'Türkiye'nin geleceğine dair kafa yoranların, aslında neler olup bittiği sorusunun cevabına biraz daha yaklaşabilmeleri adına geçen Cemil Çiçek'in açıklamalarını tahlil etmelerini öneririm.'
Türkiye'nin geleceğine dair kafa yoranların, aslında neler olup bittiği sorusunun cevabına biraz daha yaklaşabilmeleri adına geçen hafta önce Milliyet'ten Abdullah Karakuş'a, sonrasında da Sözcü'den Aytunç Erkin'e konuşan; son olarak da Murat Yetkin'in hatırlatma dozu ile gündemde tuttuğu Cemil Çiçek'in açıklamalarını enine boyuna tahlil etmelerini öneririm.
Cemil Çiçek'in açıklamaları arasında ön plana çıkan birkaç nokta var, kısaca özetlemek gerekirse:
- 15 Temmuz darbesi bir kurmay planlaması, arkasında da ABD var. Bunun ortaya çıkmaması için de iade taleplerini yerine getirmiyorlar.
- Türkiye'de 7-8 büyük ülkenin önemli istihbarat elemanları yasal ya da yasal olmayan organizasyonlar içerisinde faaliyet gösteriyorlar. Türkiye’deki değişik sosyolojik grupların organizasyonlarında çalışıyorlar. 15 Temmuz ile bir daha karşılaşmak istemiyorsak bu birinci sınıf istihbaratçıların görev yaptığı organizasyonlara dikkat etmek gerekir.
- Dinde kayıt dışılık ile mücadele edilmeli.
Çiçek'in, özellikle 15 Temmuz ve ABD ilişkisine dönük açıklamalarını, kimi merkezlerce de zaman zaman dillendirildiğinden, sıradan siyasetçilerin her gün yaptığı laf olsun torba dolsun babındaki konuşmalardan birisi olarak değerlendirip hafife alanlar, geleceğin nasıl şekilleneceğini ıskalıyor olabilirler.
Öncelikle bu açıklamaların zamanlaması, bilhassa Diyanet camilerinde bazı selefi hocaların namaz kıldırıp fetva verdiği, Diyanet İşleri'nin buna göz yumduğu tartışmalarının ortasında yapılmış olması dikkate değer.
Cemaat ve tarikat yapılanmalarının sadece içeride değil, dışarıda da (ABD ve diğer batılı istihbarat servisleri ile bazı Müslüman körfez ülkelerince) kullanıldığı bilinen bir durum. Dolayısıyla bunun şimdi bir sorun olarak işaretlendiği görülüyor. Bu, devletin kendisi için tehlike gördüğü emareleri genişleterek yeni bir sınıflandırmaya gittiğine delalet ediyor olabilir.
Yazılarımda sürekli dikkat çektiğim (ve çoğunlukla eleştirdiğim), partilerden bağımsız olarak sürekli Türkiye siyasetinde yer alan, iktidarlar değişse de yönü değişmeyen, bazılarının devlet aklı (ya da akılsızlığı) olarak adlandırdığı bu sistemin en kuvvetli figürlerinden birisi Cemil Çiçek.
Bu itibarla, Çiçek'in;
(Sorunları işaretledikten sonra) "Bunlar devletin işleyişi açısından bir çok problem yarattı. Gerekli dersleri çıkarıp politikaları yeniden belirlemeliyiz. Mevzuatın yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Bunları alt alta koyup hem siyaset hem de devlet yönetimi açısından bir sonuca varmamız gerekiyor." ifadesini önemli buluyorum.
Çiçek'in Türk siyasetinin son 40 yılındaki kritik kavşaklarda üstlendiği rolleri ve bu rollerin yarattığı etkiyi göz önünde bulundurursak, bu sözleri onun sarf ediyor olmasının, bir temenni veya dileğin ötesinde, alınmış ya da alınması gereken bir karar, devletin/rejimin önüne konulmuş bir yol haritası da olabilir görünüyor.
Eğer böyleyse de, onun bu açıklamaları, bize geleceği nasıl şekillendirmeye çalıştıklarının çerçevesini veriyor olabilir.
Çiçek'in etki kapasitesi üzerine bu düşüncelerimin oluşmasının nedeni ise, onun siyaset dünyasına adım attığı andan itibaren geçirdiği evreleri önce bir gazeteci sonra da TBMM Başkan koltuğunda oturduğu 24. dönemde birlikte çalışmış bir Milletvekili olarak kendisini yakından tanımış olmama dayanıyor.
Hiçbir zaman en ön planda değil ama siyaset ve sistem üzerinde dönemsel aktörlerle kıyaslanamayacak bir etki kapasitesine sahip. Siyasetin merkezinde yer alan en tecrübeli isimlerden biri olduğu ise kuşku götürmez bir gerçek.
Dolayısıyla Çiçek'i, siyasetin ve Türkiye'nin nereye evrileceğini öngörerek, buna göre de pozisyon alan şanslı birisi olarak değil, tam tersine, evrimi etkileme gücüne sahip bir aktör olarak değerlendirmekte fayda olabilir.
Onunla ilgili, sistem içinde yaşayan en önemli figürlerden birisi olduğu yargımı kuvvetlendiren bir örnek vererek, konunun daha açık anlaşılmasını sağlamak istiyorum;
Yıllarca siyasetin en önemli gündem maddelerinden birisi, darbelerin ve muhtıraların dayanağı yapılan TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesiydi.
"Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" şeklindeki ünlü 35. madde, "Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır" şeklinde değiştirilirken TBMM Başkanlık koltuğunda oturan Cemil Çiçek'ti.
Üstelik bu netameli konu o dönem parlamentoda bulunan BDP'nin (Erol Dora- Mardin Milletvekili'nin konuşmasıyla) tam desteği ve CHP'den de (Sezgin Tanrıkulu'nun) lehte konuşmalarıyla kabul edilmişti.
Türkiye'nin on yıllarının yanında entelektüel aklının ve nesillerinin budanmasının aracı olan darbe geleneğinin büyük bir konsensusla sona erdirilmesi, meselelerin ancak bu 'akıl' tarafından makul göründüğünde mümkün hale gelebileceği iddiasını da taşıyor olabilir.
Toparlayacak olursak da bu açıklamalar, AKP dahil geçmiş bütün iktidarlarca da uygulanan, (sistemin kuluçka merkezi olarak kullanılmasına dair) yazılı olmayan mutabakatın vadesinin dolduğunun beyanı olabilir. Tehlike olarak işaretlenen sorun paketinin AKP'nin önüne bırakılmasının nedeni ise cenazeyi kaldırmanın öncelikli olarak ailenin sorumluluğunda olduğunun düşünülüyor olması olabilir.
Bunun da seçim sancılarının yoğunlaştığı şu günlere denk getirilmesi ile ne murad edildiğini ise sanırım yaşayarak göreceğiz.
Elbette, ülkemizde medya ve siyaset kanalıyla sürekli olarak pompalanan etnik kimlik ve mezhep temelli, ve bunların uzantısı olan diğer tüm suni tartışmaların nereden çıkarıldığının, nasıl yayıldığının, ne amaçla kullanıldığının ve tüm bunların ülkeye nasıl zarar verdiğinin cemaat ve tarikat ile ABD'nin 15 Temmuz ilişkisi örneğinin (ve sonuncusu Diyanet camileri ve Selefi ideolojisini kullanan körfez ülkeleri olmak üzere diğer örneklerin) ışığında değerlendirilerek kangrene dönüşen tüm bu sorunların çözülmesi gerekiyor.
Ama, iktidara gelebilmek için bunları önce sorun haline getiren, kaşıyan ve sonra da kullanan, ya da bunları gerçek sorunları görünmez kılmak için gündemde tutanlar başaramaz.
Bunun için önce siyasetin kendisine çizilen alandan çıkma, sorun tespit etme ve çözüm üretme iradesini edinip/geliştirmesi gerekiyor.
Dolayısıyla siyaset, kendisine sunulan yapay gündemler üzerine kakofoni yapmak yerine, tüm yapay gündemlerin de anası sayılan (halkın gerçek gündemi) eşitsizliği ortadan kaldıracak siyasi iklimi yaratmak için entelektüel şiddet üretebilmeli.