Başkanlık sistemi ne getirir? (Eril Temoçin)

Başkanlık sistemi tartışmaları son zamanda gündemi bayağı ısıtan bir konu oldu. AKP iktidarının geçmiş yıllarda ortaya atmaya çekindiği arada sırada küçük cümlelerle dile getirdiği bir konu memleketin en önemli konusu haline geldi. Aslında Başkanlık sistemi Türkiye siyasal arenasına yabancı bir kavram değil, özellikle 1980 darbesi sonrasında Turgut Özal’ın ANAP’ı ile başlayan Süleyman Demirel’in DYP’si ile devam eden şimdilerde ise Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ile süregelmiş bir tartışma. Önceden beri süregelen bu tartışmanın önemi öncekilerden farklı olarak Cumhuriyet rejiminin tasfiyesi ile ortaya çıkan siyasal düzlemin yeniden yapısal olarak biçimlendirilmesidir. AKP hükümeti son 10 yıllık iktidarında Cumhuriyetin kazanımları olarak tarif edilen değerleri yok ederek 2.Cumhuriyetin kurulması için önemli bir durak noktası olan Başkanlık sistemini meclis içinde olmadı referandum ile bir an önce halletmek istiyor.

1961 Anayasasından sonrada yeni arayışlar gündeme gelmiş, 1971-1973 anayasa değişiklikleri ile 1982 Anayasası yapılmış ve istenen gerçekleşerek yürütmenin eli güçlendirilmiştir. Ancak yürütmenin 1961 Anayasasına göre güçlendirilmesi de siyasi iktidara yetmemiş ve kendi sahip olduğu siyasal gücü daha da arttırmak istemiştir. Bu nedenle de geçmişten bu yana iktidarda ki siyasi parti liderleri başkanlık ve yarı başkanlık sisteminin topluma daha fazla istikrar ve demokrasi getireceğine dair özgürlük palavraları atmaya başlamışlardır.

Bu meselenin AKP için de can alıcı olmasının nedeni, artık birçok başlıkta kriz dinamiklerini beraberinde getirmesidir. Hükümetin artık başat olan bu meseleyi halletmesi hızlıca Recep Tayyip Erdoğan etrafında toparlanıp padişah düzenine geçmesi bu iktidarın ömrü açısından da şart olmuştur. Bu hem hükümetin yükünü azaltırken kriz riskini düşürecek hem de siyasal bütünleşmeyi arttırmayı sağlayacaktır.

Başkanlık sisteminin Türkiye de uygulanabilir olup olmadığının anlaşılabilmesi için bu sistemi ve sistemin uygulandığı ülkeleri iyi analiz etmek gerekmektedir. Başkanlık sistemini diğer hükümet sistemlerinden ayıran temel özellik “başkan”ın seçilme şekli ve sahip olduğu yetkilerdir. Bu bağlamda Recep Tayyip Erdoğan hem devletin hem hükümetin başı olacak hem de çoğunluk partisi olan partisi üzerinden güvenoyuna ihtiyaç duymadan atadığı hükümeti istediği gibi yönetebilecektir. Bu sayede ne yasama ne yargı ne de muhalefet tarafından denetlenebilecektir. Kabine üyelerini dilediği gibi değiştirebilme yetkisine sahip olan başkan gerçekten faydalı kişilerin getirilmesi yerine başkanın adamları diyebileceğimiz kendisine en yakın isimleri kabineye getirecek dilediği zamanda kabinede değişikliğe gidebilecektir. Bu demek oluyor ki karşımızda yasamanın “vatan hainliği” dışında güvensizlik oyuyla düşüremediği ve siyasi yönden sorumsuz bir “seçilmiş padişahın” olacağı günler pek de uzak değildir.

Federal bir yapıda olan ABD siyasal sistemi dışında dünyada başkanlık sistemi ile yönetilen Afganistan, Filipinler, Tanzanya, Kenya vb. gibi ülkelerde AKP’nin bizim ülkemiz içinde özlemini(!) duyduğu demokrasi ve özgürlüklerin ne derece gerçekçi ve geniş tutulduğunu bu ülkelere bakarak gözlemlemek herhalde bu sistemin bu ülke içinde ne büyük bir tehlike arz ettiğine dair kanaat oluşması açısından yeterli olacaktır. Bu örnekleri artırmak mümkün ama gerçek olan şu ki başkanlık sistemi er ya da geç diktatörlüğe dönüşme riskini her zaman içinde barındıracaktır.

Padişahım çok yaşa!
Başkanlık sistemi, iktidar için toplumsal hegemonya sağlamanın üstün bir biçimi, gücün daha da belirleştiği bir yönetim sistemidir. Bu çerçevede AKP’nin 10 yıldır sürdürdüğü “tek ve güçlü lider” ya da padişah anlayışıyla uyumludur. Amaç siyasal istikrarsızlığı sebep göstererek başkanlık sitemine geçişin zemini hazırlamak ve siyasal istikrarın sağlanması ile bu istikrarsızlığa karşı sistem dışı çıkışların önüne bir set çekmektir.

AKP, kuvvetlerin uyumlu işbirliğinden ve sürekli denetiminden rahat hareket edememiştir. O yüzden bu kısmi denetimin bir şekilde ortadan kalkması zorunlu olmuştur. AKP, neo-liberal politikalara uyumlu olarak, denetimsiz, engelsiz, kolay bir yönetimi tercih etmektedir.

Başkanlık sistemi, hep kriz yaşayan AKP yönünden de önemli bir çıkış yolu olacaktır. Ömrü azalan ve giderek inişe geçen AKP için Başkanlık sistemiyle birlikte iç gerilimler azalacak ve bu anlamda büyük bir rahatlık getireceği kesindir. İç çelişkiler yumuşayacağı gibi, genel oyla iktidara gelen bir partinin, seçmene, milletvekilleri ve örgütleri aracılığıyla “hesap verme” yükü de ortadan kalkacaktır. İktidar sorumluluğu, partiden çıkıp başkana aktarılacaktır. Ülke geneline yayılmış geniş iktidar cephesi, hizmet yükümlülüğünü tek kişiye yükleyerek rahatlayacaktır.

Başkanlık sistemi siyaseti partilerden uzaklaştırıp, başkanın seçimine indirger, kişiye özgü hale getirir. Meclis içinden yürütme organı çıkaramayacağı gibi denetim yetkisi de ortadan kalkacaktır. Böylelikle Başkanlık sistemi ile işlevsiz gelen meclis sonucunda siyasi partileri de önemini kaybetmeye yüz tutacaktır. Seçilmişin hesap verme yükümlülüğünün zayıflatılmasıyla, genel oyla da olsa seçmenin hesap sorma gücü frenlenmiş olur. Seçim sistemi nedeniyle ciddi şekilde elenen ve parlamento dışında tutulan siyasal hareketlerden, partilerden kurtulmuş iken, az sayıda da olsa Meclis’e giren partilerle uzlaşma aramaya girişmek yerine, gücü ve hegemonyayı temsil eden başkan sermaye kesimleri için tercih sebebi olacaktır. Sonuçta başkanlık sistemi var olan parlamenter sistemin daha da gerisindedir. Zaten emekçi yığınların siyasal düzlemde temsiliyetleri sınırlı iken başkanlık sistemi ile 2. Cumhuriyetin kulları şeklinde bir duruma sürükleneceklerdir.