AKP-YÖK dalaşı

Bilindiği gibi, (Kardak) kayalıkları, (Ege’nin) karasuları ya da bir başka nedenle komşu ülke jetlerinin birbirini taciz etmesine “it dalaşı” diyorlar. Son yıllarda ortaya çıkan bir dalaşma türü de AKP ile devletin kimi üst kurulumları arasında yaşanıyor. Bizim birincil ilgimiz eğitim olduğundan AKP-YÖK dalaşı daha çok gözümüze batıyor.  Ancak, dalaşmayı jetler yapınca “it dalaşı “ diyoruz da, dalaşma hükümet ile devletin üst organları arasında olunca ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Dalaşmaların içeriğine bakarak ve tarafların pire için yorgan yakacak türden olduğunu düşünerek bu dalaşa, “pire dalaşı” demek mümkün. Bu dalaşma devam ederse, uygun bir deyiş bulunacaktır elbette. 

Sakin bir kafayla dalaşmaya bakınca, insan, neyi paylaşamadıklarını ilk elde anlayamıyor. AKP’nin de, YÖK’ün de, eğitimi piyasalaştırmak için kendilerini paraladıkları biliniyor. AKP’nin hazırladığı yükseköğretim yasa taslaklarının özü ile YÖK’ün hazırladığı taslakların ve YÖK’ün 2006 Haziran ayında Cumhurbaşkanına gönderdiği “Yükseköğretim Strateji Raporu” nun özü aynıdır: Ortak hedef, sermayenin hizmetine girecek, dar gelirliyle yoksulların rüyalarında bile göremeyecekleri “girişimci” üniversite yaratmaktadır. İki taraf ta teslimiyetçi olup, AB’nin, ABD’nin ve DB’nin dümen suyundadır. 

Dalaşma, işi renklerle açıklamaya çalışırsak, yeşilin (dinciliğin; Türk-İslam sentezinin) tonu üzerinedir herhalde. YÖK, kabul edilmesine onay verdiği ve 1982’den 1997 yılı 28 Şubat’ına kadar üniversitelerde yerleşip palazlanması için elinden geleni yaptığı Türk-İslam sentezinin bugünkü yeşil tonundan memnundur ve bu tonda kalması yönünde çaba harcamaktadır. Öte yanda, AKP yeşili biraz daha koyulaştırma çabasındadır.  İki taraf ta insan haklarının savunuculuğunun ve sömürüye karşı duruşun simgesi olan kırmızıya karşı birleşmektedir.

Dalaşmanın özü anlamsız olsa da, ileri sürülen söylemler kimilerinin aklını karıştırmaktadır. Son dalaşma, Başbakanın, “Öyle bir YÖK anlayışı var ki bilime sınır getiriyor” (gazeteler, 22 Şubat 2007) demesiyle yaşandı. Haberde başbakanın adı geçmese, bu sözü, Eğitim-Sen’in, Öğretim Üyeleri Derneği’nin ya da Üniversite Konseylerinin bir üyesinin söylediğini sanırsınız. Bu söyleme, bu haliyle katılmamak mümkün değil. Bereket, bu sözü söyleyen başbakan ve kendisine yakışır bir biçimde hemen arkasından söylediği şu sözler: “İktidarımızın bilime sınırı yoktur. Bakanlar Kurulumuzda bugüne kadar bir tane fakülte talebi asla, tereddütsüz, bekletilmeden onaylanmıştır”. Türkiye Başbakanına göre, bilimin sınırsızlığı, açılmak istenen (fakülte ve üniversite gibi) kurumlara izin vermek; YÖK, 10 yeni üniversite açılması konusunda hala bir görüş bildirmediği için bilime sınır getirmiş oluyor! 

Bir gün sonra, bu kez YÖK sazı eline alıyor ve “2006 Mart ayında 15 yeni üniversite açıldı. Hükümetin bu üniversitelerin her birine ayırdığı kaynak yalnızca 500 bin YTL. Bu parayla bilim mi olur” gibilerinden bir şeyler söylüyor. Yine, bunu okuyanlar, “Haklı yav” diyorlar. YÖK’ün 16 Eylül 2005 tarihinde aldığı bir kararla, yeni üniversite açılmasını, ortalama düzeyde gelişmiş bir bölümde var olması beklenen yedi kadrolu profesör bulunması koşuluna bağladığını bilenler, AKP ile YÖK arasında bir anlayış farkı görmüyor. 

Bu dalaşmadan birkaç gün öncesinde de, milli eğitim bakanı ile bir rektörün dalaşmasını izledik. Rektör, “Ortaöğretimden iyi nitelikli öğrenci gelmiyor” deyince; Bakan da yanıt olarak, “Ortaöğretimde o öğrencileri sizin yetiştirdiğiniz öğretmenler eğitiyor” diyor. Yine ilginç bir durum: İlk bakışta görüntü değeri olarak iki cümle de haklı/doğru bulunacak türden. Cümlelerin içerik değerini ve anlamını düşününce ise bu olay da tam bir dalaşma; tavuk-yumurta örneğinde olduğu gibi birbirini üreten durum; işin özünde ise iki taraf da vurdumduymaz ve suçlu.

ÖSS yıllardır SOS veriyor. ÖSS’de sıfır puan çekenler; barajı aşmayan lise birincileri; elde edilen puan ortalamalarının düşüklüğü ortaöğretimin nitelik göstergeleri. PİSA sonuçları da ilköğretimin genel niteliğini yansıtıyor. Ancak MEB, görmezleri oynuyor; yıllardır kılını bile kıpırdatmıyor. İşi gücü, eğitim sistemini DB/AB’nin dümen suyuna sokarken, eğitimin geleceğini yabancı danışmanların istek ve önerilerine göre belirleyip “girişimci” öğrenci yetiştirmeye yeltenirken, bireysel, sistemsel ve toplumsal yeşilliği koyulaştırmak.

Öte yanda rektörler (üniversite ve YÖK) ne yapıyor? 25 yıldır eğitim fakültelerine üvey evlat muamelesi yapıyor. Dekanlar, YÖK ne getirirse sorgusuz onaylıyor. Bir profesöre, ilahiyat fakültelerinde 14 öğrenci, eğitim fakültelerinde 397 öğrenci düşüyor. Üniversite, iktisatçı, hukukçu yetiştirmeyle öğretmen yetiştirme arasında bir fark görmüyor! Üniversite, ne yükseköğretimin ne de ilk ve ortaöğretimin iyileşmesi için bir çaba gösteriyor; ilk ve ortaöğretimin DB/AB projeleri ile ele alınmasına ses çıkarmadığı gibi, geçmişte öğretmen yetiştirme modelini DB’nin isteği doğrultusunda belirlemesi yetmezmişçesine bugün de mesleki yükseköğretimi DB’ye havale ediyor. 

İki örnekte de görüldüğü gibi, özünde aynı şeyleri yapsalar da, birinin YÖK dediğine, öteki YEK diyor; birinin var dediğine öteki yok diyor. İt dalaşının arkasından (kısa bir sürede olsa) barışçıl bir hava doğuyor; AKP-YÖK dalaşında böyle bir şey olmuyor. Bir süre sessizlik oluyor, taraflar yeni bir dalaşmaya hazırlık yapıyor. 

İt dalaşı, jetler çarpışmadıkça bir zarar vermiyor. AKP-YÖK dalaşı AKP’ye yarıyor, onu hedefine bir adım daha yaklaştırıyor; 25 yılda yıpranmış olan YÖK’ü tarumar ediyor. Bu arada, insanın aklı karışıyor; kavram kargaşası artıyor ve kimi değerler alt-üst oluyor. Atı alan Üsküdar’a geçerken, olan insana oluyor, topluma oluyor, teslimiyetçilik ve yeşilin tonu artıyor, özgür insan yetiştirilmesi düşleri bir başka bahara kalıyor.