Nazım’ın hapislerde yatması, 30’unda idama mahkum olması, bir an olsun onu komünistliğinden ve şairliğinden vazgeçirmiyor, aksine; çelik iradesi, şiirlerindeki boyun eğmeyen tavır ve başkaldırışla meydan okuyor düzene…

Nazım da bir söyleşisinde Mayakovski’yi şiir konusunda över:’’…Mayakovski şiirlerinden birini söylemeye başlayınca ki hiçbir şey anlamıyordum, kafama darbeler iniyor gibi oldu, enerji doluydu, çok dinamikti. O zaman birdenbire anladım ki o, bir merdiven çıkar gibi yazan bir şairdi.’’

Görüldüğü gibi şiir yazmanın, direnişle bir ilintisi olduğu çok açık. Bu kimi zaman bir aşka karşı direniş olurken, kimi zaman düzene, kimi zaman ise ölüme, umutsuzluğa, karamsarlığa oluyor. Ancak burada bir sıkıntı doğuyor. Beat, yani ‘’Yeraltı Edebiyatı’’ diye adlandırılan bir akımın, şiirin tüm geniyle oynaması… Ölümü çağırmak, umutsuzluk ve büyük bir karamsarlıkla hareket etmek, bunun getirdiği hayattan kopma isteği, çarpık düzenin, kendilerini ırgalamaması... Konuyu salt aşka indirgeyerek ve şiirleri küfür diliyle yazarak, şair olunabiliyor izlenimi son zamanlarda çokça parladı. Bir kısmının çabuk balonu patladı, diğerlerinin de uzun ömürlü olacağını düşünmüyorum. Çünkü, edebiyat bu şekilde yapılmaz. Edebiyat kavramının içeriğinin bu derece boşaltılmasına ise izin verilemez.

Çoğu insan duygularını yoğun yaşar. Acı, aşk, sevinç, hüzün ve mutluluk. Bunlar çok doğaldır da, ama bir yere kadar. Yeraltı Edebiyatı dendiği zaman, benim aklıma hiç şüphesiz Bukowski geliyor. Şu an, bu kuşağın temsilcilerine ve devamcılarına bakıyorum, koca ama ‘’boş’’ bir yığın var. Sadece aşk acısı çekenlerin şiir yazdığı, bunu toplumsallıkla harmanlamaya kalkmayan, aşkın üzerinden, ölümü tarif eden geniş bir toplam. İyi de Yeraltı Edebiyatı böyle bir şey değil ki! Bu edebiyat, sistemin yok saydığı, ötekileştirdiği insanlar tarafından kurulmuştur. Kendi kendini sistemin dışına itme, sistem dışında olup, kafası estiği gibi kelimelere anlam giydirme, bu edebiyatın hiçbir zaman özelliği olmamıştır ki?

Aşk acısını mısralara dökmek de ayrı bir ustalık işidir. Bu sonuna kadar saygı duyulması gereken bir şey. En insani bir şeyi, ama bir o kadar da en zor şeyi cümlelere döküyorsun, bunun için hem kabiliyetinin olması, hem de o duyguları fazlasıyla hissetmen gerekiyor. Ancak bunu yaparken, toplumun acılarına kulak tıkayamazsın. Ahmed Arif, Leyla Erbil’i deli gibi severken bile, toplumsal algısını hiçbir zaman kapatmamıştır. İşkenceler görmüştür, baskılar yemiştir. Sefaletin dibini görmüştür ancak ne aşkından ne de kavgasından ödün vermemiştir. Şiirlerine hep namusu gözüyle bakmıştır. Sıradan, basit aşk şiirlerini ise eleştirmiştir:’’Şiir önce bir güzellik duygusudur. Bu güzellik duygusunu kurtarmak, onu anlatmak, onu yaratmak. Ondan sonra elbet bir konusu vardır. Adamına göre, kilosuna göre, ne bileyim meşrebine göre. Kimisi gider firavunları anlatır, kimisi güncel olayları verir. Kimisi sıradan, herkesin yazabileceği, sözüm ona aşk şiirleri yazar.’’

Yeraltı Edebiyatı’nı, ‘’çay edebiyatıyla’’ ve bilimum sol soslu dergilerle kucaklayan, çokça da dergi var Türkiye’de. Soldan beslenip, solu kirleten, solun ilkesizleştirilmesine, bir kalem de kendilerince destek olan, edebiyatı çaya ve sol görünümlü liberal yazı ve yazarlara indirgeyen ve bunları bağdaştıran bir edebiyat. Düşünün ki; dergide çıkan –kendilerince- önemli gördükleri yazıları, sütunlaştırıyorlar ve bu sütundaki yazılar 140 karakteri aşmıyor. Çünkü onu yazarken bile, ‘’bu cümleyi sosyal medyada nasıl parlatırız’’ın hesabı yapılıyor. Bu kirlenmişliğin, siyasetten ayrı düşünülmesi ise zaten olanaksız. Sığ görüşçülük ve liberal tonlar edebiyata da nüfuz ediyor, kendini var etme yoluna gidiyor.

Bu dergilerin düşüncesindeki bir yazar:’’Yazarlığı bıraktım. Her gün çocukların öldürüldüğü bu ülkede ne yazabilirim. İki sene sadece boksla ilgileneceğim’’ mesajı atarak kolaycılığı yeğleyebiliyor veya bu türden bir edebiyat anlayışına sahip arkadaş seçimlerin ardından:’’Halkın değerleridir bu, sevsek de sevmesek de saygı duyulmalı, ben öyle yapıcam.’’ diyecek kadar apolitik ve siyasi mücadeleden bir o kadar uzak olabiliyor. Demek ki neymiş, sistem seni ötekileştirmemiş, senin sistemle bir derdin yokmuş. Kendini soyutlamış olmak, sisteme kafa tutmak demek değildir.

Aziz Nesin’e tekrardan kulak verecek olursak:’’Aşırı içen her sarhoş gibi arada bir bulanan midelerini ve bağırsaklarını şiir diye kusup boşaltarak anlamsal güzellikleri pisletiyorlar.’’ der ve biraz daha kızarak ekler:’’Düzyazı tümcelerini kırıp kırıp kırık dizelerden şiir yapıyorlar!’’ Bu arkadaşların yaptıkları şey de tam olarak bu.

Nazım’ı, Ahmed Arif’i, Orhan Veli’yi, Yaşar Kemal’i ve daha nicelerini, gerçek bir şair yapan kişilikleridir ve dünya görüşleridir. Hepsi bir kadına aşık olmuştur, hepsi aşklarını dizelerce anlatmışlardır. Hepsinin anlatımı, betimlemeleri ve duyguları olağanüstüdür. Bunu okuyucuda sonuna kadar da hissettirmişlerdir. Bir nevi okuyucu, yazarın duygularına ortak olmuştur. Ancak bunun yanında verdikleri mücadele ve kavgalarıyla da okuyucuya yol göstermişlerdir. Onları kavgalarına ortak etmişlerdir. Aydın olma sorumluluğu biraz da burada yatıyor. Ve bu sorumluluk çok değerlidir, bu yüzden herkes bir şeyler karalar ama herkes şair olamaz…

Şiir, bohem hayata, umutsuzluğa ve karanlığa sığmaz. Umut aşılar, güç aşılar, direnç aşılar. O yüzdendir işte; insan gibi şiirde boyun eğmez!