“Türkiye’nin Krizini Anlamak”

Yazının başlığı, Mülkiye Dergisi’nin Ocak 2019 sayısından alındı. Bu sayıda ana tema, “Türkiye’nin Krizini Anlamak” olarak belirlenmiş.

Yazıların çoğu, Ekim 2018-Ocak 2019 arasında beş ayrı kentte Mülkiyeliler Birliği’nce ekonomik kriz konusunda düzenlenen panellerdeki konuşmaların bant çözümlerinden ve bildiri metinlerinden oluşuyor.

Makale biçiminde dergiye sunulan dört bildiri metnini özetlemek istedim. Bu makaleler, yaşadığımız ekonomik bunalıma   ışık tutan çeşitlemeler içeriyor.

Borç krizi sorunları

Nilgün Erdem’in “Azgelişmiş Ülkelerde Borç Açmazı” başlıklı yazısı ile başlayalım.

Erdem, 2007 sonrasında “yükselen” ekonomilere dönük toplam (“net”) sermaye hareketlerinin iniş eğilimine girdiğini belirliyor. Bu gelişme büyük ölçüde “yerli” burjuvazilerin artan sermaye ihracından kaynaklanmıştır. Sonuçta, brüt dış borç düzeyleri ve oranları hızla yükselmiş; şirketlerin dış borçları devlet borçlarını aşmıştır.

Nilgün Erdem, son on yılda Türkiye’nin dış borç göstergelerini altı büyük “yükselen” ekonomi ile karşılaştırıyor.

Dış borç stokunun millî gelire, rezervlere oranı ve kısa vadeli dış borçların payı bakımından Türkiye çoğunlukla ilk sıradadır; bazı yıllarda Arjantin’le yarışmaktadır. Bu iki ülkenin de 2018’de ekonomik bunalıma sürüklenmesi elbette anlamlıdır.   

Erdem, 1998-2018 arasında Türkiye’nin dış borçlarının ayrıntılı bir dökümünü veriyor ve finansal bunalımların dış borç krizleriyle bağlantılarını, çözüm seçeneklerini  inceliyor.

Borç krizlerinde IMF önerileri, yabancı alacaklıları gözetir ve dış borçların finansmanını bütçe fazlası yaratarak ülke emekçilerine yükler. Bu ağır seçenek yerine, dış borçların askıya alınarak yeniden yapılandırılması ve dönüşümün döviz kontrolleri içinde sürdürülmesi yeğlenmelidir.

“Ekonomik mucize”den krize…

Turan Subaşat’ın yazısı, “Türkiye’de Ekonomik Mucize ve Krizin Anatomisi” başlığını taşıyor.

Subaşat, AKP’nin 2003-2010’da uyguladığı ekonomik politikaların “doğru” olduğu; bunların terk edilmesinin bugünkü sıkıntılara yol açtığı görüşüne karşı çıkmaktadır. Tam aksine, Türkiye’yi 2018 krizine getiren öğelerin kaynağı  2003’tedir.

Subaşat’a göre, yanıltıcı bir “ekonomik mucize” algılaması yaygındır. Yazısı, bu algılamanın anatomisini yapıyor.

“Yanlış algılama”nın kaynağında iki nesnel olgu var: Türkiye ekonomisinin 1998-2002 yıllarındaki durgunluğu ve bu dönemi izleyen dünya konjonktürünün yarattığı astronomik yabancı sermaye girişleri…   

Özelleştirmeler ve kamu-özel ortaklıkları bütçe dengesini geçici olarak düzeltmiştir. Subaşat, bu tespitleri izleyerek dış kaynaklı belli bir mutluluk zincirini vurguluyor:

Dış kaynak girişleri → değerli TL  → dolarlı GSYH hesabının verdiği yüksek büyüme hızı →  ucuz ithalat → düşük enflasyon → artan cari açık → tüketimin gelirleri aşması…

Bu “mutluluk zinciri”, TÜİK’in “arızalı”  millî gelir revizyonları ile de besleniyor: 2009 sonrasında Türkiye’nin  büyüme hızı, bu revizyon sayesinde  dünyanın öncü ülkelerine ulaşıyor. 2015’te başlayan (ve sonraki yıllara uzayan) seçim ekonomisi, “her şey mümkündür” algılamasını yerleştiriyor.

Ne var ki,  Subaşat’a göre, ekonomik mucize ile kriz arasında diyalektik bir bağlantı vardır. “Mucize”, 2003’ten beri krizin tohumlarını da içermiştir.

Subaşat, bu bağlantıyı “krizin anatomisi” içinde açıklıyor. İniş, küresel likiditenin daralmasıyla  başlıyor. Sonrası, krize giden halkalardan oluşuyor:

Dış kaynak girişlerinde daralma → TL’nin değer yitirmesi → yüksek reel kredi faizleri → düşen yatırımlar → daralan sanayi → konut balonunun sönmesi → artan işsizlik → Cumhurbaşkanı ile TCMB arasında faiz gerilimi →  sürdürülemez dış açık, dış borç → seçim ekonomisinde ısrar → artan enflasyon …  

Yapay ekonomik mucize, düzeltici bir krizi kaçınılmaz kılmıştır. Ne var ki, otoriterleşen siyasî ortam, iktisat politikalarında kargaşaya yol açmıştır ve ekonomi “freni boşalarak yokuş aşağı inen araç” özelliği kazanmıştır.

Klasik bir kapitalizm krizi

Serdal Bahçe ve Ahmet Haşim Köse’nin ortak imzalı yazısı,   “Sürekli Bir Kriz Olarak Türkiye Kapitalizmi” başlığını taşıyor. İki meslektaşımız, 2003-2017 dönemini bölüşüm karşıtlıkları ve birikim biçimi açısından inceliyor.

Dönem içinde ekonomide temel bir gerilim oluşmuştur: Toplam hasıla (maliyetler dahil üretim değeri) içinde katma değerin payı aşınmıştır.

Ücretlerin katma değerdeki payı yükselmiştir; ama, bu gelişme işçi başına reel ücretin artışından değil, ücretli sayısının sıçraması sayesinde mümkün olmuştur. On beş yılda ücretli istihdam 4,6 milyondan 13,4 milyona çıkmıştır. Nasıl? İstihdamda küçük üreticiliğin gerilemesi sayesinde…  

Bahçe ve Köse’nin tespitlerine göre katma değerde (GSYH’de) kâr payı düşmüş; buna karşılık toplam kârlar artmıştır. Nasıl? Artan üretim (“sürümden kazanma”) sayesinde…

Kapitalist üretimin genişlemesi, küçük üreticiliğin, köylülüğün tasfiyesi, yaygın mülksüzleşme sonunda mümkün olmuştur. 

Ne var ki, emek verimi 2014’e kadar artmamış; kâr oranlarının erimesine katkı yapmıştır. Sermaye birikimi nasıl sürdürülüyor? Şirketlerin artan dış borçluluğu ile…

Sonunda kapitalistler dış borca dayalı sermaye birikiminin sınırına dayanmıştır. Emekçiler ise ücretlerini aşan tüketim   düzeylerini borçlanarak sürdürmenin sınırına ulaşmıştır.

2018’de ulaşılan sonuç, Bahçe ve Köse’ye göre, kapitalizmin geleneksel kriz ortamıdır: Aşırı birikim ve kârlıkta düşüşten kaynaklanan klasik bir kapitalist kriz…  

Neo-liberal modelin Batı’da, Türkiye’de farklı yansımaları

Özlem Albayrak, “Avrupa Birliği Deneyiminin Işığında Kemer Sıkma Politikaları ve Türkiye’nin Krizi” başlıklı yazıyı kaleme almış. Yazar, neo-liberal dönemde AB’ye damgasını vuran makro-ekonomik politika modelinin Türkiye’ye yansımasını inceliyor.

Albayrak, hem işleyişi, hem de kriz ortamındaki seçenekler açısından bu ortak modelin Türkiye’de ve Batı’da asimetrik sonuçlar yarattığını ortaya koyuyor.

Finans kapitalin egemenliği ve dış rekabet öncelikleri, “normal” dönemlerin makro-ekonomik politikalarına taşınmıştır:  Maliye değil, para politikaları başattır ve ücret maliyetleri üzerindeki baskı, borçlanmanın beslediği tüketim artışlarıyla telafi edilir.

Bu ilkeler, Türkiye’de özel kesimin aşırı  dış borçlanmasına ve iç talebe dayalı büyüme modeline yol açmıştır. Hane borçlarının, kullanılabilir gelire oranı yüzde 50 eşiğine ulaşmıştır.

Ne var ki, AB’den farklı olarak Türkiye ekonomisi dış kaynak girişlerine fazlasıyla bağımlıdır ve bu arıza  zaman içinde artmıştır. 2013 sonrasında uluslararası likidite daralması, AKP modelinin tıkanmasına, kriz ortamının oluşumuna katkı yapacaktır.

Krize karşı politikalarda da AB ile Türkiye arasında asimetri vardır. 2008 krizinde AB’nin ilk tepkisi, kamu harcamalarını pompalamak olmuştur. Devlet borcu/GSYH oranları da hızla yukarı çekilmiştir.

Türkiye’de Ağustos 2018’de patlak veren döviz krizine karşı AKP, Eylül’de Yeni Ekonomi Politikası (YEP) belgesini üretmiştir. Özlem Albayrak, bu belgede malî kemer sıkma önlemlerinin öne çıktığını vurguluyor. AB’nin iç talebi genişletici  tepkisi, AKP için devre-dışıdır. Dış borçluluğu Türkiye’yi IMF-türü seçeneğe mahkum kılmıştır.

Albayrak vurguluyor ki, kamu harcamalarını millî gelirin yüzde 1,7’si oranında daraltmak, çoğaltan etkisiyle millî geliri daha da fazla aşağı çekecektir. Türkiye vergi sisteminin regresif (“eşitsizlikleri artırıcı”) özelliği de belirtiliyor: AKP döneminde toplam vergilerin,  ücretlerden (bordrolardan) ve harcamalardan toplanan payı on puan civarında (%64,9 → %74,4) artmıştır.  YEP’te yer alan “vergileri daha fazla tabana yayma” önlemi, bu eşitsiz yapıyı artıracaktır.

Uygulanması seçim sonrasına ertelenen YEP’in sonuçları üzerinde Albayrak’ın öngörüsü ağırdır: “AKP, Türkiye’yi 2001’e göre çok daha derin, çok daha uzun bir krize sürüklemektedir.”

***

Kriz panellerindeki konuşmaların bant çözümleri de önem taşıyor; onlara değinemedim.

Derginin “araştırma makaleleri” kesiminde beş önemli çalışma da yer alıyor. Siyasî düşünce, tarih, politik iktisat alanlarında, incelenmesi, tartışılması gereken, değerli makaleler… Şimdilik   dikkat çekmekle yetineceğim.

Ocak 2019 tarihli Mülkiye Dergisi’ni okurlarıma hararetle tavsiye ediyorum. “Türkiye’nin krizi” olgusuna odaklanan; sosyal bilimlerin geniş dünyasına da açılan 350 sayfalık bir dergi… Faşizmin, Türkiye’de eleştirel düşünceyi ve özgün bilimsel üretimi   karartamayacağını kanıtlayan bir belge…

Mülkiyeliler Birliği Başkan Dinçer Demirkent’e, derginin editörü Meltem Kayıran’a teşekkür borçluyuz.