Depreme de, ‘kader’ ya da yörede işlenen günahlar değil, dünyanın oluşumundan beri var olan ya da sonradan oluşan bir fay hattının kırılması yol açıyor.

Yine deprem, yine vahşet!

Deprem, doğum, ölüm, sel, çığ düşmesi, toprak kayması, tsunami, kar ve yağmur yağması gibi bir doğa olayı.

Her doğa olayı, ‘kader’ olarak değil, belirli koşullar oluşunca gerçekleşiyor.

Depreme de, ‘kader’ ya da yörede işlenen günahlar değil, dünyanın oluşumundan beri var olan ya da sonradan oluşan bir fay hattının kırılması yol açıyor.

Bir ilçede kar yağarken, komşu ilçede güneş açması, ‘kader’den değil o yörelerdeki hava koşullarından kaynaklanıyor. Depremde bir bina ayakta kalırken yanındaki binanın yerle bir olması, ‘kader’den değil binaların inşaatının niteliğinden kaynaklanıyor. 7-8 şiddetinde depreme dayanacak nitelikte ve malzemeden çalmadan inşa edilen bina, kolay kolay yıkılmıyor. Böylesi binalarda pek can kaybı yaşanmıyor.

Bir doğa olayının oluşum koşulları bilimsel olarak belirlendiğinde, bazı olaylar insan tarafından da yaratılabiliyor. Bu bağlamda insanın ilk keşfettiği olaylardan biri, ne yazık ki ‘öldürmek’ oluyor. İlk insanın ortaya çıkışından bu yana, insanlar, taşla, sopayla, mızrakla, palayla, silahla, topla, roketle, kimyasal silahlarla, … birbirini öldürüyor.

Bilimsel buluşlar ilerledikçe, insan sağlığını koruyan yöntemler de ortaya çıkıyor. Tedavi için kullanılan bitkilerin yerini, laboratuvarlarda üretilen ilaçlar alıyor. Hastalıkları önleyecek aşılar, görme bozukluğunu düzeltecek gözlükler, çürüyen dişler yerine takma diş, duymayanlar için kulaklık, … üretiliyor. Yapay uzuvlar üretiliyor, hayvandan insana ve insandan insana organ nakli yapılıyor. Bilimsel bulgular sayesinde, tüp bebek uygulaması gündeme geliyor, istenen yöreye yağmur ve istenen tepeye de kar yağdırılıyor.

Yukarıda özetlenen ve bilimsel buluşlar sayesinde insan yaşamını kolaylaştıran gelişmelerin her biri, doğal olayların, kader olarak değil, doğal koşulların oluşması sonucunda gerçekleştiğini kanıtlıyor.

Ancak, yaşamını insanın aklını ve emeğini sömürerek sürdürenlerin dayandığı ve kullandığı yöntemlerden biri, ‘kader’ söylemi oluyor. Yeterince koruma önlemleri alınmayınca, en son Amasra maden faciasında olduğu gibi, olay ‘kader’le geçiştirilmeye çalışılıyor. Bilimselliğe uzak kalmış/bırakılmış insanlar da umarsızlıktan ‘kader’e sığınıyor. Facianın mağdurları ‘kader’ deyince, faciaya sebep olanlar ceza almaktan kurtuluyor. Yetkililerin gereken önlemleri almayı savsaklamasını kolaylaştırıyor. Benzeri bir facianın daha yaşanması olasılığı artıyor.

Her doğal yıkımda, insanlar ölüyor, yaralanıyor, mal mülk yok oluyor. Bu tür olaylardan ülke insanı etkilendiği gibi tüm dünya etkileniyor. İnsan, her ölüm haberinde kederden ve kurtarılan her canlı için de sevinçten gözyaşı döküyor; enkaz altında kalanların kurtulması için ya fiilen yardım ediyor ya da dua ediyor.

Deprem olayı, maden faciası gibi birkaç dönümlük alanla sınırlı olmadığından, yarattığı tahribatın boyutu da çok daha büyük oluyor.

Pazartesi sabahı erken saatlerde yaşanan Kahramanmaraş merkezli deprem, son yılların en büyük yıkımını yaratmış bulunuyor. Yıkımla ilgili olarak açıklanan rakamlar, şimdiden olayın dehşetini yansıtıyor. Yerle bir olan köylere ulaşılamaması, köylerden haber alınamaması, hastanelerle birkaç katlı binlerce binanın yıkılması ve yıkılan yerlerin çoğuna yardım elinin uzatılamaması, ne yazık ki yıkımın, düşünülenden de korkunç olduğunu gösteriyor.

“Ölenlere rahmet, yaşayanlara başsağlığı ve yaralananlara acil şifalar dilemek, geçmiş olsun demek” yetmiyor. Bu tür facialardan ders alınması gerekiyor.

Depremde pek çok yeni bina ile hastane gibi devlete ait binaların da yıkıldığı görülüyor. Yöredeki bazı yollarda ve hava alanlarında çöküntüler olduğu görülüyor. Pek çok yıkıntıya henüz ulaşılamadığı bölgede eşgüdüm eksikliği ve kaos olduğu anlaşılıyor. Bazı yörelerde doktor ve ilaç yokluğundan yaralıların kaybedildiğinden söz ediliyor.7 yıl önce askeri hastaneler kapatıldığından, sahra hastaneleri kurup yaralılara yeterince yardım edilemiyor. Yardım ekiplerinin gönderilmesi gecikiyor, askeri birlikler pek ortalıkta görünmüyor, ohal bile olaydan 30 saat sonra ilan ediliyor.

Özellikle ülkeyi yönetenlerin 1999 Gölcük ve Düzce depremleri ile son yıllarda doğu ve güneydoğuda yaşanan depremlerden ders almadıkları anlaşılıyor. Yetkililerin uzmanların uyarılarına, raporlarına ve projelerine aldırış etmemeleri, işi kadere bıraktıklarını kanıtlıyor.

Bu ortamda, depremzedelere yardıma koşanların çokluğu, çeşitliliği ve özverisi ise yüreklere su serpiyor.

Bir profesör, hem de fizikçinin, “Deprem veya binalar öldürmez, Allah öldürür. O da eceli geleni. Depremde ölenler aynı anda Mars'ta bile olsalar yine öleceklerdi. Ölüm mekana değil zamana bağlıdır” demesi ise yürekleri bir kez daha yakıyor! Bilimi, gerçekleri ve yaşananları yadsıyan bu söylem, ‘kader’e sığınan yetkililerle inşaatçılara atılan can simidi oluyor. İnsana “Allah akıl fikir versin” dedirtiyor.

Yetkililer ders alamasalar da, insanımızın bu acılardan ders alması ve sorumluluktan kaçıp işi ‘kader’e bırakanlara pirim vermemesi gerekiyor.

[email protected]