'Altılı Masa, deprem sonrası için yeni bir belge üzerinde çalışacakmış. Mutabakat Metni’nin neoliberal perspektifi böyle bir gündemin tahayyülünü, planlanmasını imkânsız kılmaktadır.'

Deprem sonrasında Mutabakat Metni

Altı partinin Ortak Politikalar Mutabakat Metni yayımlandıktan bir hafta sonra deprem patlak verdi. Bu belgenin iktisadî hedef ve politikaları da tümüyle geçersizleşti.

Depremin gündeme getirdiği acil ekonomik sorunlar ile Mutabakat Metni’ne damgasını vuran neoliberal perspektif arasında uzlaşmazlık da var.

Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde yer alan ekonomik programı bu çerçeve içinde değerlendirelim.

Altılı Masa’nın ekonomik hedefleri

Mutabakat Metni’nin temel önceliği, “ekonomik dengeleri tahkim edecek makroekonomik ve finansal istikrar[dır]… Enflasyon iki yıl içinde tek haneye kalıcı bir biçimde indirilecek. Türk lirasına yeniden itibar ve istikrar kazandırılacak.” Son cümle reel olarak TL’nin değerlenmesi, dövizin ucuzlaması anlamına da gelir.

Bunları büyüme hedefleri ile bütünleştirelim: “Ortalama büyüme hızı yüzde 5’in üzerinde seyredecek; 5 yıl sonra dolar cinsinden kişi başına millî gelir en az iki katına çıkarılacaktır.

Toplam millî gelirin (GSYH’nın) sabit fiyatlı TL ile ölçülen (reel) büyüme hızını (“en az” değil, “ortalama”) yüzde 5 olarak kabul edelim. Ve beş yıl sonrasında iki kat artacak olan dolarlı GSYH’nın (“kişi başına” değil, “toplam”) yıllık büyüme oranını hesaplayalım. Dolarla ölçülen GSYH ortalama yüzde 15 civarında büyümelidir.

Dolarlı ve TL’li yıllık büyüme yüzdeleri arasında 10 puanlık (15 - 5) fark var. Bu boyutta bir makasın oluşması için beş yıl boyunca Türk lirasının da reel olarak değerlenmesi gerekir. "TL’ye itibar kazandırma" önceliğiyle de tutarlıdır. Bunun için (diğer değişkenler bir yana) yüksek tempolu yabancı sermaye girişi gerekecektir. Bu iyimser öngörünün bir dayanağı var mı? Herhalde Altılı Masa iktidarının sağlayacağı dış itibara ve finansal desteğe güveniyorlar.

Mutabakat Metni’nde “beş yılın sonunda yıllık ihracatı 600 milyar dolar seviyesine çıkarmak” hedefleniyor. İthalat ve cari işlemlere ilişkin nicel öngörüler ise yer almıyor. AKP’nin dış ticaret politikaları, ihracat teşvikleri sürdürülecektir.

Bu dağınık bilgilerden beş yıl sonrası için cari açık ve dış kaynak tahminleri türetelim: AKP politikaları 2022’de ihracatı 253 milyar dolara çıkararak bir rekor kırdı. İthalatı daha da hızlı bir tempoyla artırarak 343 milyar dolara, 2022 dış ticaret açığını 90 milyara tırmandırdı.

2022’deki ihracat/ithalat oranı (yüzde 74) beş yıl sonrasının 600 milyar dolarlık ihracat öngörüsüne uygulanırsa 811 milyar dolarlık ithalat öngörüsüne ulaşırız. 2022’nin cari işlem/ dış ticaret açıkları oranını (yaklaşık %50) uygulayalım: 211 milyar dolarlık dış ticaret açığı, 105 milyar dolar civarında cari açık anlamına gelir.

TL’nin reel olarak değerlenmesi için cari işlem açıklarını önemli boyutlarda aşan yabancı sermaye gerekecektir. Uluslararası sermaye hareketlerinin en çoşkulu iki yılında (2012-2013’te) Türkiye’ye girişler 70 milyar dolara ulaşmıştı. Anlaşılan bu tempoyu 120 milyar civarına çeken bir “itibar artışı” umulmaktadır.

On yıl önceki uluslararası ortam fazlasıyla bozulmuştur. Mutabakat Metni’nin iyimserliği ise ölçüyü kaçırmıştır.

Mutabakat Metni’nin neoliberal politikaları

Bu hedefler, AKP iktidarının IMF programını benimsediği, sürdürdüğü 2003-2010 yıllarının bilançosunu hatırlatıyor. Türk lirası bu dönemde yüzde 40 oranında değer kazandı; Türkiye’yi ilgilendiren döviz sepeti yüzde 29 ucuzladı (BIS istatistikleri). Dolarlı millî gelirin yıllık büyüme ortalaması %15’e ulaştı. Mutabakat Metni’ndeki beş yıllık öngörü ile çakışması herhalde rastlantı değildir.

AKP’nin Lale Devri’nden söz ediyoruz. Türkiye’nin ithalat bağımlılığı dört nala tırmandı. Ekonominin küçüldüğü yıllarda dahi dış cari açık veren hastalıklı bir yapı yerleşti. Mutabakat Metni, bu ciddi bozukluğa yol açan neoliberal makro-ekonomik reçeteyi aynen benimsiyor. Belgedeki politikaları sıralayalım:

TCMB’nin özerkliği güvence altına alınacak; enflasyonla mücadele ana hedef olacaktır. Sermaye hareketlerinin serbestliği esastır. Döviz kurunun hedeflenmesi önlenmeli; dalgalı kur ilkesi korunmalıdır. Enflasyon hedeflemesi ilkeleriyle çatışan makro-ihtiyatî tedbirlere ve KKM uygulamasına son verilecektir. Kalıcı bir malî disiplin hedefleniyor. Kamu açıklarını nicel bir ölçütle sınırlayan Malî Kural yasalaşacaktır.

Mutabakat Metni, “neoliberal enflasyon hedeflemesi” reçetesine dönüşü Malî Kural’ı da ekleyerek katılaştırıyor. Saray’ın yarattığı ekonomik kargaşayı daraltıcı para politikaları ve katı bir malî disiplin önleyecektir. Yüzde 5’lik büyüme hayaldir. Durgunlaşma istihdamı daraltacak; toplumsal bunalım ağırlaşacaktır.

AKP, kamu maliyesinin yatırımcı, üretken, paylaşımcı işlevlerini felce uğratmıştı. Malî Kural bu potansiyeli tümüyle yok edecektir.

Deprem sonrasında Kılıçdaroğlu'nun tepkisi

Deprem felaketi toplumumuzun birikmiş çelişkilerini tüm ağırlığıyla ortaya çıkardı. Türkiye’nin kaderini belirleyecek bir seçimin arifesindeyiz. Deprem yörelerindeki dayanışmanın ön saflarında sosyalist, sol militanlar, CHP kadrolarıyla birlikte yer aldı. Algılamalarının önemi, değeri küçümsenemez.

Bu algılamaların yarattığı bir şok etkisini, deprem bölgelerinden dönen Kemal Kılıçdaroğlu 21 Şubat’ta şu sözlerle ve samimiyetle ifade etti:

“Anladım ki ben, artık eski ben olamayacağım. İğneyi kendimize batırmak zorundayız. Ne yaptık kendimize böyle? Değişmemiz lazım. Bir iktidarı değiştirmekten çok daha derin meselelerimiz var. Değişim daha büyük olmalı.”

Genel Başkan konuşmasını ekonomik tespitlerle sürdürdü: “Büyük küçük herkes rant peşinde. Elbette önce bu düzeni suçlayacağız. Bu düzeni onlar getirdi. Siyasete giren anormal şekilde zenginleşiyor. Düzenin çalışma şeklini, siyasetin yapılma şeklini kökünden değiştirmemiz lazım. Davranışlarımızı değiştirmemiz lazım. Her şeyi temelden değiştirmek zorundayız. Değişime bu vahşi neoliberal tek adam rejiminden başlayacağız. Değişim halkı ilgilendiren her alana sirayet edecek…”

Neoliberal vahşet, tek adam rejiminin ilkelliğinden bağımsızdır. Bu vahşet Saray ile tüm egemen sınıflar blokunun ittifakından kaynaklandı. Sermaye blokunu, Cumhuriyet tarihinde gözlenmemiş boyutlarda ihya eden, işçi sınıfında mutlak yoksullaşmayı yaygınlaştıran bir bölüşüm şoku bu ittifakın eseridir. Son yılların sınıflar-arası gelir dağılımını hesapladık, yayımladık, izliyoruz. Bölüşüm şoku, depremin tüm ülkeye taşıdığı ek yoksullaşma ile daha da yoğunlaştı.

Deprem sonrasında telafi, onarım, inşa: Nasıl?

Altılı Masa, deprem sonrası için yeni bir belge üzerinde çalışacakmış. Ağırlaşan bölüşüm şoklarının telafisi, depremin onarımı, enkazdan yeni bir Türkiye inşasına geçiş… Nasıl mümkün olacak? Nasıl planlanacak? Mutabakat Metni’nin neoliberal perspektifi böyle bir gündemin tahayyülünü, planlanmasını imkânsız kılmaktadır.

Kılıçdaroğlu’nun, “ne yaptık kendimize böyle?” sorgulaması, deprem arifesinde yayımlanan Mutabakat Metni’ni de kapsıyor mu? Mümkündür. Zira bu belge (kamu harcamalarına ek sınırlar getiren Malî Kural’ı da ekleyerek) ekonomik dinamizmden yoksun bir devlet tasarlamaktadır. Son yıllarda benzersiz boyutlarda ihya olan sermaye bloku gelirlerinin, astronomik rantların, servet artışlarının istisnaî yöntemlerle vergilenmesi de Mutabakat Metni programında yer almıyor.

Bu belge, enflasyonu parasal ve malî daralma ile, yani ekonomiyi küçülterek ve toplumsal bunalımı ağırlaştırarak önlemeyi tasarlamaktadır. Reel ücretleri korurken kâr marjlarını frenleyen enflasyonla mücadele yöntemlerini gündem-dışı tutmaktadır.

Bu tür seçenekler için CHP’nin ve Genel Başkan’ın Mutabakat Metni’nin, Altılı Masa’nın dışına, sol tarafa bakmaları gerekiyor. DİSK’in Şubat 2023’te Depremin Yaralarını Sarmak ve Ülkeyi Yeniden Kurmak İçin başlığı altında yayımladığı politika talepleri ile başlanabilir. Sol sosyal bilimcilerden gerçekçi katkılar hızla artıyor; burada sıralamayalım.

Sermayenin tahakkümü dışına taşan bu gündemi, tüm demokratların, cumhuriyetçilerin katılımıyla, elbirliğiyle sürdürmek, olgunlaştırmak, hayata geçirmek zorundayız.