Seçim ve tasfiye

Durmuş Tiryaki

Blog: Serbest Kürsü

Seçim neden önemli? Temsili demokrasinin vazgeçilmez bir göstergesi olduğu için mi, “milli iradenin” tecellisini sağlayan bir araç olduğu için mi? Elbette her ikisi için de önemli. Gerçi tekellerin dünyasında  “temsili demokrasi”den söz etmek, çocuğa götürüldüğü dükkanda oyuncak seçme özgürlüğü tanımakla eştir ama halkın da karakteristik olarak olmazsa olmaz ihtiyaçları vardır.

Benim için seçimi önemli kılan ayrıca iki etken daha var: Birincisi, Türkiye’de seçime ilgi, katılım her dönem çok yüksek.  İkincisi,  genel, eşit, gizli oya dayalı seçme- seçilme hakkının kazanılması egemenlere /mülk sahiplerine karşı verilen zorlu ve uzun bir mücadelenin ürünü.

Kitle çalışması yürüten her siyaset, kitlelerin duyarlılığına, alışkanlığına, yönelişlerine bigane kalamaz ve evrensel kazanımları n değerini küçümseyerek kitlelere yol açamaz.

Ancak, seçimi mutlaklaştırıcı anlayışlara karşı da uyanık olmak gerekir. Mutlaklaştırma, sandık demokrasisi denen seyirlik oyunun bir uzantısıdır. Toplumun bir organizma olduğunu varsayarsak, kendisini sadece belli zamanlarda sandıkta ifade etmekle sınırlayan seçimlerden, ne katılım açısından, ne temsiliyet açısından, ne de organizmanın yenilenmesi açısından etkin bir katkı beklemek doğrudur.

Tecrübe ile sabittir ki bu türden seçimler statükonun allanıp-pullanıp devamına, yobaz üretiminin hamle yapmasına, sermaye hegemonyasının yeniden harmanlanmasına hizmet etmektedir.

Sandıktan önce, sandığa gelene kadarki süreçlerde toplumun kendisini serbestçe ifade edebildiği ortamlarda sandık nispeten adil bir terazi işlevi görür. Toplum her alanda her düzeyde; ekonomide, siyasette, kültürde, sosyal hayatta, eğitimde, medyada vs. bağımsız örgütlülüğünü geliştirebildiği, tepkisini korkusuzca gösterebildiği zaman ancak, seçimlerin değiştirici gücüne güvenmek mümkündür.   

Yoksa; toplumsal örgütlenmenin cendereye sokulduğu, seçim yasasının, partiler yasasının, ifade, toplantı ve gösteri hakkının oligarşik şekilde düzenlendiği, erkler ayrılığının fiilen geçersizleştirildiği, aşağıdan inisiyatiflerin kısıtlandığı/bastırıldığı sistemlerde seçim, muktedirler için rıza makamından başka bir işe yaramaz.

İKİLEMLERİN TUTSAĞI SOL
Türkiye’de sol açısından yakın zaman seçimler tarihi, en azından 1980’nin arifesi yılları da hesaba katarak denebilir ki ikilemlerin tarihidir. ’80 faşizminin eşiğinde Türkiye solcusu neredeyse tümüyle demokrasi için CHP destekçiliğini  “tek yol” olarak görürken, ’80 sonrasında Özal gericiliğine karşı SHP’yi, günümüzde de AKP despotizmine karşı HDP’yi desteklemenin yer yer akıl hocalığını, yer yer militanlığını yapmıştır. Arada istisnalar da kuşkusuz olmuştur. Boykot çağırısı çıkartmak gibi… Ya da dün TİP’in, bugün genç  (T)KP’nin ısrarla sürdürdüğü sosyalizmin bayrağını Meclise de dikmek tavrından ödün vermeden seçimlere katılmayı başarmak gibi… Son seçimler dolayısıyla HKP ve VP’ye bir parantez açmadan geçmek istemem: VP’nin ön-Türkçülüğe halkçı bir muhteva kazandırma çabaları, HKP’nin ulusal bağımsızlıkçı çizgiyi sınıfsal bir tabana oturma yaklaşımı değerlidir.    

2015 seçimlerinin dramatik yanı; solun kendi elleriyle kendisini tasfiye etmesidir. Yine bir ikilem öne sürülerek sol, kendisini inkara mahkum edilmiştir. Çok ironik biçimde sol, kendi “barışçıl geçişi”ni sağlamış, ortaçağ ideolojisine teslim olmuş; kimlikçi, siyasetin içinde erimiştir. Ortaçağ ideolojisi, “parçacıkların” meşruiyetine dayanan, etnik-dini-yerel tiranlıklar üzerinde yükselen bir ideolojidir. Halkın hükümranlığı yerine ilahi otoritenin yeryüzündeki temsilcisini kutsamak, doğanın yasalarını dogmalaştırmak, aklın rehberliği yerine metafizik reçeteleri dayatmak bu ideolojinin baskın görüngüleridir. Güncel yansımasını “önder” modeline oturtulmuş, tarikat- aşiret-ağa evreninden beslenen, mukaddesatçı kabulleri yücelten, objektif aidiyetleri bayraklaştıran, yerelde hakimiyeti küresel angajmanlarla sağlamlaştırmayı kollayan akımlarda buluyor. Kimlik ideolojisi, yeni ortaçağın aydınlanmaya, emeğe, ortakçı sistemlere saldırısının ideolojisidir.   

EHVEN-İ ŞER İLE KARŞIT YENİLMEZ!
“HDP’ye barajı atlatma” söylemi, bu seçimlerde solun kendisini tasfiye eylemine dönüşmüştür. Çünkü;

1) HDP, sol bir parti değildir. Kürt yoksulu ile sermayedarın, Kürt yobazı ile aydının, emperyalist senaryo misyonerleri ile yurtsever siyasetçinin, pan-Kürdist ayrılıkçı ile nihai kurtuluş arayışçısının aynı potada buluştuğu bir yapıdır. Bir ölçü CHP, bir ölçü MHP, bir ölçü AKP karışımıdır. Kaldı ki kendisinin de sol bir parti olduğu yönünde bir iddiası yoktur.  Kürt damgalı bir kitle partisi iken, şimdi Türkiyeleşme edebiyatını öne çıkartmış durumdadır.  Bir kısım solcuların HDP’de yer alması onu solculaştırmaz. HDP örgütlülüğü büyük çapta riskli dönemleri geride bırakmış, rant dağıtımı genişleyen bir döneme açılmıştır.
2) HDP’nin barajı geçmesi, baraj sorununu çözmüş olmaz. Baraj, başka pek çok siyaset ve hareket açısından engelleyici varlığını korumaktadır.
3) HDP’ye baraj atlatma, Ortadoğu’da yeni stratejik bir müttefik arayan “Obama doktrini” ile örtüşen uluslararası bir projedir. Nitekim HDP’nin üst düzey görevlileri, kurulan “barış masası”nın bir tarafında ABD’nin oturduğunu birkaç kez kamuoyuna açıklamışlardır.
4) HDP,  zaten Mecliste idi. Meclise girmenin sınanmış bir yöntemini bilmelerine rağmen parti olarak girmeyi tercih etmeleri, ya meclisi çok önemsemediklerine ya da hedefleri bakımından seçimleri tek yol görmediklerine işarettir.  HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi bana göre de doğrudur; hem hakkıdır, hem parti tanımının özüne uygundur, hem de partiler arasında çarpık milletvekili dağılımına fırsat vermemek ve de kimlikçi siyasetin ayrışmasına zemin açması bakımından yararlıdır. AKP’yi geriletmeyi seçimlere indirgemek ve bunu da getirip HDP’ye bağlamak aslında bir kısım solun fantezisidir. Zira HDP, “çözüm süreci”nin gereklerini bahane ederek Mecliste adı konmamış bir koalisyon ortağı gibi hareket etmiştir. Meclis sicili bakımından üç olayı üst üste koyup düşününce tablo netleşmektedir:  a) 2010 yılında bir “AKP düzeni” tahkimatı olan anayasa değişiklikleri referandumundaki hayrhah tutumu, b) bir Engizisyon yargılaması olan Ergenekon davalarındaki destekçiliği, c) son olarak da sosyal hayatı tek tipleştirici müdahalelere ve doğanın, kentlerin yağmalanmasına isyan eden cumhuriyet birikimini “darbecilik”le suçlayarak AKP’ye sunduğu hayat öpücüğü;  HDP’nin ne olduğunu, önceliğinin ne olduğunu özetlemektedir, ki bunların göz ardı edilmesi solun tutarlılığı ile bağdaştırılamaz.
5) HDP’nin seçim kampanyasında özellikle R.T Erdoğan karşıtlığı rolünü üstlenen S. Demirtaş’ın yürüttüğü tarzı, ağa-tarikat-aşiret düzenine, içgüdüsel nüfus artışına, ABD emperyalizmine, Kürt şovenizmine yönelik bir eleştirisini duymamakla beraber, espirili-yumuşak dili, provokatif başlıklardaki soğukkanlı hali, demokratik mesajları ile şiddet ve kan bulaşmış imajlarını düzeltme, siyaseti normalleştirme doğrultursunda olumlu adımlar olarak teslim etmeliyim.
6) HDP eliyle AKP’yi gerilettiği varsayımına kapılan sola tekraren vurguluyorum. Abartılı, fazla subjektif tezlerin, başarıya susamış kesimlerde yaz yağmuru türünden heyecan/rahatlama yaratması mümkündür.  HDP bir sıçrama yapmıştır, ama sol açısından bu bir Pirus zaferidir. AKP bugün başladığı yerden daha zayıf noktada sayılmaz; 2002’de %36 civarında oy alarak, Mecliste %60 civarında, 2015’te %40 civarında oy alarak %50 civarında temsil olanağı elde etmesine bakarak değerlendirme yapmak yanıltıcıdır. Evet, meclis aritmetiği çerçevesinde göreceli olarak gerilemiş gözükmektir, ancak siyasi yelpazenin en büyük oy gücünü konsolide edebilen bir parti konumuna erişmiştir. Sürekli sanal düşmanlar yaratıp iktidarda muhalefet taktiği izleyerek siyasette boşluk bırakmamayı becermiştir. Üstelik, klasik sağın, başta mukaddesatçı uça dayanarak ve buradan başlayarak tüm renklerini bünyesinde içselleştirip merkez partisi olduğu gerçeğini pekiştirmiş, parlamento dahil her düzeyde daha çok has kadrolarına görev vermiş, ideolojik kemikleşmede mesafe katetmiş bir parti vasfına bürünmüştür.  Oyundaki nicel artışların ve azalmaların konjontüre bağlı seyri çöküş mertebesinde ele alınamaz; “çöküş”, belki iktidardan mahrum kalmasıyla gelebilir. AKP seçmenini motive eden üç dinamiğin sınırlarına dayanmış olsa da, ancak AKP içinden bir AKP’ye evrileceğini dikkate almak gerekir.  AKP, seçmeninde darbeciliği defeden, dindarların üzerindeki “zulme” son veren, bölücülüğe geçit vermeyen parti algısı yaratmıştır. AKP’yi geriletmenin kalıcı yolu “geniş AKP” üzerinden yürümekte değil, Cumhuriyet mitingleri, Tekel direnişi, Gezi isyanı misli kitle mücadelesinden ve bağımsız,  düzen karşıtı alternatifi güçlendirmekten geçmektedir. AKP’nin kimyasını bozan, “ileri demokrasi”sinin maskesini düşüren olayın Gezi isyanı olduğu bir kez daha hatırlanmalıdır.

KİMLİKÇİ SOL, SOLUN MEZAR KAZICILARI
Dünyada sınıftan kaçışın, sosyalizmden kaçışın yükselen bir dalga olduğu evrelerden geçiyoruz. Her zamanki gibi bu dalgaya tutunup kraldan çok kralcı kesilen, örnek olsun Kürtleşerek Kürtlere dostluk yaptığını zanneden konjonktür uyanıkları önce ve çoğunlukla sınıfın/sosyalizmin evlatları içinden çıkıyor. Solun makus talihi, yıllardır sol adına esip gürleyen “ünlü” kişi ve grupların eseridir, biraz da.  Zamanla her şey aslına mı rücu ediyor ya da illüzyonlarla yol almak bir noktadan sonra imkansız hale mi geliyor, kestirmek zor. Ancak bir takım “çakma” Kürtleri tanımak o kadar zor değil. Hayatlarında hep bölen olmuş “birlik severler” ile, HDP’ye eklemledikleri “birleşik hareket” e alternatifsizlik mazereti öğütleyenlerdir bunlar…  Böyleleri belagatlerini, uzmanlıklarını, birikimlerini şimdi kimlik siyasetinin erdemlerini keşfetmeye adamış gözüküyorlar. İki öncülleri var; bir yanda cumhuriyeti taşlayanlar, öbür yanda tarihin tüm kanlı ve kirli sayfalarını Türk ulusuna fatura edenler… İzini sürerseniz, Soros acentalarına, euro-komünistlere, devrimci-demokrat yılgınlara, 2. Cumhuriyetçi papağanlara, neo-liberal fırıldaklara, ak-ist mürtecilere rastlarsınız.

Unutulan ise şu: Bu ülkenin,  cumhuriyeti tarihsel ilerleme üzerinde kavramaya, sosyalist gelecek üzerinden aşmaya yeminli köklü bir damarı var. Bu damar, sosyalist cumhuriyet ruhunu, bilincini, programını her hal ve şarta temsil kabiliyetine sahip olduğunu bu seçimlerde de göstermiştir. Kristalize olmuş sosyalist cumhuriyet programını iktidara taşımaları da uzak değildir!