SÖYLEŞİ | Öykücü Derya Sönmez’le ilk kitabı üzerine

Öykücü Sönmez, gevezeliğin tercih edildiği bir zamanda ‘Sırça Kanatlar’da, ‘ilk kitap’ demeyi zorlaştıracak ölçüde ustalıklı bir dil kuruyor. 

Erkan Yıldız

Öykücü Sönmez, gevezeliğin tercih edildiği bir zamanda ‘Sırça Kanatlar’da, ‘ilk kitap’ demeyi zorlaştıracak ölçüde ustalıklı bir dil kuruyor. 

-İlk kitabınız Sırça Kanatlar yakın zamanda Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı. İlk kitapla ilgili sorulara geçmeden önce sizin yazma serüveninizin nasıl başladığına ilişkin bir soru sormak isterim. Yazmaya dönük ilginiz nasıl şekillendi ve bu ilgi öyküye nasıl yöneldi? Tabii bir de bu ilgiyi tetikleyen ve şekillendiren yazarlarınız var mı?

Gerçek anlamda yazmaya üniversiteden sonra başladım. Daha öncesinde ufak tefek denemelerim oluyordu tabii ama üstünde durulacak ciddi bir iş olarak görmüyordum bunu. Kitap okumaksa benim için her zaman önemliydi. Önce UMAG’ın yazı atölyesine gittim. Yazma ile ilk bağı orada kurdum. Sonrasında zaman zaman NOTOS’un atölyelerine katıldım. Atölyelerin yazmaktan öte, nitelikli eserleri okumanın önemini fark ettirdiğini düşünüyorum. Bende öyle oldu.

Öykülerimde bir ağaç resmetme gayreti içindeyim. Ama bu resimde ağacın toprak altına uzanan kökleri de olsun istiyorum. O kökler nerelere ulaşıyor, anlatmasın ama sezdirsin. Öykü kısa bir metinde bunu yapabilmeye olanak tanıyor. Bu yüzden öykü okumayı ve yazmayı seviyorum. 

Öyküleriyle bana ilham veren yazarlar arasında Yusuf Atılgan, Sait Faik, Onat Kutlar, Faruk Duman, J. Cortazar, J.D. Salinger, Katherine Mansfield, Truman Capote’ı sayabilirim. 

-İlk kitabın heyecanını biraz bizimle paylaşır mısınız? Kitap çıkmadan önce nasıl bir beklentiye sahiptiniz, çıktıktan sonra, şimdilerde nasıl hissediyorsunuz?

Kitabım basılınca çok mutlu oldum. Bunun dışında yayınlatma kaygısından kurtuldum. Şimdi bu anlamda daha rahatım. Öyküleri dosya bütünlüğü içinde sayısız defa okumama rağmen basıldıktan sonra kitaptan da okudum. İlginç bir şey ama bütünlüklü olarak nasıl bir dünya kurduğumu o zaman daha iyi anladım. Öyküler hakkında okurlardan geri dönüşler almak beni çok heyecanlandırıyor, mutlu ediyor. Şimdi yeni öyküler yazmaya çalışıyorum.

-Edebiyatın en önemli unsuru dil. Zamanımızsa bu önemli unsurun iyi işlenmediği pek çok edebi metni karşımıza çıkarıyor. Aforizmaları kendisine dayanak edinen, her şeyi anlatmaya çabalarken kendisini yüzeysellikten kurtaramayan ve dolayısıyla bir tür “gevezelik” olarak okura ulaşan pek çok metin var. Sırça Kanatlar’da siz , “ilk kitap” demeyi zorlaştıracak ölçüde ustalıklı bir dil kuruyorsunuz. Alabildiğine sade, tüm yüklerinden kurtulmuş ve buna karşın okuruna öykünün atmosferini oldukça canlı renklerle hayal etme olanağı sunan bir dil bu. Burada ciddi bir dil işçiliği olduğunu söylemek gerekir. Bizi biraz bu dilin kuruluşundaki işçiliğin yolu, yordamı, kaynakları hakkında bilgilendirebilir misiniz?

Çok teşekkür ederim. Öncelikle dili doğru kullanmaya gayret ediyorum. Yerli yazarlar kadar çeviri kitapları da okuyorum. Bu da dilin bozulma riskini beraberinde getiriyor. Bazen sırf bunun için Türkçeyi iyi kullanan yazarlara dönüp onları okuduğum oluyor. Öyküleri yazarken hatta bitirdikten sonra her cümlenin, her sözcüğün üzerinde uzun uzun düşünüyorum. Doğru anlatmış mıyım, bunu anlatmanın daha basit ve iyi bir yolu var mı? 

-Siz öykülerinizi dergilerde de yayımlıyorsunuz? Öykücülüğün geleneksel araçlarından bir tanesi dergi sanırım. Sizin hem edebiyat dergiciliği hakkındaki görüşlerinizi hem de öykülerinizi dergilerde yayımlamanın edebiyat pratiğinize nasıl bir katkısı olduğunu merak ediyorum doğrusu.

Kitap yayımlandıktan sonra merak edip bakmıştım. İlk öyküm bir edebiyat dergisinde 12 yıl önce yayımlanmış. O günden bu yana zaman zaman öykülerim dergilerde yer aldı. Bu öncelikle yazan kişiyi motive ediyor. Çünkü kitabınız yoksa okurla buluşmanın tek yolu dergiler. Bunun dışında öykünün bir editör tarafından okunmuş ve yayımlanmaya değer görülmüş olması da yazan kişiye doğru yolda en azından yolda olduğunu hissettiriyor.

-Bir önceki soruyla bağlantılı olarak belki şunu da sormam yerinde olabilir: Sırça Kanatlar’da okuduğumuz öykülerin hangileri daha önceden dergilerde yayımlanma olacağı buldu?

Son yazdığım üç öykü dışında hepsi yayımlanmıştı. “Onlar” adlı öyküm uzun zaman önce yayımlanmıştı. Sevdiğim bir öyküydü, beğenildiğine dair geri dönüşler almıştım ama yıllar içinde o öykü bir şekilde peşimi bırakmadı. Aynı konuyu başka bir kurguyla farklı şekilde anlatmak istedim. Ama nasıl olması gerektiği hakkında fikrim yoktu. Sonra yıllarca o öykü zihnimin bir köşesinde dönüp durdu. Yayınevine gönderdiğim dosyada o öykünün eski hali vardı. Yayımlanma sürecinde dosya üzerinde çalışırken o öyküyü nasıl yazmam gerektiğini buldum ve yeniden yazdım, tamamen başka bir öykü oldu ve kitaba bu şekliyle aldık.

-Sırça Kanatlar’da 18 öykünüz okuyucuyla buluşuyor. Bu öyküleri nasıl belirlediniz? Dışarıda bıraktıklarınızla nasıl bir farkları vardı okuduklarımızın?

Öykülerin niteliğine göre seçim yaptım. İyi olduğunu düşündüğüm, içime sinen öykülere yer verdim. Onun dışında tematik bir birlik gözetmedim. 

-Kısa öyküler yazmayı tercih ediyorsunuz. Kitabınızla ilgili değerlendirmelerde “kısa” yazmanın zorluklarına işaret edilirken sizin bu zorluğu gayet canlı ve dengeli bir anlatımla üstesinden geldiğiniz görüşünde ortaklaşılıyor. Yakalamışken soralım. Siz nasıl aştınız sözü edilen bu zorluğu?

Kısa yazmak ilk başta kolay gibi görünse de işin içine girdikçe öyle olmadığı anlaşılıyor. Gerçekten de kısa öykü hata kaldırabilecek bir tür değil. Dil, kurgu, atmosfer, öyküye nasıl başlandığı, nerede bitirileceği bunların hepsi çok önemli. Bu zorlukları usta yazarların iyi örneklerini okuyarak aşmaya çalışıyorum. Onlar nasıl yollar bulmuşlar, buna bakarak kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. 

-İnsanlık zor bir zaman diliminden geçiyor. Pandemi olağanüstü hal ilanı olarak yaşantılarımızın orta yerine çöreklendi. Pandemi tedbirleri bahanesiyle artık daha çok çalışıp daha az soluk alabildiğimiz bir dönemi yaşıyoruz. Bu olağanüstü hal edebiyatınızı nasıl etkiliyor?

Aslında pandemi öncesinden başlayan, pandemiyle birlikte en karamsar öngörülerin ötesine geçen bir süreç oldu. Kendimizi sıkışmış, güvensiz ve her şeye topyekün yabancılaşmış hissediyoruz. Şehrimiz, mahallemiz yıkılıp baştan inşa ediliyor. Hafıza noktalarımız birer birer yok oluyor. Zaten bireyselliğin özendirildiği bir çağda pandemiyle birlikte daha da yalnızlaştık, tek başına kaldık. 

Absürt denebilecek kadar tuhaf, tekinsiz bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Belki de bunun sonucu olarak, iki insan arasında iletişimin mümkün olmadığını, gerçek bir yakınlık kurmaya yönelik her çabanın beyhude olduğunu hissediyorum. Bu da öykülerime yansıyor sanırım.

-Kadın olarak yaşamanın gittikçe zorlaştığı bir coğrafyadayız. Başka örneklerden de biliyoruz ki gündelik yaşam pratiğinin içerisinde kadın olarak yazmak da oldukça zor. Bunlarla nasıl baş ettiniz/ediyorsunuz?  

Ev ve iş arasında gidip gelirken yazmaya zaman ayırabilmek çok zor. Ben de birçok şeyi aynı anda yapmaya çalışıyorum. Mutfakta, yolda, iş yerinde öğle arasında her boş anımda elimde notlar oluyor, çalışıyorum. Kadınların görevi, erkeklerin görevi bu toplumsal kabullerin bizim evde pek karşılığı yok neyse ki. Bu anlamda şanslıyım. Yapılması gereken işleri paylaşarak birbirimize daha çok alan açmaya çalışıyoruz.  

-Son sorumuz sizin şimdilerde okuduklarınızla ilgili olsun. Derya Sönmez şu sıralar kimleri okuyor? Ve biz okurlar Derya Sönmez’in kaleminden yakın zamanda başka öyküler okuyabilecek miyiz?

Bu günlerde Feride Çiçekoğlu’ndan “ İsyankar Şehir”i ve Joyce Carol Oates’in derlediği Bıçak Sırtı” adlı öykü kitabını okuyorum. Yakın zamanda yayınlanacak olan iki öykü seçkisinde öykülerim yer alacak. Üzerinde çalıştığım üç öykü var. Onları yazabilmeyi umuyorum.