AKP kumarhane kapitalizminin ürünüdür

Son yazımda AKP’nin ABD tarafından nasıl iktidara taşındığını yazmıştım. AKP ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin yüklenicisidir.

Ama bir de işin iktisadi ayağı var.

*****

Türkiye Menderes döneminden beri mali açık-borçlanma sarmalı içindedir. Üretmeyen ekonomilerin başına gelen budur. Türkiye sağının tercihi ekonomiyi sıcak parayla döndürmektir.

Ama olmaz. Açık ve borçlanma gereği günden güne büyür, giderek daha yüksek faiz oranlarıyla borçlanılabilir. Borçluluk siyasi krizleri tetikler. Türkiye’yi emperyalistlere yem yapar.

*****

Bu kısır döngünün en bariz biçimde yaşandığı dönemeçlerden birisi tam 2000’lerin başıdır.

Türkiye yine borç batağındadır. Spekülatörler için uygun ortamdır. 2000 krizinden hemen önce koalisyon hükümeti spekülatif ataklara faizleri daha da yükselterek ve IMF’den 7.5 milyar Dolar borç alarak yanıt vermeye çalışır.

Borcun ve faizlerin belli bir düzeyin üzerine çıkmış olması bu hamleleri etkisizleştirir.

22 Kasım 2000 tarihinde mali krizin ilk aşaması patlar. Ciddi döviz kaçışı baş gösterir. Zaten yükselme eğilimi gösteren bankalar arası piyasa gecelik borçlanma faizi %80’lerden %210’a fırlar. Nakit sıkıntısını gidermek üzere Merkez Bankası 24 Kasım sonrasındaki iki hafta içinde 25 milyar Dolar’lık rezervinin 5.5 milyarını satar.

MB’nın bu mecburiyeti mali ajanlar tarafından ekonomik durumun vahametinin göstergesi olarak okunur. Sonuçta dövize olan talep daha da artar. 21 Şubat 2001’de mali kriz ikinci aşamaya sıçrar. Gecelik faiz %4000’i aşar. Aynı gece TL %40 değer kaybeder ve 1 Dolar 600 bin TL’den 960 bine yükselir. Sonraki bir haftada ise 1.2 milyonu görür.

Yabancılar TL cinsinden yatırımlarını bozup, dövize geçerek kaçarlar. Krizle geçen birkaç ay içinde 6 milyar Dolarlık çıkış gerçekleşir.

2001 yılında; GSMH %9.5 küçülür, toptan eşya fiyatları %88.6 artar, ağırlıklı mevduat faiz oranları %63’ü bulur, TL Dolar karşısında %97 değer yitirir.

*****

Bu zeminin bir önceki yazıda sözünü ettiğimiz siyasi operasyonu gerçekleştirmek bakımından özellikle hazırlandığını kabul etmek gerekir.

Ecevit hükümeti artık yönetebilir durumda değildir. 3 Mart 2001 tarihinde ABD’nin direktifiyle Kemal Derviş Dünya Bankası’ndaki görevinden ayrılarak fiili başbakan olarak Türkiye’nin başına geçirilir.

Gelir gelmez 15 günde 15 yasa adı altında işçi sınıfının gördüğü en kapsamlı iktisadi saldırılardan birisini başlatır. Programın iki temel ayağı vardır: İlki bütün kamu mallarının özelleştirilmesidir. Gerekçesi kamu zararının önlenmesi ve kamu borçlarının ödenmesi olarak sunulur. İkincisi ise ücretlerin baskılanmasıdır.

AKP işte bu iktisadi zemin üzerine gelir. Krizden yorulmuş halk sınıflarına kurtarıcı olarak sunulur. Yeni kurulmuştur. İslamcıdır. Muhafazakar kesimler gözünde “bizden”dir. ABD tarafından desteklenmekte olduğu bizzat kurucuları tarafından iftiharla dillendirilmektedir. Hedef     ekonomide istikrar ve faizlerin düşürülmesidir. Erdoğan’ın faiz konusundaki takıntısının kaynağı burasıdır.

Derviş’in iki ayaklı iktisat politikasını uygulamaya koyan AKP olur. Borçlanma gereği özelleştirmeler ve ücretlerin baskılanmasıyla düşürülür. Ücretlerin baskılanmasında İslam ikna edici bir siyaset aracı olarak devreye sokulur.

Ancak Türkiye’nin borç kaderi değişmemiş, toplam borç yükü AKP döneminde 250’den 650 milyar Dolara yükselmiştir. Böyle olmalıdır. Zira borçluluk bundan sonraki emperyalist müdahalelerin gerekçesini oluşturacaktır.

*****

Bütün bunlar şunun için önemli: AKP’yi yaratan iktisadi ve siyasi bir nesnellik mevcut. Aynı nesnellik 15 yıl sonra AKP’yi işlevsizleştirdi ve emperyalistler açısından yeni bir aktörün gerekliliğini yarattı.

Batı ile AKP arasındaki gerilim buradan doğuyor. O nedenle AKP’nin iktidardan uzaklaştırılması, Erdoğan’ın başkanlığının engellenmesi gibi gelişmelerin Türkiye’nin kaderini etkileme imkanı yoktur.

Kapitalist Türkiye’nin kaderi emperyalistlerin elindedir. Borçluluk boynumuzdaki urgan, mali kriz başımızdaki cellattır. Bu zeminde iktidara talip her düzen partisi yalnızca kumarhane kapitalizmini yönetmeye adaydır.

AKP’nin işinin bu kadar uzamış olmasının önemli bir nedeni Türkiye’nin iktisadi, siyasi, askeri, her bakımdan devasa bir krizin içine gömülmüş olması ve bu krizin nasıl yönetileceği konusunda emperyalistlerdeki kafa karışıklığıdır. Zira emperyalist sistem bir bütün olarak aynı kapsamlı bir krizin içindedir.

Kısaca, Gordion’un düğümüyle karşı karşıyayız. Kesip atmaktan başka çaremiz yok.

“Hayır” bu insanlık dışı saçma düzen için.