Kısa Bir İhtiras Öyküsü: Ahmet Davutoğlu (Erdem Ayçiçek)

Son zamanlarda Suriye gündemi üzerine sergilediği müdahaleci tutumuyla tekrar gündeme oturan Ahmet Davutoğlu’nun sergilemekte olduğu tek yanlı ve Atlantik ötesinin kaygılarını dillendiren bakış açısı, arka planında yatan teorik ve ideolojik perspektifle birlikte yeniden değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, aslında üzerinde çok tartışılan Stratejik Derinlik tezinin muhtevasında barındırdığı yeni/geleneksel bir milliyetçilik türünden, söz konusu milliyetçiliğin içeride aldığı banal görünüm ve dışarıya karşı ihtiraslı tavrından bahsetmemiz gerekmektedir.

Davutoğlu, belli bir insan unsurunun(nüfus) belli bir mekan(coğrafya) ve belli bir zaman diliminde(tarih) sahip olduğu kimlik ve aidiyet hissi üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu çerçevede Davutoğulu bağlı olduğu siyasal kimlikle örtüşen bir ben-idraki ve yeni bir milliyetçilik veçhesi ortaya koymaktadır. Aslında yeni bir milliyetçilik türü olarak kastettiğimiz Osmanlı tarihini kolektif tarih yazımında “altın çağ” olarak gören geleneksel bir milliyetçiliğin yeni koşullarda ve yeni bir ifadeyle gündeme gelmesidir. Türk siyasal zemininin çeşitli rotasyonlarla dizayn edildiği son otuz yıllık tarihi ve bu tarihin bir çıktısı olan AKP iktidarı 1923’ün tezlerine altüst eden yeni bir tarih yazımıyla yeni bir cumhuriyetin/ikinci cumhuriyetin bayrağını göndere çekmektedir. İşte Davutoğlu’nun tezi de pratikteki dönüşümü takip eden bir teorik argümandır: 1923 rejiminden kopuşu ancak İstanbul merkezli bir siyaset anlayışına dair bir sürekliliği ifade eden ideolojik bağ olmaktadır. Bunu Davutoğlu’nun Türkiye’nin ben-idraki olarak Osmanlı tarihini sabit veri almasında görebilmekteyiz.

Stratejik derinlik tezi, Osmanlı tarihinin tam ortasında ve havzasında kurulmuş olan Türkiye’nin Ankara merkezli bir dış politikasının, toplum nezdinde The Divided Self (Bölünmüş Benlik) (1) kavramsallaştırmasıyla açıklamaktadır. Kişinin vücudu ile benliği arasındaki bağın kopuşunun kişiyi kaçınılmaz olarak bir benlik bölünmesine itebileceğinden hareketle, kendi vücudu ile yabancılaşan kişinin de zamanla şahsi süreklilik unsurlarını yitireceğini iddia etmektedir. Bu çerçevede yitirilen’in yerine sahte benlik (false-self) ikame edilecektir. İşte, 1923 rejimi de “damalarındaki asil kanda imparatorluğun kudretli ahkamı”nı sergileyemeyen bir dış politika vizyonuna sahip olarak, toplumsal zeminde pek de kabul görmeyen bir yaklaşım içerisindeydi. Dolayısıyla yapılması gereken, toplumun sağ ve ‘makul’ tarih okumalarına uygun, alttan alta tarihsel dürtülerle pekiştirilen bir dış politika takınmaktır. Bu çerçevede Davutoğlu Türkiye’nin sahip olduğu hukuki/siyasi sınırlar ötesinde bir dış politik algılamaya sahip olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Çok övündüğü kültürel derinliğini potansiyel alıcısı ABD’ye pazarlama gayesindeki Davutoğlu, aslında tarihsel dürtülerle ihtiraslı bir milliyetçilik peşindedir: Bu, yüz elli sene öncesinin(özellikle de Abdülhamit dönemi) motiflerine esinlenen, dönemin toprağa dayalı hükümranlığına öykünen yeni bir milliyetçiliktir. Ona göre mevcut sınırlar ötesinde söz söylemek ve kıyım fermanı vermek tarihi bir misyondur. Tıpkı ABD’nin, gezegenin her yerinde yüz milyonları bulan kıyımlarını, sahip olduğu gücünün gene sahip olduğunu iddia ettiği 'masumiyetinin' sonuna yol açtığı iddiası gibi.

Davutoğlu’nun önderliğinde sergilenen son dönem AKP dış politikası, tarihin güdümünde reel güç unsurlarıyla ancak bölgesel nitelikte/orta büyüklükte bir devlet olan Türkiye’nin imparatorluk geçmişine özenmesini ifade etmektedir. Elbette ki sonu, nesnel koşullar çerçevesinde sükut-ı hayal…

Erdem Ayçiçek

1- Davutoğlu, Ahmet, “Stratejik Derinlik”, Küre Yayınları, 2009, İstanbul s. 59