Fazıl Say'ın Türkiye'yi terk etme kararı üzerine... (Nevzat Evrim Önal)

Gericiliğin galebe çaldığı toprakların ideolojik ortamı, bu ortamdan beslenen sanatı kurutur. Fazıl Say'ın müziğiyle ilişkilendiğim günden beri hep aynı şeyi düşünmüştüm: onun sanatının olgunlaştığı dönem ile Türkiye'nin içinden geçtiği ve onun da açıklamasında değindiği dönemin üst üste düşmesinin büyük bir şanssızlık olduğunu. Müziğinin niteliği konusunda bir yorum yapmak haddime değil, ancak niceliğinin onun çapında bir sanatçı için düşük olduğu başka tarihsel örneklerle karşılaştırıldığında çok açık. Başka koşullarda Fazıl Say çok daha üretken olabilirdi.

Tüm sanatçılar gibi besteciler de içinde yaşadıkları dönemin ürünüdür dönemlerinin gerçekleriyle şekillenir ve bu gerçeklikle aralarındaki gerilimden sanat üretirler. Büyük bestecilerden, dönemlerinin muktedirleriyle en uyumlularında bile bu gerilimin izlerini görmek mümkündür. Mikelanj’ın ortaçağ gericiliğine belki de en büyük darbesi nasıl Sistine Şapeli’nin tavanına yaptığı Adem’in Yaradılışı tablosuysa Haendel’in “Kraliyet Havai Fişek Gösterisi İçin Müzik”inin ya da Bach’ın kilise orgu için yazdığı nota kalıplarının da benzer etkileri vardır.
Ne var ki Say’ın açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla bu gerilim mevcut haliyle onun için taşınamaz hale gelmiş durumda ve kararı da kesin.

Gidişinin onun müziğine kuşkusuz bir etkisi olacak. Bunun illa da kötü olması da gerekmiyor. Fazıl bir edebiyatçı olsa, kendi insanından uzak kalması sanatının sonu olurdu, ancak müzisyenler, ürün verdikleri dalın daha soyut olmasından dolayı, tabiri caizse daha "beynelmilel" olabiliyorlar. Örnek olsun, kanımca Say’ın en etkileyici eserlerinden biri, anlattığına göre bir Japonya yolculuğunda saat farkı nedeniyle yaşadığı uykusuzluğun etkisinde bestelediği 31 Opus numaralı trompet konçertosunun ikinci bölümü “5’e karşı 6 Adagio”dur. Fazıl Say ile Tokyo arasında bir saat farkı kalmadığında ne olacağını ise hep beraber göreceğiz.

Diğer yandan gidişinin ülkeye, ülkenin sanat ortamına da bir etkisi olacak. Fazıl Say, hiç tartışmasız bu ülkenin en önemli yaşayan müzisyenlerinden biriydi. Sadece verdiği eserlerle değil, eser verdiği sanat dalına dair zaman zaman gayet keskin bir dille ifade ettiği eleştirileriyle de önemli bir aydınlatıcı ve şekillendiriciydi. Kanımca bu etkinin sürekli kılınması çok önemli.

Bir yanda Fazıl'ın Türkiye'nin kültür-sanat ortamına dair sahip olduğu aydın tavrının sürekliliğini koruması gerekiyor. Eğer gittiği yerde Türkiye ile olan bağı eserlerinde bu coğrafyaya ait motifler kullanmaktan ibaret kalırsa, bu olsa olsa egzotik bir öğeye dönüşür ve düşüncelerinin bu topraklarda bir etkisi kalmaz. İçinde yaşadığımız dönem, düşüncenin salt müzikle ifade edilerek etkili olabileceği gelişkinlikte bir dönem değil. Aksine, Fazıl Say'ı dinleyenlerin, hayranlarının çok önemli bir bölümünün de Say'ın "anlaşılmıyorum" geriliminin müsebbibi olduğunu görmemiz gerekiyor. Fazıl Say müzik üretmek kadar, düşüncelerini daha kolay ve herkesin anlayabileceği biçimde ifade etmeye de devam etmeli, Türkiye’nin güncel kültür, sanat ve siyasetine ilgisini kaybetmemeli.

Diğer yanda ise, Fazıl'ın müziğinin yaşatılması gerekiyor. Düşünceleri, o bunları açıklamaya devam ettiği müddetçe sosyal medya vb. yaygın iletişim kanallarında ses getirmeye de devam edecektir ancak eğer Fazıl'ın toplumsallaşmasının zemini olan eserleri Türkiye'de sadece memleketin durumuna ah vah edenlerin evlerinde CD'den dinlediği bir şeye dönüşürse, bir çeşit Kemalist arabesk yaratılmış ve Fazıl'ın bu müziğe getirdiği eleştiriler tersten tekrarlanmış olur.

Fazıl'ın, "çekip gitmiş bir entelektüel" değil, "sürgünde bir aydın" olmasının tek yolu, onun müziğinin Türkiye'de ısrar ve inatla yaygınlaşmaya devam etmesidir. Öyle ki, eğer bu süreç doğru işlerse, gerici AKP iktidarı Fazıl'ın müziğini yasaklamak veya en azından kamusal alanda ona bugün yürütmekte olduğundan çok daha kapsamlı bir savaş açmak zorunda kalacaktır ki, tarihsel deneyim böyle bir savaşın, oy oranı ne kadar yüksek olursa olsun her türlü iktidara ideolojik bir bedel ödettiğini gösteriyor.

Fazıl Say, dediğim gibi bu ülkenin bugün yaşayan en büyük müzisyenlerinden biridir ancak onun sanatının toplumsallaşmasını özgün kılan şey, aynı zamanda ülkesine ve çağına verdiği aydın tepkisidir. Bu etkinin devam etmesi, hem onun tavrının, hem de müziğinin Türkiye'deki toplumsallığının süreklileşmesine bağlı. Bu konuda, “geride kalanların” o sahiplenilmeyi hak etmeye devam ettiği müddetçe onu sahiplenmeleri gerekiyor.