AKP'nin öğretileri

Bilindiği gibi bir toprak ağası olan Adnan Menderes, “Odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm” demesiyle ünlüdür. Bırakın demokratik olmayan tutum ve davranışlarını, yalnız bu söylem bile onun ne mene demokrat olduğunu göstermektedir. Yine bilindiği gibi Turgut Özal da, Dünya Bankası’nda çalışırken ve Türkiye’de 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının oluşumundaki katkılarıyla Amerika’ya, 12 Eylül 1980 darbe hükümetinde bakan olarak da darbecilere hizmet vermiştir. Özal da, ben “Adamın zenginini severim; bir kere delinmekle Anayasaya bir şey olmaz” gibi söylemleriyle ünlüdür. Yaptıkları ve yukarıda örneklenen söylemleriyle Özal’ın da demokratik olmadığı bellidir.

Seçim kampanyalarında Menderes ve Özal’ı demokrasi havarisi olarak göstererek reklam yapan AKP, bu tutumuyla, öğrenmek isteyenlere, kendi demokrasi anlayışlarının da sorunlu olduğunu öğretegelmiştir.

Bu AKP, 22 Mayıs günü gerçekleştirdiği olağan üstü genel kurul ve sonrasındaki süreçte ise, öğrenmeye direnenlere de, demokrasiyle ilgisi olmadığını öğretecek gelişmelerin odağı olmuştur.

Demokratik düzenlerde siyasal partilerin genel kurulları, genelde partinin yerel örgütlerinin seçtikleri temsilcilerden oluşur. Parti genel kurullarına, insanın doğası, yerelin birbirinden farklı dinamikleri, ilgi ve gereksinimleri olması gibi nedenlerle, farklı görüşler ve eğilimler yansımaktadır. Genel kurullar, genel başkanlığı daha iyi yapacaklarını düşünenlerin yarıştığı bir alandır ve bu yarışta genel kurul üyeleri özgür iradeleriyle ve temsil ettikleri kesimlerin beklentilerini de değerlendirerek ya A adayına ya B’ye, C’ye oy verirler. Oysa AKP’nin 22 Mayıs günü yapılan genel kurulunda, doğudan-batıdan-kuzeyden-güneyden gelenler de, kadın-erkek- avukat-mühendis-akademisyen-işveren… olanlar da, kendi özgür iradeleriyle hareket etmeyşp Cumhurbaşkanı’nın iradesine göre hareket etmiştir.

AKP’liler son genel kuruldaki tutumlarıyla, bizlere, düne kadar itaat ettikleri (sözünü dinledikleri, boyun eğdikleri) kişiye, bugün tabi olduklarını (bağımlı olduklarını, emrine girdiklerini ) öğretmişlerdir.

Demokratik toplumlarda her bir birey, kendi egemenliğinin ayrımında olup bundan hiçbir taviz vermezken, AKP’liler son genel kurullarıyla, bizlere, kendi egemenliklerini yadsıyıp bir kişiye biat ettiklerini (onun egemenliğini tanıdıklarını) öğretmişlerdir.  

Genel kurulda AKP Genel Başkanı seçilen Yıldırım’ın, yaptığı ilk konuşmada, yasal olarak Türkiye yurttaşlarının Cumhurbaşkanı olan kişiye, “Genel Başkanım” diye hitap etmesi, bizlere, Yıldırımın da, hem kendi konumunu yadsıdığını hem de başbakan olmak yerine biat etmeyi yeğlediğini öğretmiştir.  

AKP’lilerin iradelerini bir kişiye bağımlı kılmaları, bizlere, AKP’nin siyasal parti olmaktan uzaklaşıp cemaate dönüştüğünü de öğretmektedir. Cumhurbaşkanının mesajı okunurken genel kurul üyelerinin tümünün ayağa kalması, AKP’nin cemaatleştiği öğretisini pekiştirmektedir. Bu öğretilerden bir şeyler öğrenenler ise, AKP’lilerin kendilerine ve yurttaşlığa giderek yabancılaştıklarını görmekte ve itaatten biat etme aşamasına gelenlerin yarın biat etmenin ötesinde ne yapacaklarından büyük kuşku duymaktadırlar.

Cumhurbaşkanı’nın, AKP genel başkanını istifaya zorlaması, genel kurulda kimin genel başkan olarak seçileceğine ve kimlerin 65. hükümet üyesi olacaklarını belirlemesi, 65. hükümet üyesi olacak kişileri daha meclisten güvenoyu almadan toplaması, bizlere, açık ve net bir biçimde ve bir kez daha Anayasal düzenin hiçe sayıldığını öğretmiştir. Başkan olunmadan bu denli Anayasa karşıtlığı, başkanlık sistemine geçilirse, başkanın ne derecede diktatörleşeceğini öğrettiği gibi, AKP’lilerin yanında AKP’li olmayan yurttaşların da kendisine biat etmek zorunda kalacağını öğretmiştir.

AKP’lilerin bir kişiye itaat etmekle başlayıp tabi olmaları ve biat etmeleri, “Hedef 2023” söyleminde ifadesini bulan “dava”larıyla ilgilidir. AKP’de zamansız ve haksız yere görevden alınanlar da, gözden düşüp kenara itilenler de, itaat edip tabi oldukları ve biat ettikleri için, “dava” uğruna sessiz kalmaktadırlar.

Bu durumda anlaşılmayan bir nokta, aynı “davayı” paylaşmadıkları sanılan asker ve sivil bürokratlarla bazı aydınların da itaat ve biat sürecine kendilerini kaptırmış olmalarıdır. Anlaşılmayan bir başka nokta ise, bu “davaya” karşı olanların büyük çoğunluğunun içinde bulunduğu aymazlıktır.

Oysa Türkiye’nin yaşanabilir bir ülke olması aymazların uyanmasıyla ve AKP’lilerin de itaatten ve biatten uzaklaşmalarıyla mümkündür.   

[email protected]