Direnmenin estetiği (Faysal Göktaş)

“Bir gün savaş bitecek ve ben şiirlerime geri döneceğim.”

Bu yazıyı, üç yıldan uzun bir süredir emperyalistler ve onların beslediği, yedi düvelden kafa kesen İslamcı teröristlere karşı ülkesi ve halkını savunan bir Suriye askeri yazmıştı duvara. İçinde beslediği derin şiir sevgisine ara vermek zorunda kalmıştı apansız,

Çünkü ülkesini kaybederse o çok sevdiği şiirini de kaybedecekti.

Ülkesini cansiparhane savunmak zorunda kaldığı caniler, sadece bir terör şebekesi değil şiire, edebiyata, sanata, doğaya, kadına, insana dair ne varsa düşmanlar çünkü.

Çok iyi biliyor ki bir kez kaybettiğinde, şiirlerini, şiirlerini yazma ilhamı veren kadınları, doğanın ve insanlığın güzelliğini de yitirecek, cennet vatanı uçsuz bucaksız çöle dönecek.

Direnmenin meşruiyetini, direnenlerin fedakarlığı daha da artırıyor kuşkusuz,

Misal: Yine Suriye’de köylerini kuşatan ve başarıya ulaştıkları taktirde çocuk, yaşlı, Ermeni, Nusayri, Süryani, Kürt demeden katlecek olan canilere karşı ellerine silahları alarak siperlere yatan 50 yaş üzeri Süryani kadınları bunun en iyi örneği.

Biz bu fedakarlığa, tarihin ilk emperyalist kuşatmalarından birini bozguna uğratarak planlarını bozan Kurtuluş Savaşından da aşinayız. Ellerinde ve sırtlarında cephanelerle cepheye koşan yaşlı kadınlarımızdan, ergenlik çağına mitralyözlerle, top sesleriyle girenlerden, “Toprağın üzerinde şerefsizce yaşamaktansa, şereflice savaşıp toprağında altında yatmayı onur sayarız” diyenlerden.

Ya da, uçsuz bucaksız steplerde çar zulmüne karşı direnip devrim yapanlardan,

Paris Komünü'nde burjuvalardan hesap sorarken,

Komutan Che Guevara 1965 yılında BM genel kurulunda konuşmasında tüm emperyalist ve kapitalistlere meydan okurken,

Gamalı haçlı Naziler tarafından bir duvar dibinde kurşuna dizilirken gülümseyen ve kollarını bağlayarak başı dik bir şekilde beklerken,

Ya da,

Turan Emeksiz Kızılay meydanında baskıya, zulme direnirken,

İlk kez meclise girmeyi başarıp, her türlü tehdit ve sindirme politikalarına rağmen başı dik yürüyen TİP neferlerinden,

Faşizme karşı biz buraya dönmeye değil ölmeye kaldık diyen Mahirlerden, Denizlerden, Erdallardan.

Gezi’de milyonlarca insan haykırırken.

Direnmenin estetiği en çok o direnişin içindeyken sarıyor insanı. Gezi direnişinde “orantısız zeka” dedikleri bu estetiğin en iyi örneklerinden değil miydi?

Hayatın güzelliklerinin iyice kuşatıldığı günümüzde, ezilenlerin direnişi bize en iyi dersi veriyor. Açlık sınırında yaşamamak ve haklarını alabilmek için greve çıkan 5800 Şişecam işçisinin verdiği mücadele, Tekel işçilerinin 2009’daki büyük direnişini hatırlatıyor bize ve bir kez daha anlıyoruz ki emeğin yüceliğinin saflarında direnmek, direnişlerin de en güzeli. Şişecam işçisinin direnişini sahiplenmek, o emekçilerin açlık sınırında yaşayan çocuklarını, geleceklerini, hayallerini, insanlık onurunu, yaşamı sahiplenmektir.

Unutulmaz şairimiz Hasan İzzettin Dinamo’nun “Özgürlük Türküsü” şiirinde dediği gibi:

Göğsümüzün altında çarptıkca yüreğimiz
Savunacağız biz,
Güneşi, havayı, suyu ve insanı
Savunacağız biz kalbin öğrettiği en güzel şeyi vatanı!